Merhaba, uzun süreden sonra yazmaya başlamak çok güzel. Her şeyden önemlisi ustam Alev Çukurkavaklı ile aynı sitede yazabilmek çok güzel.
Kalemimizi ve vicdanımızı satmadan, kiralamadan, ipotek ya da hacir altına aldırmadan yazarlık yapmanın çok zor olduğu bir dönemden geçiyoruz. Şartlar ne olursa olsun doğruları, saklananları, gözden kaçırılmak istenenleri yazmak zorundayız. İnsanlık adına, insanlık ideali adına, inanç ve imanımız adına bunu yapmak ve başarmak durumundayız.
Eminiz ki sevmeyenimiz sevenimizden daha çok olacak. Yazılarımız okunduğunda gıcırdatılan dişlerin sesleri kulaklarımızı tırmalayacak. Ancak eminim ki bugün bizim yazdıklarımıza diş gıcırdatanlar “keser ve sap” döndüğü gün, bizim yazılarımızdan medet umacaklar; çünkü biz doğruların, evrensel hukukun, insanlık onurunun yanında olacağız.
* * *
Türkiye’de günümüzde olanları en faşist beyinler dahi ürkerek izlemekte, hatta faşizmin geleceği açısından tedirginlik duymaktadır. Sap ile saman karışmış, “tuz”un kokması bir yana “su” bile çürümüştür. Sorunun temelinde “kişiliksizlik”, “inançsızlık”, “onursuzluk”, “edilgenlik” korku ile birlikte yer almaktadır.
“Asil Türk Milleti” hep sözde kalmış, aslı ile bir türlü karşılaşılamamıştır. “Asil Türk Milleti” söylemi öylesine bir hal almıştır ki, Orhun Abideleri’nde yer alan gerçekler bile bu çevrelerce görülemez hale gelmiştir. Aynı çevreler kendi kendilerine “Eğer “Asil Türk Milleti” bir gerçek ise bugün yaşananların sebebi kimlerdir, nelerdir?” diye sormaktan sürekli olarak korkmuşlardır. Kısaca Türkiye Cumhuriyeti tarihi, “KORKULAR ve KULLUK TARİHİ”dir. “Korkuya” hakim olan iktidar olmuş; “korkanlar”ı ve “kullar”ı yönetmiş, sömürmüşlerdir.
Türkiye’de aslında “DEVRİM”-“KARŞI DEVRİM” mücadelesi de yoktur, olan sadece MENFAAT ÇATIŞMASIDIR. Görüntünün “Devrim”-“Karşı Devrim” şeklinde olması ise “Korku dengeleri”nin oturtulduğu sahte bir tabandan başka bir şey değildir. 12 Eylül öncesi “sağcı değilsen, solcu; solcu değilsen sağcısın”; “komünist değilsen faşistsin, faşist değilsen komünistsin” sınıflama saçmalığı günümüzde sadece görüntü değiştirmiştir. Kamplaşmalar dışında kalan bir avuç insan, tarafların baskı ve saldırıları karşısında her dönem varlıklarını onurla sürdürmek mücadelesi vermişlerdir. Toplumun hangi kesimine bakarsanız bakın, bu manzarayı mutlaka görürsünüz.
“Neden?” sorusunu sorduğunuzda aldığınız net cevaplar ya da net bulgular da “korkutucu”dur. Örneğin, üst düzey üniformalı ya da üniformasız bürokratların ve pek çok siyasinin belirlenmesinde esas unsur “liyakat” değil de “dosyalı” olup olmamaktır. “Derin” ya da “gizli” ya da “örtülü” devlet dediğimiz görünmeyen yapı önce adayları belirler, adaylar arasında “dosyasızlar” varsa onları “dosyalı” hale getirmek için İstanbul’da 5, Ankara’da 1, İzmir’de 1 olmak üzere 7 şirkete “dosyalama” siparişi verilir. Gelen bütün bilgiler ve belgelerden dosya oluşturulur, en iyi belgelendirenden başlamak üzere katkı yapan tüm şirketlere katkıları oranında bir bedel ödenir. Bu bedel en basit dosyada dahi 500.000.-TL altına düşmez. Ödeme kaynağı “Örtülü Ödenek”tir. Bu sistem dışında yukarılara tırmanabilenler ise ya yaşatılmaz, ya da yaşayamayacak hale getirilmek için elden gelen yapılır. Peki bu çabanın sebebi nedir? İnsani ve onurlu dirençleri daha baştan sıfırlamak, tüm devlet kademelerini “kukla” ya da “noter” haline getirmektir. Bu sistem üniformalı ya da üniformasız hemen hemen tüm makam sahipleri için uygulanan bir sistemdir. Bu nedenle, “kurtarıcıyı” onlar arasında aramak beyhudedir, saflıktır. Bu nedenledir ki siyasi yaşamımız bile “eküriler”den oluşur. Yani iktidara kim getirilirse getirilsin, muhalefete kim itelenirse itelensin, tamamı “eküridir”. İstisnası yok mudur? Vardır ama etkisizdir. Etkili olacağı düşünüldüğünde, son kullanma tarihi geldiğinde ya da kumanda kabul etmemeye başladığında bir şekilde safdışı ediliverir.
İlk yazımda çizdiğim tablo sizlere çok karanlık gelebilir. Ama asıl karanlık bunların yazılamaması, aktarılamaması halinde söz konusudur. Yazılıyorsa, aktarılıyorsa çıkış yolları, çaresi de var demektir. Önemli olan şahıslara dolanmadan, kurum ve kuruluşları da hedef almadan sistemi çözümlemek, sistemi deşifre etmek ve çözümü bu şartlarda üretebilmektir. Bu mümkün müdür?
İnanmayanın imanını, inancını ve varlık nedenini sorgulamak gerekir derim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder