BBP Genel Başkanı merhum Muhsin YAZICIOĞLU. GLADIO’nun son kurbanı. Hani, şu “ERGENEKON sürecini” başlatan ve yürüten GLADIO’nun.
O günleri çok iyi hatırlıyorum. Merhum Muhsin YAZICIOĞLU’nun başına pek çok “tezgâh” tebelleş edilmeye başlanınca, randevu alıp görüşmeye gitmiştim. Görüşme anında burada ismini veremeyeceğim biri daha vardı.(Gerekirse o ismi de zikredebilirim ama açık bir kaynakta değil, gerektiğinde) Genel Başkanlık Makamı’ndaydık. Merhum YAZICIOĞLU’na “Sizin partinize bugüne kadar bir kez o da yerel seçimler dışında hiç bir zaman oy vermedim” diyerek sözlerime başladım. Sonra da başına örülmeye çalışılan çoraplardan söz ettim. Bazılarına katıldı, bazılarına da katılmadı. Hatta kendince oldukça sert tepkiler de verdi. O günlerde Hrant DİNK suikastında BBP hedefe oturtulmuş, yaylım ateşinden de öte adeta “halı bombardımanı” sürdürülüyordu. Asıl hedef aslında Merhum YAZICIOĞLU’ydu. Yanımda Merhum YAZICIOĞLU’nun ve Erhan TUNCEL’in de bulunduğu toplu bir fotoğraf vardı. Gazetelerde de yayınlanan o malum fotoğraf. Erhan TUNCEL fotoğrafta arka plandaydı. Merhum YAZICIOĞLU’nun önüne fotoğrafı koydum ve yanımdaki büyüteci elime alıp, “Size bu fotoğrafın, bugünler için hazırlık yapılarak çekilmiş olduğunu kanıtlayacağım” dedim. YAZICIOĞLU beni dinliyor ve belki de o anda kendisine hangi belgeyi sunacağımı düşünüyordu. “Sayın YAZICIOĞLU, bir fotoğraf çekilirken, özellikle de bu tür anı fotoğrafları çekilirken netlik, ışık ayarları gibi ayarlar o fotoğraftaki asıl kişi esas alınarak yapılır. Ve fotoğraf tab edildikten sonra kimin üzerine odaklama yapılmışsa, onun görüntüsündeki renk noktacıklarının daha fazla olduğu büyüteçle görülebilir. Şimdi bir kendi yüzünüzdeki noktacıklara bakın bir de Erhan TUNCEL’in yüzündeki noktacıklara, hangisi daha sık ve daha fazla?” Merhum Başkan, büyüteçle fotoğrafa bakar bakmaz adeta şoke oldu. Hayretler içerinde bana baktı ve “Erhan TUNCEL’in üzerindekiler…” diyebildi. Tam o sırada ona bir telefon bağlanmak istendi, Başkan konuşmaya başladı, bağlanmak istenen Hrant DİNK’in katli ile ilgili olarak konuşmak isteyen bir gazeteciydi; aslında bir gazetenin değil bir paçavranın muhabiri. Muhsin Başkan, “Bağlayın !” dedi ve az sonra konuşmaya başladı. “Benim Erhan TUNCEL ile birlikte çekilen fotoğrafımı tam incelemeden gelme, bak bakalım o fotoğrafta ben mi net görünüyorum, Erhan TUNCEL mi? Önce o fotoğrafa bak, sonra da sorularını ona göre yeniden hazırla ve öyle gel” dedi. Karşı taraf ne cevap verdi bilmiyorum ama bir süre sonra Muhsin Başkan’ın yüzünde bir tebessüm belirdi ve karşı tarafa “Yaaa, şimdi anladın değil mi, sana daha önce söylediklerimin ne anlama geldiğini?” Sohbet kısa sürdü ve Merhum YAZICIOĞLU telefonu kapattı, bu kez beni daha da can kulağı ile dinlemeye başladı. Bazı konularda benim anlattıklarımı sorularla açtı.
Kendisine anlattıklarımın başlıkları kısaca şöyleydi.
· Bursa’dan geçen bayram yola çıkan seri katillerin son hedefi önce SESAR Başkanı İsmail YILDIZ ile Gazeteci Hayrullah MAHMUT, sonra da sizdiniz. Birileri özellikle onları yakalamak istemedi. Sonra birileri çıktı ve onları yakaladı…
· Hemen yanı başınızdaki otoparkta minibüs içinde bulunan 300 kg’lık patlayıcının hedefi sizdiniz ama son anda bundan vazgeçtiler. Çünkü böyle bir suikastın BBP’yi önlenemez şekilde yükselteceğini fark ettiler…
· Yakınınızda GLADIO ile işbirliği yapanlar var, yıllar öncesinden yanınıza yerleştirildi. Hem de hiç kimsenin dikkatini çekmeyecek ve hatta kim olduğu söylendiğinde “Kesinlikle olamaz” denilecek birileri… Geçmişlerine bakın, kim gerçekten “düşünceleri ya da davasından içeri düşmüş, kim “GASP”tan düşüp kendini “Dava adamı (!)” olarak göstermiş…
· Başınıza bundan sonra da pek çok olay gelecek ve muhtemelen sizi “Kaza süsü” vererek ortadan kaldırmak isteyecekler… Çünkü bu pek çok olumsuz (!) şeyin önünü keser…
· Partinize bir “Kemal” yerleştirildi, sizin “Kemal”iniz, ekibiyle. Siz öldürülmeden bir süre önce onlar burayı terk edecekler. Çünkü görevleri bu tezgâhı iyi kurgulayabilmek…
· Yakınınızdan birileri bu aralar “yerel” bir “Siyasi fahişe” ile çok sık görüşmeye başladılar, sizden sonrası için yerler ve isimler şimdiden hazırlanıyor…
Ve şu anda burada açık açık yazamayacağım daha da önemli hususlar…
Muhsin YAZICIOĞLU’nun tepkileri biri dışında hayret verecek derecede azdı. Çünkü kendisi de bazı gerçeklerin farkındaydı, hatta emindi. Ancak Emniyet güçlerinin iki “seri katili” yakalayamayışına inanmak istemiyor, itiraz diyordu. “Peki, Sayın Başkan onları kim yakaladı?” dediğimde gözleri uzaklara daldı. Sözü daha fazla uzatmadan müsaade istedim. Şehir dışına çıkacaktı yakında… Bana “Arada sırada görüşelim, sohbet edelim…” dedi ve uğurladı. Yanındaki partili ile dışarı çıktık. Konuşmalarımıza şahit olan partili bana “Sizin söylediklerinizden çok daha azını başkaları da Başkan’a anlattı çok zaman, onları adeta kovarcasına konuşmuştu, hatta onları paylamıştı genellikle. Ama size çok yakın davrandı ve hatta söylediklerinizden de etkilendi. Ben de benzer şeyler söyledim, kendi çapımda, artık Başkan pek çok tezgâhı çözmüş durumda.” dedi. Vedalaştık, ayrıldım.
Genel seçim sonrası bir kez daha görüştük Merhum YAZICIOĞLU ile başına gelmeyen kalmamıştı, bunların pek çoğundan kimsenin haberi bile yoktu. O gün fark ettim ki YAZICIOĞLU “yakınındakiler”in tamamını deşifre etmişti. Seçim sonrası parti içinde büyük bir temizlik yapacağının ipuçlarını da vermişti. Temizlik, benim kendisine ima ettiğim GLADIO uzantılarını da kapsıyordu. Sevinmiştim, o gün bir tek cümle ile vedalaştım kendisiyle, daha sonra yeniden görüşmek umudu ve dileğiyle. “Alparslan TÜRKEŞ’in misyonunu size vermek istediler, siz kabul etmediniz, hem de kesin bir dille. Bu cevap için de çok düşündünüz. Sayın Başkan, artık kaleminizi kesinlikle kırdılar.” Her cümleden sonra YAZICIOĞLU’nun yüzü daha da gerildi ve cevabı çok net oldu. “Haklısınız, reddettim. Ama kalemimi onların kırmış olması bir şey ifade etmez. Biz kadere inanmış ve iman etmişiz. Alın yazımızı Allah yazar, yani Yaradan, yaradılanlar değil.”
Sonra Muhsin Başkan katledildi. Bir bürokratik ve teknik suikast ile katledildi.
Başta BBP olmak üzere, YAZIOĞLU’nun Hakk’a yürüdüğünden bu güne kadar bir NEBBAŞLIK fırtınası esiyor. Merhum’un manevi şahsiyeti ile kişisel ikbal hırsları tatmin edilmeye çalışılıyor. Üzülüyorum.
Merhum YAZICIOĞLU kaza sonucu ölmemiştir, kaza süsü verilerek öldürülmüştür. Arama çalışmaları engellenerek “kesinlikle ölmesi sağlanmıştır.” O esnada “temizlik” yapılmış ve pek çok delil ortadan kaldırılmıştır. Her şey bitti sanılarak ve ölümler kesinleştikten sonra arama ekiplerinin olay yerine girmelerine izin verilmiştir. Bu olaylar zincirinden devletin yöneten pek çok kişinin bilgisi vardır ve her şey “danışıklı dövüş” şeklinde olmuştur. Katiller, azmettiriciler, yardım ve yataklık edenler, delilleri karartanlar, soruşturmayı ve araştırmayı saptıranlar, yönlendirenler bellidir. Yetkililerin ve ilgililerin neredeyse tamamı “Üç maymun”u oynamaktadır. Hatta bir adım dahasını ifade etmek gerekirse, Hrant DİNK’in katline karar verenler ve o olayda kullanılanlar ile Muhsin Başkan’ı katledenler ve rol alanlar birkaç alt düzey farklılıkları dışında aynı kişiler ve aynı merkezdir. Bu merkezin adı GLADIO’dur; “ERGENEKON” tezgâhını kuran GLADIO…
Bu gerçekler ile Türkiye çok yakında yüzleşecektir, umarım o gün çok uzak değildir…
Bu yazıyı bugün neden yazdım? Bugün Mevlid Kandili. Merhum Muhsin YAZIOCIOĞLU’nun bir planı vardı. İktidar ortağı ve/veya sahibi oldukları ilk Mevlid Kandili’nde, Türkiye’de o güne kadar toplatılıp yakılan kitapların tamamının tazminatını kişilere, mirasçılarına ödemek ve onlardan yeterince yeniden bastırtıp, Türkiye’deki bütün kütüphanelerde kurulacak özel anı bölümlerinde okurlara sunmak.
Muhsin Bey’i seversiniz ya da sevmezsiniz. Yazılanlar sizi rahatsız da edebilir ama gerçekleri yazmak ve kamuoyuna duyurmak bizim asli, vazgeçilmez görevimizdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder