20 Mart 2012 Salı

YENİGÜNAYDIN YAZILARIM 17

“Hoca efendi” aldatması.

MSN, Facebook’taki bayan ya da erkek arkadaşınız ünisex olabilir…

Türkiye “internet”teki yasaklamaları ile bu işin rezilliğini çıkaran ülkeler arasında olsa gerekir. Peki, bu yasaklamalar engel mi? Hayır. Ama bu yasaklamalar aslında başka “melanetler”in de kapısı durumunda. 

Neredeyse son yedi yıldır “Hoca efendi” adı verilen efendinin cemaati “internet” ve “yazılımlar” konusunda çok ciddi çalışmalar yapıyorlar. Özellikle Basın İlan Kurumu’nun gazete ilanlarını internete kaydırma planlaması sonrasında “cemaat” neredeyse 2.000 üzerinde internet sitesi kurdu ya da kurdurdu. Her biri kendi kategorisinde üst sıralara tırmanmaya çalışıyor. Ama bütün bunlardan daha önemlisi cemaatin yazılımcılarının “virüs” özellikli yazılımlar üzerinde çalışması. “Virüs” yazılımları bildiğimiz türden bir “virüs” yazılımı değil, bilgisayarınıza bir fotoğraf, bir yazı ya da “engellemeleri kaldırma yazılımı” ile bilmeden indirdiğiniz yazılımlar. “Hoca efendi yazılımları”nın oldukça iyi bir mühendisliği var. Küresel Eşkıya ABD’nin istihbarat örgütlerinin yardım ve desteği ile özellikle “Hintli” yazılımcılara ulaşıyorlar ve onları bu konuda bol para karşılığı çalıştırıyorlar.

İnternet’te çokça dolaşan ve özellikle mahrem bilgilere kafa takan biriyseniz Türkiye’nin yasaklamalarını aşmak üzere bir yazılım indiriyorsunuz ve bilmeden onunla birlikte bir de “toolbar” bilgisayarınıza hükmetmeye başlıyor. Onu silmeyi ya da atmayı düşünmüyorsunuz, çünkü onunla gelen bir “yasak aşma” programını kullanıyorsunuz. Ya da onu silmeyi düşünüyorsunuz ama tam olarak nasıl sileceğinizi bilemiyorsunuz ve her denemeniz bilgisayarınıza pek çok “virüs”ü musallat ediyor. Sonunda “internet” ile kullanmaya başladığınız andan itibaren sizin olduğunu düşündüğünüz bilgisayarda artık kiracı gibisiniz. Bilgisayarın bulunduğu ortam dinlemesi, zaman zaman devreye giren kamera görüntüleri ile gözetlenmeniz; yazdıklarınız, sorguladıklarınız her şey ama her şey sizin bilginiz ve izniniz dışında karşı tarafın elinde. Bu yazılım ile birlikte eğer bir de MSN ya da Facebook’u kullanmak isterseniz ve siz kendinizin bilmediği kadar “Cemaat için önemli” iseniz, “Kısmetiniz açıldı” demektir.

“Her şeyin bir bedeli vardır” derler ya, “Google”un da bir bedeli vardır. Mart başından itibaren uygulamaya soktuğu “Gizlilik politikası” değişikliği ile elde ettiği bilgileri, “Google” bedeli mukabili birilerine pazarlamak zorunda, elde ettiği bilgileri “Kişiselleştirmeden” pazarlaması da anlaşılabilir ama ya IP numarası, adres ve kimlik ile birlikte bunu yaparsa… Bu pazarlıklar gizli yürütülür ve bu pazarlıklar “Google”un en üst düzey yöneticileri tarafından yapılır. Türkiye’de kısa süre önce böyle bir ziyaret yaşanmıştı hatırlarsanız; demek ki bundan sonra “Örtülü ödenek” harcamalarının önemli bir bölümü “Google”a akacak, ne de olsa KUKLA iktidarını sağlama almak zorunda… Peki, “Google” bu bilgileri sadece “İktidar”a mı pazarlayacak? Türkiye’de iktidarla paylaşılan bilgilerin Küresel Eşkıya’nın kucağındaki “Hoca efendi”ye de gitmeyeceğini kim iddia edebilir? Kim ne iddia ederse etsin durum bu…

“Hoca efendi” Silahlı Terör Örgütü’nün son dönemlerde kafayı taktığı Stratejik İstihbarat’ın önemli bir bölümü olan “Biyografik” istihbarat konusunda “çete” önemli mesafeler kat etmiş durumda. Bu bilgi birikiminin daha da mükemmel hale getirilmesi için de hiçbir masraftan çekinilmiyor. İşte bu nedenle eğer siz ya da makamınız “Hoca efendi” Silahlı Terör Örgütü tarafından önemli ise MSN’den ya da Facebook’tan size hiç beklemediğiniz güzellikte/yakışıklılıkta ve hiç ummayacağınız kadar cüretkâr ve tutkulu bir  ya da birkaç kısmet karşınıza çıkabiliyor. Bu konulara karşı direnciniz yoksa ya da zayıfsa, artık “Hoca efendi” Silahlı Terör Örgütü’nün avucunun içindesiniz demektir. Partneriniz karşınızda soyunur, sizi kışkırtacak her şeyi yapar, sizin hoşunuza gideceğini, bildiği her türlü sözü söyler ve hatta bilgiyi de verebilir. Kısaca tanışmadan sonraki yazışma ve mesajlaşma, konuşma trafiği her konuşma sonrası yapılan uzman değerlendirmeleri ile yönlendirilir ve siz artık o karşı cinsin ve hatta duruma göre kendi cinsinizin tutsağı haline geliverirsiniz.

Bu aşamadan sonra “operasyon” olgunlaştırılır ve sonunda “tatlı dilli, güler yüzlü ve size ‘Abi’, ‘Abla’ diye hitap edebilecek birileri gelir ve isteklerini sıralamaya başlar. Kabul edersen bataklığa daha da gömülürsün, kabul etmezsen “Rezil” edilirsin…  

Ne dersiniz? Çok başarılı bir çalışma değil mi?

Bundan yıllar önce de bu türde birkaç yazı yazmıştım. O zamanlar bana gülenler “Ergenekon” “Rehin ve esir operasyonu” ile bana hak verdiler ama artık çok geçti… Merhum Cem YAREN “Çömlek Patladı Darbesi”ni yazmıştı yine yıllar önce başta salon züppeliğinden öteye geçemeyen bazı omzu kalabalıklar dudak bükmüştü yazılanlara, ama onlar da acı bir tecrübe ile pişman oldular. Şimdi sizlerle son dönemin “Cemaat” tuzağını paylaşıyorum… Ben sadece tarihe not düşüyorum… 

Düşman evinizde, işyerinde, dizlerinizin üzerinde ya da… 

Güya Türk Silahlı Kuvvetleri’nde olan biten her türlü melaneti dile getirmek üzere kurulan sitelere girerseniz yazdıklarımda ve uyarımda ne kadar haklı olduğumu göreceksiniz. Daha önce pek çok kez dile getirdiğim gibi, layık olanları ve yüksek vasıflı olanları terfi ettirmekten genelde kaçınan amirler, üstler sonunda kendi kazdıkları kuyulara düşmüşlerdir.”Erken terfi” ile ödüllendirdikleri, canları sıkıldıkça “takdir” yazdıkları, tam sicillerle taçlandırdıkları şimdi kendilerini hak etmedikleri halde belli makamlara taşıyanlara karşı o kadar duyarsızlar ki… Ne diyordu Farabi ile İbn Haldun; “Sonradan görmeler makamları ile şeref bulur, kökten görmeler makamlarını şereflendirir”…

İnternet sitelerinde rezil edilenlerin hatta iftira ile karalananların yasını ben tutacak değilim. Ben bir yazar olarak gerçekleri yazmak zorundayım. Yazdıklarım canınızı yaksa da keyfinizi kaçırsa da yazmak zorundayım. Yazdıklarımın İstanbul dizi ve film sektörü tarafından yakından takip edildiğini biliyorum ve yazdığım senaryo hikâyelerinin neredeyse tamamının “Cemaat”in eline geçmiş bazı “Kukla”lar tarafından, “İktidarın emir kulları”,”Kuklaları” elinde oynatan “Kuklacı”nın ekipleri tarafından engellendiğinden de eminim… Umurumda bile değil… Gün gelir “Rövanşların rövanşı da alınır”, bakarsınız o gün birbirlerini MSN’de keşfetmiş (!) ve fethetmiş (!) genç gazeteci karı koca bile “Karşı rövanşçılar”ın yanında yer alıverir… Belli mi olur… Bizim durduğumuz yer belli ne “Rövanşçıların” safındayız ne de “Karşı rövanşçıların” safında yer alacağız. “28 Şubat” soysuzluğuna nasıl karşı çıktıysak, “Ergenekon rehin ve esaret” operasyonuna da karşıyız; bu nedenle de sevilmeyiz… Sevilme ve benimsenme açlığı içinde de değiliz, derdimiz tek, bildiklerimizi akılcı çizgiler içinde okurlarla paylaşmak ve tarihe not düşmek…

 “Cemaat” bu operasyonu sadece “bürokrat”lara karşı mı yapıyor? Hayır… Hedefledikleri her kesime karşı bunu acımasızca sürdürüyorlar; sanat camiası, spor camiası, medya dünyası, tıp dünyası, yargı camiası, yazarlar…  Kısaca bilinçli olarak kullanılmayan ve güvenlik önlemleri yeterince alınmamış bütün bilgisayarlar artık en büyük “Düşmanınız”… “Cemaat” için önem derecenize göre bilgisayarlarınıza öyle programlar isteğiniz ve izniniz dışında yerleştirilir ki, bilgisayar kapalı konumda bile bünyesindeki mini pil vasıtası ile bile gereken kayıtlar yapılabilir. Enerjiyi verdiğinizde dosyalar kendilerini daha “güvenli” özel alanlara taşır ve internete bağlanınca da “Cızzzz !”… Geçmiş ola…

Bizden yazması ve duyurması… Çünkü bilmenin ama paylaşmamanın vebalini ben taşıyamam, taşımak da istemem… Kısaca artık Anadolu’da yaygın olan tabir de değişti, “Şeytan aldatması”nın yerini “Hoca efendi aldatması” aldı… “Şeytan aldatması”nın ilacı “Gusül abdesti” ama “Hoca efendi aldatması”nın çaresi yok gibi…

19 Mart 2012 Pazartesi

YENİ GÜNAYDIN YAZILARIM 16

DİKKAT ! Esas Hedef Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bölünme yaratmak…

Faturayı “ÖDEME ZAMANI”

Bir zamanlar, neredeyse bütün ihtilallarda ve en son 28 Şubat sürecinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nde komutaya hâkim olan tepe yönetimi kendilerini “Vatanı en çok sevenler” olarak görür ve kendilerine destek verenler de dâhil herkese bu konuda tepeden bakarlardı. Onlardan başka kimseler bu vatanı onlar kadar sevemezlermiş gibi davranırlardı. İddialarından gözleri o kadar dönerdi ki gözleri ne adalet görürdü ne hukuk. Hatta ahlak bile sükût ederdi.

Şimdilerde ise birileri güya ADALET ve DEMOKRASİ adına aynı şeyleri yapıyorlar. Bir taraftan cemaat diğer taraftan iktidar partisi ve arka bahçesindeki kemikçileri adalet ve demokrasi konusunda darbecilerden de ceberutlar.

Her geçen gün elde edilen bilgiler ve gelişmeler sonucunda darbecilerin aslında vatanı KUKLACI’nın emrettiği şekilde sevdikleri ortaya çıkıyor. Bunların da adalet ve demokrasi tutkularının kaynağı yine KUKLACI’nın emirleri, direktifleri.

KUKLACI iktidara taşıdığı herkese bir “Fatura” gönderir. Onlar da bunu öderler, ödemek zorundadırlar. 28 Şubatçıların önüne konulan fatura San-Andreas Fay Hattı’nın benzeri olan Kuzey Anadolu Fay Hattı’nda deney yapılmasıydı. Bedelini günahsız 173.741 vatandaşımız ödedi. (Bu sayı 2012 Ocak ayı itibarı ile teyit edilmiş bir değeredir, resmi organların yayınladıkları ise manipüle edilmiş olanıdır) Faturayı ödeyenler de korumaya alındı. Örnek karşınızda E. Org. Ç.B. ve E.Org.A.Ç…

Şimdilerde iktidarın başının önüne bir “Fatura” kondu. Ödemek zorunda. Aksi takdirde sonu Merhum Kaddafi’den beter olacak ya da tarihe Mussolini’nin ölümünden de feci bir ölüm olarak geçecek. Tabii ki faturayı sadece onlar ödemeyecek, “usul ve füruğ”u ile kendisine destek veren yakınları da aynı akıbete mahkûm olacak. Ama gelin görün ki iktidarın başı, bunca ahlaksızlığa, cinayete, katliama, melanete, hırsızlığa, uğursuzluğa, ahlaksızlığa destek veren seçmenlerine bile bunu anlatamayacağını, açıklayamayacağını biliyor. Çaresiz vaziyette. Şimdilerde kendisine “fatura”yı uzatanlara yalvarıyor, “ne olur, bana yardımcı olun, öyle bir tezgâh kurun ki beni kurtararak bu tahsilâtı yapın”…

FATURA’da ne yazıyor?

İktidarın başının ve şürekâsının ödemeye mahkûm olduğu faturada  “Masum kanı dökmek” yazıyor. Bunun nasıl yapılacağı da belli. Küresel Eşkıya adına Suriye ve İran’a karşı Mehmetçiğin kanını dökerek saldırmak. “Tampon Bölge”, “Demokrasi”, “Masum insanlar”, “Demokrasi âşıkları”, “Hürriyetçiler”… zırvalamalarının temelinde bu yatıyor.

Küresel Eşkıya her zaman “Ucuz kan” olarak gördüğü Mehmetçiğin kanını dökmekten çekinmemiştir. Bu Çanakkale Savaşı’nda da böyle olmuştur, Kurtuluş Savaşı’nda da, Kore Savaşı’nda da, Güneydoğu Anadolu olaylarında da… Çanakkale Savaşı bir destan olarak tarihimizde yer alırken o kadar büyük bir kırım yaşanmıştır ki ve kırımda o kadar çok tertemiz vatan evlatları katledilmiştir ki devlet üst yönetimi, ekonomi çarkı savaştan kaçanların, ard niyetli ekalliyetlerin eline geçmiştir. Kurtuluş Savaşı’nda Yunanistan da Küresel Eşkıya adına bizimle savaşmış ve onun adına bizi kırmıştır. Kırılan Türk ve Yunan evlatları olurken kazanan Küresel Eşkıya olmuştur. Kore ve Güneydoğu Anadolu olayları ise herkesin gözü önünde cereyan etmiştir.

İktidarın başı ne yapıp edip Mehmetçiği bir oldubitti ile Suriye ve/veya İran’a karşı kullanmak durumundadır. Bu konuda bin bir türlü tezgâh kurulabilir ve çalışabilir. “Ankara”nın son zamanlarda orta malı gibi olmasının sebebi de budur. Küresel Eşkıya has evlatlarını, has maşalarını, has uşaklarını, has kuklalarını kurtarmak konusundan kararlıdır.

Alavere dalavere Mehmetçik “Küresel Eşkıya’nın Kızıl Elması” için Suriye’ye…

En yakın olasılık Mehmetçiğin Suriye’ye karşı kullanılmasıdır. “Küresel Eşkıya’nın Kızıl Elması” için savaşa sürülmesidir. İran ve Suriye’ye karşı yapılacak haksız ve tezgâh harekâtlara karşı çıkma ihtimali bulunanların tamamı zaten ya Hasdal’da ya da Silivride’ler… İktidar, Kürsel Eşkıya, cemaat ve diğer işbirlikçiler Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sesinin kesildiğini, itiraz odaklarının sindirildiğinden o kadar emindirler ki, ne gibi hatalar yaptıklarının farkında bile değillerdir. Her şeyden önce onların gözleri o kadar dönmüştür ki Yüce Yaradan’ı bile kale almamaktadırlar. “Kaderi” kendilerinin yazdıklarına inanmaktadırlar.

Irak’ta yaşanan binlerce Müslüman kadına yapılan tecavüze tepki göstermeyenler Suriye’deki “İşbirlikçileri” Türkiye’den desteklemeye utanmıyorlar, onlara lojistik desteğin en mükemmelini sağlıyorlar, aslında onların elinde bir şey yok, çünkü onlar KUKLA…

Küresel Eşkıya ilk raundu kaybetti, Suriye’deki işbirlikçileri kendilerine verilen görevi yerine getiremedi, Suriye halkını bölemediler. Şimdi Küresel Eşkıya bunun hazımsızlığı içinde. Yan tarafta Siyasi Fahişeler Mesud BARZANİ ile Celal TALABANİ beklemede… Türkiye Suriye’ye “Tampon Bölge” oluşturmak adına bile girse “Bağımsız Kürdistan’ı ilan edecekler… Kısaca İktidar Partisi kendilerini iktidara getiren Kürsel Eşkıya’ya verdiği sözleri tutmak zorunda… Yoksa…

Gidişat Türkiye’nin bir oldu-bitti ile Suriye ve İran savaşına sürüklenmesi. İşin en korkunç tarafı ise Türk Silahlı Kuvvetleri’nin böyle bir olay karşısında içten bölünmesi olasılığı… Aslında Küresel Eşkıya’nın GİZLİ ve ASIL Hedefi de bu…

Ana muhalefet partisi ile diğer muhalefet partisinin bu gidişata karşı yeterince tepki vermemesi ise “Küresel Eşkıya”nın KUKLALARI’nın sadece İktidar’da olmadıkların en önemli göstergesi.

“Yetmez ama EVET” diyenler başta olmak üzere “Dindar” olduklarını düşünerek onlara destek verenlere duyurulur…

16 Mart 2012 Cuma

YENİ GUNAYDIN YAZILARIM 15

Hazreti Ali Efendimiz ve biz…

Mazlum’un Zalimden Öcünü Aldığı Gün…

Hazreti Ali Efendimiz, ismi her zikredildiğinde içimin titrediği ve sanki en yakınımmış gibi içime işlemiş bir büyük. Hazreti Muhammed Efendimiz ile Hazreti Ali Efendimizi içimde hiçbir zaman ayırmadım, ayıramadım. Çünkü aklımda ve belki de bilinçaltımda Hazreti Muhammed Efendimiz’in şu sözleri yankılandı durdu. “İlmin şehri benim, kapısı Ali”…

Anladığım kadarıyla İslam’ın Peygamberi diyor ki, ‘Bana ulaşan yollar Hazreti Ali’den geçer… Ona ulaşamayanın bana ulaşması da imkânsız.’ Ama gelin görün ki bütün İslam diyarlarında olduğu gibi, İslam adına iş yapan, konuşan, İslam’ı bayrak olarak elinde taşıdığını ifade edenler başta Hazreti Ali Efendimize ve Ehl-i Beyt’e gereken saygıyı, hürmeti, sevgiyi göstermediler. Peygamber Efendimiz’in “Vasiyeti”ne hep aykırı hareket ettiler, O’na verdikleri sözde hiç durmadılar. Kısaca “İslamcı” geçinenler aslında Hazreti Muhammed Efendimizin de Hazreti Ali Efendimizin de, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin de, İmam Maturidi’nin de en büyük düşmanı ve muhalifi oldular. Sözün özü, onlar İslam adı altında “Münafıklığı bile maskara ettiler”

Örneğin kendilerine karşı söylenen her söze karşı hışımla saldırdılar. Bu bile onların ne kadar İslam dışı olduklarının en önemli belirtisiydi. Çünkü Hazreti Ali Efendimiz’in Mısır Valisi El Eşter’e yazdığı o muhteşem mektupta bir cümle vardır ki, akıllara durgunluk verecek kadar derin ve anlamlıdır. Hazreti Ali Efendimiz valiye diyor ki; “Bazen Allah kullarına iletmek istediği mesajları başka kullarının lisanı ile sana iletir. Sana söylenenleri ona göre dinle ve davran” İşin en acı tarafı, içinde bu cümlenin bulunduğu mektubu yayınlayan pek çok “İslam”cı nedense bu cümleyi çıkararak mektubu yayınlar.

Bugün facebook da Hazreti Ali Efendimiz’e ait olduğu iddia edilen bir cümle gördüm. Cümle o kadar etkileyici ve uyarıcı ki; “İbret” alması gereken insanların ya da yaratıkların o haline daha şimdiden acıdım. Cümle aynen şöyle; “Mazlumun zalimden öcünü alacağı gün, şüphesiz zalimin zulmettiği günden daha çetin olacaktır.”

Mehmet Ali Birand ve yazısı…

Mehmet Ali Birand’ın yazısının yayınlandığı gün facebook da Hazreti Ali Efendimiz’in bu “İbretlik” cümlesinin yayınlanmış olmasını ben çok anlamlı buluyorum. Parapsikolojik değerlendirmeler falan yapacak değilim, çünkü Mehmet Ali Birand gibi birinin bu cümleleri yazabilecek kadar “İsyan ettirilmesi” bence her şeyi anlatmaya yetiyor.

Cezaevlerinde bulunan kim olursa olsun devlete emanettirler. Onlara verilen zarar “Emanete” verilen zarardır. “Emanete hıyanet” ise İslam’ın asla kabul etmediği eylemlerin başında gelir.

Nedim Şener’in katıldığı TV programında anlattıkları Adalet Bakanlığı’nın, iktidarın, iktidarın başının, onlara destek verenlerin insanlıktan ve İslam’dan ne kadar uzak olduklarının delilleri ile doludur. Pek çoğu cemaatin müridi durumundaki cezaevi görevlilerinin Nedim Şener’in kız çocuğuna reva görmeleri “İslam” adı altında iş yapanların, “Münafıklığı” bile maskara ettiklerinin en büyük delilidir.

İşin en çarpıcı tarafı ise Mehmet Ali Birand gibi birinin buna isyan edecek düzeye getirilmiş olmasıdır. Mehmet Ali Birand’ın sözünü ettiğim yazısının bir bölümü aşağıdadır. Yazının bu kadarlık kısmı bile “Çanların kulakları sağır edecek derecede” çalmaya başladığının en büyük delilidir.  Ama evladının bir Türk Sanat Müziği sanatçısını “kazaen”(!) katletmesinden, Annesi’nin hisselerini gasp ettiği bir hastanede can vermesinden, bağırsakları elinde 20-30 gün dolaşmaktan ve karnından dışkılamaktan ders almayanlara bu sözlerin ne ifade edeceğini bilemiyorum. Onlara tek tavsiyem şu yaptıklarınızı “İslam”ın ardına sığınarak yapmayın, şirke İslam’ı ortak etmeyin… Durmayın, durmanızı isteyen yok, yola devam edin ve hatta Cehennemin dibine kadar uzanan yolunuz açık olsun günümüzün Firavunları, Ebu Cehilleri…

Bugün biz oradayız, yarın sıra size gelebilir (!)

Emin olun kulaklarıma inanamıyorum. Hapishanelerimizin ve tutukevlerinin durumunu dışarıdan tahmin ederdim, ancak artık modernleştirildiği ve insani bir yaşama kavuşturulduğunu sanmıştım. Meğer durum tam tersineymiş... Silivri’den çıkan meslektaşlarımızın anlattıklarını hayretler içinde dinliyorum. Tamam, tutukevleri otel konforunda olmayabilir. Oraları idare edenler de, eğitimli işletmeciler sayılmayabilirler, ancak bu kadarı da değil... Bu ne kabalıktır? Bu ne biçim muameledir? Batı standartlarına göre Silivri, neredeyse işkence evi gibi bir duruma sokulmuş... Üstelik buralar göz önünde, bir de diğer hapishaneleri düşünün! Ne sağlıkla ilgilenen var, ne dağıtılan gıda, ne de insanoğlunun akli dengesini korumaya yönelik bir önlem var... Yüz karası bir durum.”






14 Mart 2012 Çarşamba

YILLAR ÖNCESİNDEN BU GÜNLERİ ANLATAN BİR YAZI MERHUM CEM YAREN'İN KALEMİNDEN....

TESEV
ABD-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ KONFERANSI
PAUL WOLFOWITZ’İ ANLAMAK



14 TEMMUZ 2002. CONRAD OTELİ. Paul WOLFOWITZ kürsüde. İngilizce konuşuyor. Tercümesi yapılıyor. Ama Türkçe’ye tercümenin de bir başka tercümesi var. Aşağıdaki gibi...


“Allah’a isyanım var. Ülkeniz öylesine mükemmel bir yerde ki, kıskanıyorum. Doğu ile Batı’nın, Avrupa ile Asya’nın bağlantı noktasındasınız. İstanbul ve boğazlar, stratejik konumdalar. Bu ülkede herkesin gözü var. Bizim de var; ama satın almak maliyetli, kiralamak daha iyi. Sizler burada yüzyıllardır yokluklar, sıkıntılar ve dertler arasında akıllara durgunluk verecek bir dirençle tutunuyorsunuz. Çünkü sizler, düşmanlarınızın düşmanlığına hazır ve dirençlisiniz. Ama ya bizim gibi dostlarımızın düşmanlığına?..

ATATÜRK geniş hoşgörüsü, öngörüsü ve geniş açık fikirliliği ile kendi doğum yeri olan Selanik’in Yunanistan’ın elinde kalmasını kabul etti. Geri istemedi. Yunanistan’la barış şartlarında öylesine tavizler verdi ki. VENİZELOS O’nu ‘Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdi. Şimdi sizler KEMALİST olduğunuzu iddia ediyor ve bize Ege’de, Kıbrıs’ta engel üzerine engel çıkarıyorsunuz. M.Kemal ATATÜRK kim, siz kim? ‘Aklınızı başınıza devşirin’ demek için buradayım.

Bize, ‘bizi bırakın, kendi başımıza kalalım’ diyorsunuz. Güldürmeyin bizi! Güneydoğu Avrupa’nın, Karadeniz’in, Kafkaslar’ın, Avrasya’nın, Ortadoğu’nun, Boğazların, Doğu Akdeniz’in ortasında ‘EUROSİA’dasınız. Siz ne söylediğinizin farkında mısınız? Sizden, daha doğrusu sizi siz yapan, sizin farkında bile olmadıklarınızdan vazgeçemeyiz, iç işlerinize burnumuzu sokmaktan da... Bir zamanlar size Başkan TRUMAN’ın direktifi ile USS MISSOURI’yi göndermiş ve SSCB tehdidinden kurtarmıştık. Ya kurtarmasaydık? Ya da kurtarmazsak? Bu kadar bela ve musibetin ortasında, göçüp gidersiniz. Göçüp gitmeniz de umurumuzda değil! Yaratacağınız girdap bizi de, diğer bütün ülkeleri de perişan eder.... Buna izin veremeyiz! Büyümenizi de, çağdaşlaşmanızı da istemeyiz. Aksi taktirde o harlanacak ateşiniz öylesine güçlü olur ki, bizi bile Amerika Kıtası’ndan alıp cehennemin dibine çekersiniz...

Sıkıştırıldığınızda, bunaltıldığınızda neleri başardığınızı artık gördük ve anladık. Bundan sonra, sizi sıkıştırarak değil, severek, okşayarak ‘öpeceğiz!’ Bize başka bir yol bırakmadınız. Size ihtiyacımız var. Amerikan vatandaşının kanını dökmemek, vergi mükelleflerimizin ödedikleri vergileri ‘ekonomik’ olarak kullanmak için size ihtiyacımız var! Size bedeli tarafımızdan tespit edilmiş görevler vererek, sizi hedeflerimizi elde etmek üzere görevlendirerek bunları başaracağız. Kan vereceksiniz, can vereceksiniz, gözyaşı dökeceksiniz, ‘şehit’ tabutlarını eller üzerinde taşıyacaksınız, kahramanlar yaratacaksınız ama mutlaka emirlerimizi dinleyeceksiniz... Sizin gibi ‘ucuz jandarmamız’ olduğu için BİZ; bizim gibi ‘hamisi!’ olduğu için SİZ TÜRKİYE şanslısınız, şanslıyız...

Dünyanın herhangi bir yerindeki bir soruna “Bize ne (?) diyemezsiniz.Sizin için ‘bize ne’ olan bizim için hayati önemi haizdir. Siz, bizim için o soruna, bizim adımıza ve bizim yerimize müdahil olacaksınız. Biz de bu müdahalenin nimetlerini toplayacağız. HAYIR! Diyemezsiniz. DİYET’inizi biz ödedik, ödüyoruz, ödemeye devam edeceğiz.

Biz artık çağdaşlaştık(!). Sizden de akıl aldık. Savaşı ‘BARIŞ HAREKATI’ ilan eden sizler gibi, biz de ‘İŞGAL’ kelimesini defterden sildik ve yerini ‘KURTARMAK’ ile doldurduk. Gerekirse bize EVET! demeyenleri kendilerinden de kurtarırız(!) İşgal gerekiyorsa, bunu taşeronlarımıza yaptırırız. Sonra da bu taşeronlarımızı cümle alem önünde sopalar, rezil ederiz. SADDAM HÜSEYİN’e, KADDAFİ’ye, İ.İNÖNÜ’ye, S.DEMİREL’e, İsmail Cem İPEKÇİ’ye yaptığımız gibi… Kurtardığımız ülaaae fazla asker götürmeyiz, maliyeti düşürmek için; satın alınması düşük maliyetli olan ülkelerin askerlerini yanımıza, emrimiz altına alırız. AFGANİSTAN’da olduğu gibi… Maliyeti düşük ülke ve askerleri basit ve pis işlerle uğraşırken, biz ülke yönetimlerini şekillendiririz. Kuklalarımızı görevlendirir, kendi düzenimi kurup geri çekiliriz. Adamlarımız arasında bize hizmet ederken güya kavga edenler, birbiriyle atışanlar da olmasına da dikkat ederiz ki, biri büyürken, diğeri küçülebilsin. Bir sonraki döneme küçüleni atar, büyüyeni işbaşına getiririz. Böylelikle işgal, pardon! ‘Kurtarma Harekatı’ (!) maliyetimizi düşürürüz.

Sizler bizim en mükemmel örneğimizsiniz, ama bizim başımızı en çok ağrıtan ‘Haydut Adayı’ ülkelerden de birisiniz. İslam ülkeleri, haylazlıklarınız hariç, ya Türkiye (sizin) gibi olacaklar, ya da KURTARILACAKLAR (!) Bu ülkelere Suudi Arabistan, Mısır, Libya, Sudan, Somali, Suriye, Kuveyt, Filistin de dahildir. Çünkü bu ülkelerde din adına totaliter dayatma vardır. Dayatırsak biz dayatırız, başkası kendi halkına bile dayatamaz. Ülkelerin sadece yöneticilerine değil ekonomilerine, ekonomik modellerine ve ekonomi yönetimlerine de müdahale ederiz. “BAYRAĞI TİCARETİN TAKİBİ” anlayışımızdan niye vaz geçelim ki? Uyguladığımız model Türkiye’de öylesine mükemmel sonuçlar verdi ki, Türkiye’nin AB üyesi olmasını, biz bile ısrarla ister olduk. Bu ısrarlarımızın nedenini AB ülkelerinin uyanıkları hemen anladılar, isyan etmeye başladılar. Diğerleri anlayana kadar ‘Atı alan Brüksel’i geçmiş olacak’!

Türkiye ile ilgili, net bir karar verdik. Türkiye bizim en mükemmel modelimiz. Türkiye’de ekonomik düzenlemeleri yaptırdık, yaptırıyoruz, yaptıracağız. Eküri adamlarımız o kadar bol ki ! Direnen olursa onu boğacağız ! pardon ! kurtaracağız(!) Bunun yanında siyaseti de düzenlemeye devam edeceğiz. Türkiye üzerine büyük oynuyoruz. BUSH yönetimi TÜRKİYE ile olan ekonomik ilişkilerini ‘STRATEJİK DÜZEY’e çıkartmıştır. Ekonomik dalaverelerimiz ve içinizden kiraladığımız/kiralamaya bile gerek duymadığımız insan müsveddelerinin icraatları ile ekonomik düzenlemeleri yaptırdık, yaptırıyoruz, yaptıracağız. Alman İmparatorluğu (AB) içinde ‘KOÇBAŞI’ olarak kullanacağımız Türkiye, AB ülkeleri ile, bizim adımıza ‘rekabet’ edeceği için Türkiye’yi asla istememektedirler. Artık kirli ve kirletici yatırımlarımızı sizin ülkenize yapıp doğal kaynaklarınızı, insan ve beyin gücünüzü, yaratıcı ve pratik zekanızı istediğimiz bedel ile kullanacağız. Maliyetlerimizi düşürüp, bütün dünya ekonomileri ile rekabet edeceğiz ve bu rekabetten gerekirse sizi telef etmeden, sizi ekonomik kullanarak galip çıkacağız.

Alman İmparatorluğu’na (AB) bağlı ülkelere kızıyorum bu arada, zorunlu dostlarımız (!) ellerindeki fırsatı değerlendirmiyorlar. Türkiye’yi memnun edip (!) aralarına alsalar, ya da 20 yıl sonrasına endeksli bir takvim verseler, Türkiye vasıtasıyla bir milyarlık müslüman aleminin bütün pazarlarına da sızmış olacaklar. Ama onlar ucuzcu. Türkiye’nin pazarını ‘bizim kozalarımız’ vasıtasıyla ‘bila bedel’ elde ettikleri gibi, diğer müslüman ülkelerin pazarlarını da elde edeceklerini sanıyorlar. Müslümanların yoğun olarak yaşadığı her bir ülkenin başında onlara, bu münbit pazarları ‘peşkeş çekecek’ kafasızlar, hayasızlar ve kiralıklar yok ki! Bunları ısrarla anlatmam, akıllıların dışındaki tüm Alman İmparatorluğu bağlılarını çıldırtıyor.

Onlara diyorum ki; Türkiye’de yeni tepki oylarını çekecek, kabadayı bir parti bulup destek verin, tek başına iktidara getirin, sonra da ‘diyet’inizi isteyin. Vermezlerse ‘dediğimizi yapın! Yoksa çocuklarımıza talimat verir, yeni bir 28 ŞUBAT başınıza getirir, sizi ham yaptırırız’ deyin, ürkütün. Böylelikle onları kullanıp müslüman ülkelerin pazarlarına X-7, Q-8, Y-31…adını ne koyarsanız koyun bu kutsal ad ile sızın. Ama anlamıyorlar bir türlü. Kopya da veriyorum. Ya! biz karısı bizden ve CIA’in ÇİN masasında çalışmış adamı, Avrasya konusunda deneyimli ülkemizdeki Türk diplomatını, Türkiye’ye siyasete girmeleri için boşuna mı gönderdik. Yeni kabadayı partinin önünü açacak olan diğer bir partinin Genel Başkanı ve ailesi hakkında şirketlerimizi soydu, dolandırdı diye boşuna mı tevatür yaydık ve kendisini boşuna mı bu yolla finanse ettik? Yoksa bizi dolandırmak, soymak mümkün mü? Buna kuş beyinli kuşçuklar bile katıla katıla gülmez mi? Ey uyuşuklar! Türkiye’ye Avrupa’dan, Ortadoğu’dan, Avrasya’dan değil Ankara’dan bakın. Bana hak vereceksiniz. Göreceksiniz ki Türkiye’de ‘her şeyin bir bedeli vardır’ ÜLaaaİ SATMANIN BİLE…

Sevgili (!) kurtardıklarımız (!) sabırlısınız, dirençlisiniz, kahramansınız, gözü kara; hatta, gözü kapkarasınız. Sizlere sille tokat hakaret eden beni dinleyecek ve alkışlayacak kadar, ruhsuz canavarsınız. Kıbrıs’ta direnerek, sorun çıkararak akılsızlık ediyorsunuz. Derdinizin Kıbrıs olmadığını bilmiyor muyuz sanıyorsunuz? Orada sizlere ve sizlerin tescilli satılıklarınıza peşkeş çekilen ve tapulanan arazileri kaybetme telaşı içindesiniz. Merak etmeyin oraları Rumlara verseniz de haklarınızın teminatı bizleriz. Sizlere ve topraklarınıza dokunabilirler mi? Bizim ‘kiralıklarımız’ın topraklarına değil çakıl taşına bile dokundurtmayız. Gelin ‘VERİN ! KURTULUN !’ Yoksa başınıza PKK, KADEK, ASALA veya başkalarını bela etmekten çekinmeyiz. Hepsinin ipi elimizde. Ayda 5.000.- USD bedelle satın aldığınızı sandığınız BARZANİ de, TALABANİ de bizim has maşalarımız. Artık anlayın! Beni daha fazla konuşturmayın…

Bakın! bu size son ikazlarımızdan biri. Sizin yerinize, bugün özellikle dışladığımız, hamurları sizden de cıvık IRAK TÜRKMENLERİ içindeki adamlarımızı kullanmaya başlarız. Gerekirse IRAK halkının tamamını da kullanırız. DOSTLAR (!?) SİZDEN BIKTIK ! BIKTIRDINIZ ! NE DERDİNİZ BİTİYOR, NE İSTEKLERİNİZ. Kendimizi sağlama almak zorundayız. BAŞIMIZIN PÜSKÜLLÜ BELASI OLDUNUZ ! Sizinle uğraşacağımıza SADDAM’la uğraşır onu hallederiz. Ondan sonra bizden, IMF’den, Dünya Bankası’ndan kredi isteyin, veririz (!). Bakın işte o gün size ne vereceğiz biliyor musunuz? “KOL SAATİ” (!) …Hani şu ‘Haka Dansı’ndakinden, anlarsınız ya…

Biz Türkiye’nin görüşlerine çok değer (!) veriyoruz. Söylediklerimi anladınız mı? Söylediklerimizi anlamanız çok önemli… Washington’daki meslektaşlarım benden vereceğim haber ve bilgileri bekliyorlar. Yoksa, biz istediğimizi yaparız. Bak bizim kafamızı bozmayın başınıza Condoleezza RICE’ı musallat ederiz, o zaman aklınız başınıza gelir. IRAK’a müdahale ederiz. Kendimize başka taşeronlar da buluruz. Belki bedelleri yüksek olur; o kadar. Ama ya siz? HAYIR ! derseniz bütün korkularınız, karabasanlarınız gerçek olur. Bu dost (!) olarak son tavsiyem. ‘Öpülmeniz mukadder! Kıpırdamayın bari canınız yanmasın, zevk almaya bakın.’

Belki elimizden kurtulur ve gücünüzü yoğunlaştırarak geçici başarı kazanabilirsiniz. Ama ya sonra? Siyasi alanda, bizim istediğimiz kazanır. Sarf ettiğiniz güce yazık olur. Bizim ile anlaşan yönetimde kalır, anlaşamayan gider, hem de kendi halkına boğdurtarak göndeririz…

Tarafınızı bizim yanımızda belirlemek zorundasınız. Bunu kendi halkınıza da açıklamak durumundasınız. Bizim yanımızda yer almanızı da “Terörizmle mücadele” olarak kılıflayın… Size daha nasıl yardımcı olabilirim ki? Özgürlük, barış amaçlarını ortaya sürerek bunu başarırsınız! Başarmak zorundasınız! Yoksa? Gerisini siz düşünün! Anlarsınız ya…”

Bu makale  19 AĞUSTOS 2002 Pazartesi tarihli ANAYURT ve ARENA Gazetelerinde, Cem YAREN imzası ile yayınlanmıştır.



YENİ GÜNAYDIN YAZILARIM 14

BİLMEDEN İŞLEDİĞİM EN BÜYÜK GÜNAH VE VİCDAN AZABI…

28 ŞUBAT’ın asıl BEYNİ KİM?

En son görev yaptığım askeri kurumda bir sabah önüme bir “Komutanlık Talebi” kondu. Talep zamanın Hava Kuvvetleri Komutanı’ndan E.Org. A.Ç.’den geliyordu. Bizlerden “Türk Silahlı Kuvvetleri ile Medya arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi için teklifler ve öneriler isteniyordu.

Kendi iskemlemi tekmelememe henüz karar vermediğim, Hava Harp Akademisi hakkımın elimden alındığı, başıma bir sürü “KUKLA”nın musallat edildiği günlerdi. Yazı bana havale edilmişti.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ayrılmadan bir salise öncesine kadar bütün içtenliğimizle çalışmak prensibimizdi ve bu prensibimiz, fıtratımız bizi KUKLALARIN önüne atanlar tarafından da biliniyordu. Oturdum, uzun uzun düşünerek, kendimce derin psikolojik tahlillere girerek ve medyanın o dönemdeki neredeyse tüm “fahişeleri” ile görüşerek iki alternatif program hazırladım. Ulaştığım sonuç şu idi: aslında bizden sorulması gereken şöyle olmalıydı; “Kalemini kiralayan, satan, pazarlayan medya fahişeleri (erkek-kadın-diğer fark etmez) ile Türk Silahlı Kuvvetleri ilişkilerini nasıl geliştirebiliriz?”

İki yazı metninden biri klasik bir cevap niteliğindeydi; suya sabuna dokunmayan, komutanların ruhunu okşayacak, terfi yollarını açacak, salon züppeliği puanını arttıracak türde olan bir çalışma. Diğeri ise gerçeklerin karşılığı olan ve “medya fahişelerini” avuç içine almaya yarayacak bir çalışma. Tabii ki Türk Silahlı Kuvvetleri, onlarla arayı düzeltmek için “fahişeleşecek” değildi, sadece onlara onların anladıkları dilde hitap edecekti. Yazıları, kapak sayfasına ekledim, altlarına da parafemi atıp üstüme/amirime gönderdim.

Kurum komutanının rütbesi korgeneraldi. Yazı ekleri ile önüne çıkarıldığına uzun süre tereddüt geçirdi, hangi ek ile göndereceğini düşündü. Sonunda bir karar verdi; sıradan ifadeler içeren eki asıl olarak, diğerini de “sıra dışı-uçuk” öneriler olarak tali ek olarak kapak yazısına ekletti.  Bekleme döneminde tedirgindi. Çünkü bu usul, teamüllere ve usullere aykırıydı. Nihayetinde övgü dolu bir yazı ile “Tali Ek” üzerinde daha ayrıntılı çalışılmak üzere geri gönderildi. Hava Kuvvetleri Komutanı (E)Org. A.Ç. yine “vasıflarına” uygun bir tercihte bulunmuştu. (E) Org. A.Ç. düşünce hızı konuşma hızının kat ve kat üzerinde olduğundan genelde kelimeleri yuvarlayarak konuşan, her bir cümlesi titizlikle anlaşılması için konuşması titizlikle not alınması gereken biriydi.

Bu kez teklifim, benim dışımdaki bir grup kurmay subaya havale edildi. Onlar fikirlerimi daha da ayrıntılı hale getirdiler ve Hava Kuvvetleri Komutanı’nın bilgisine sundular. Teklifimde neler yoktu ki;

·         Gazetecilere, parka, kamuflajlı er elbisesi giydirmek,

·         Karavanadan yemek yedirmek,

·         Er koğuşlarında yatırmak,

·         Er iç çamaşırları hediye etmek,

·         Künyeler vermek,

·         Palaska, postal hediye etmek,

·         Mermi çekirdekli kolyeler hediye etmek,

·         Tüfek taşıtmak,

·         Atış yaptırmak,

·         10ncu Yıl Marşı söyletmek,

·         Sabah sporlarına katılmalarını sağlamak,

·         Sahte planlarla güya “ÇOK GİZLİ” brifinglere dinleyici-izleyici olarak sokmak,

·         “Kozmik Odaları” görmelerini sağlamak… Ve daha neler neler…

Tabii ki bu tekliflerim bir de kurmay subaylarca ayrıntılandırılmış ve senaryolaştırılmıştı. Komuta katına gönderildi, sonrası sessizlik, hem de uzun süre… Teklifi yazdığımda 1996 yılının ilk yarısındaydık…

Derken 28 Şubat süreci geldi ve çattı. Planlama adeta patladı… Tüm kesimler üzerinde türevleri ile uygulamaya sokuldu. Uygulamaların mimarı aslında (E) Org. A.Ç. idi…

Kuvvet Komutanı’na karşı kadeh kaldırma…

O dönemde kurumumuzda bir plan tatbikatı düzenlendi, Ekibin içinde ben de vardım. Plan tatbikatı bittiğinde tatbikata katılan çaycı er Cafer’e bile TAKDİRNEME verildi, ben hariç. Çünkü Hava Kuvvetleri Komutanı (E) Org. A.Ç. emir vermişti. “Bu yüzbaşının defterini dürün!”

Tatbikat sonrası bir yemek verildi, akşam yemeği. Yemeğe Hava Kuvvetleri Komutanı da katılmıştı. O tam ortada oturuyordu, ben de üç masa uzağında yüzüm ona dönük ve masanın başındaydım. Birkaç kadehten sonra şarkı-türkü faslı başladı; arada sırada kadehimi havaya kaldırıp uzaktan yüzüne bakıyor, bakışlarını yakaladığımda da “Şerefe…” dercesine havada rakı bardağını tıklatıp tek yudum alıp bardağı masaya bırakıyordum. O da bana eşlik ediyordu, ne de olsa “İdamlık olan bir yüzbaşının son dileğiydi” bunlar… Her tekrardan sonra eğilip yanındaki korgenerallerden birine bir şeyler söylüyor, sonra da bana bakıp “Yedim seni” dercesine sırıtıyordu… Sonradan öğrendim ki yanındaki korgenerale şu rahatsızlığını dile getiriyormuş; “Adamı idam sehpasına gönderiyoruz el birliği ile onun umurunda bile değil, bir de küstah, benimle havada rakı tokuşturuyor. Herkese söyleyin, bir an evvel dosyasına gerekli evraklar girsin, işini bitirin…” Çaycıya bile verilip bize verilmeyen “Takdirname”nin sebebi de buydu. Çünkü asacağın adama giderayak “Takdirname” verirsen bir göğsü kıllı çıkıp şu soruyu sorabilirdi “maden bu kadar disiplinsiz biri, bu takdirname de neyin nesi?”…

Son…

Onlar, yani Hava Kuvvetleri Komutanı ve emir kulları, kuklaları beni asılmak üzere “Kıpti”ye teslim etmeden önce ben kendi sandalyemi tekmeledim ve “Dikili ağacım” dahi yokken Türk Silahlı Kuvvetleri’ni terk ettim. O mutluluğu (!) onlara yaşatmadım…

Bu gerçeği ilk kez burada sizlerle paylaştım.

Cehennemin en büyüğünü kaç yıldır yaşıyorum, vicdan azabı dayanılmaz bir halde… İstemeden de olsam 28 Şubat’ta bazı uygulamaların ana fikri benim planlamalarımdan alındığı için… Planlamalarım amacı dışında kullanıldığı için…

Şimdilerde o zamanın “fahişe” gazetecileri daha da “Fahişe”, o dönemde “Askercilik” oynarken çocuklar kadar mutlu görünen “Fahişeler” şimdi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hala düşmanı… Ve bu günlerde 28 Şubat’ın Mimarı olarak hala aslında çok iyi bir KUKLA olan (E) Org. Ç.B. biliniyor… Ama 28 Şubat’ın gerçek mimarı o değil…

Yani bu günlerdeki “Karşı Devrim” hareketinin önünü açan, bu iktidarın yollarına taş döşeyen Ç.B. değil, A.Ç…

Şimdilerde SİLİVRİ’de ve HASDAL’da esir edilenlerin gerçek esaret nedeni de bu yazıda saklı. Layık olanları, soran, araştıran, düşünenleri değil de genellikle “Salon züppeleri”ni daha da neti “Fahişeleri” terfi ettirmeleri, onlara yüksek sicil vermeleri, onları “Mümtazen terfie” layık görmeleri…












9 Mart 2012 Cuma

YAKINPLAN.TV YAZILARIM 2

Ülkenize KAÇAK olarak giren bir gazeteci, sizce “Hırlı mıdır?” Mary COLVİN gerçeği…

Çuvaldızı kendimize…

Evinize biri girse ve evinize başkalarının girmesi için camları, kapıları açmaya başlasa ve tam o sırada sizin evinize giren hırsızı, uğursuzu savuşturmak için ateşlediğiniz silahınızdan çıkan bir mermi, hırsıza-uğursuza kapıları açan kişiye tesadüfen isabet etse ve o da ölse… Mahkemede ya da karakolda kendinizi nasıl savunurdunuz?

“Tabancam bulundurma ruhsatlı, evimde birileri cirit atıyor ve bunların içeri girmesine de biri yardımcı olmuş. Ben hırsızları kaçırmak için havaya ateş açtım ama tavandan seken mermi gidip onu vurmuş. Hem nefsi müdafaa, hem de meskenimi tecavüzden koruma ama sonuçta kaza… “ mı dediniz? Yoksa “Ben katilim, evime giren masumu (!) öldürdüm mü?”

Gazeteci Mary COLVİN, Humus’taki bir evde Remi OCHLİK ile birlikte kalıyordu, Suriye Devlet güçlerinin açtığı ateş sonucu Şubat ayında ölmüştü. Bizdeki paçavraların, aptal kutularının tamamı konuyu “Suriye’de gazeteciler öldürüldü” hatta “Katledildi” çizgisine taşıyıverdi. Aktarılan bilgileri okuduğunuzda karşınızda şöyle bir gerçek durmaktaydı: ‘Mary COLVİN, Suriye’ye yasal usullerle ve resmi yolla girmişti ve Suriye Devlet güçleri de onu kasten öldürmüşlerdi.’ Bakıyorum bu günlerde bile gerçekleri hala yazan yok, gerçekleri dillendiren yok. Hatta olan biteni ima eden de yok.

Suriye’ye Kaçak Olarak Giren Gazeteci: Mary COLVİN

Mary COLVİN de Suriye’ye yasal yollarla değil, yasadışı yollarla girmiş ve gazeteciliğine gazetecilik katmak için sözde “Muhaliflerin” yoğun olarak bulunduğu Humus’a yerleşmişti. Bizde de dünyada da Küresel Eşkıya’nın “Emir kulu” durumundaki medya unsurlarının “Muhalifler” adını verdikleri “İşbirlikçiler”e lojistik destek sağlayan medeni (!) batı, bir de onun gibilerin yanına “Mücadelelerini” (!) allayıp pullamak adına gazeteciler de gönderivermişti. Görevleri buydu. Yani Suriye’deki sözde “Özgürlük Mücadelesi”ni çarpıcı bir biçimde Dünya Kamuoyuna aktarmak… Ne yazık ki Mary COLVİN de “Ücretli” ve “Özel” görevlilerden biriydi…

Hâlbuki Suriye Arap Cumhuriyeti, ülkeye gelmek için başvuruda bulunan bütün gazetecilere o güne kadar gerekli izni vermişti. Ama nedense Mary COLVİN, ülkeye kaçak girmeyi tercih etmişti…

Mary COLVİN’in ölümünden sonra yaşananları da kimse dile getirmemişti. Hadi diyelim ki Türkiye’de bir iktidar terörü estiriliyor ve neredeyse tüm gazeteciler bu terör nedeniyle sindirilmiş durumda, peki ya bütün dünyada da aynı terör mü var? Kimse söylemiyor, söyleyemiyor ama Türkiye’de olduğu gibi neredeyse bütün Dünya’da “Seviyesizlik” ve “Onursuzluk” zirve yapmış durumda. Neredeyse medya unsurlarının tamamı “Vicdan” ile “Cüzdan” arasına sıkışıp kalmış, nefes dahi alamaz durumda. Ama gerçekler de taş gibi ortada. Gerçekleri bilen biliyor ama saklıyorlar, kimi korkudan kimi gerçeklere olan alerjisinde kimi de tamamen “Duygusal” nedenlerden… Üzücü ölüm olayından sonra gazetecilerin ve cenazelerin çıkarılması için Suriye Arap Cumhuriyeti Suriye Kızılay Örgütü’ne ve Uluslararası Kızılhaç Komisyonu’na izin vermişti. Ama “Muhalif” adı verilen eli silahlı “İşbirlikçiler” buna engel oldular. Bölgedeki bazı gazeteciler de buna asla yanaşmadılar, çünkü onlar da Suriye’ye kaçak yollarla girmişlerdi. Kendilerini oraya sokanların, kendilerini oradan çıkaracaklarına o kadar inanmışlardı ki kendilerine uzanan tarafsız elleri bile ısırmaktan çekinmediler.  Hatta yaralıları almak üzere Suriye Arap Cumhuriyeti’nin bölgeye gönderdiği helikoptere, “Muhalif” adı verilen “İşbirlikçiler” izin vermediler.  Ne de olsa onlar Napolyon’u her eylem ve söylemleri ile haklı çıkarmak için çabalıyorlardı; ne demişti Napolyon: “Para en çok kanın oluk oluk aktığı anda kazanılır.” Kuvvetle muhtemeldir ki Mary COLVİN de tasını “Melanet çeşmesi”nden doldurmak için orada bulunuyordu…

Bir kez daha çuvaldız kendimize…

Bir ülke düşünün, kendi sınırları içinde “Bölücü teröre” karşı tankla, topla, uçakla, bombayla güya mücadele ediyor. Arada sırada çıkıp “Dış destekten, dış şer güçlerden” dem vuruyor, güya onları “Lanetliyor”…  Ama aynı zamanda kendi içindeki “Bölücü terörü” destekleyenlerin desteklediği “Muhalif” olarak dillendirilen görünürde Suriyeli “İşbirlikçileri” destekliyor, yüreklendiriyor ve hatta onlara silah, mühimmat ve istihbarat yardımı yapıyor… Siz olsanız böyle bir komşuya güvenir misiniz? Eğer zerre kadar “Onur” sahibiyseniz, Mary COLVİN gerçeğini yazmayan paçavralara ve gerçeği dillendirmeyen aptal kutularına itibar eder misiniz?

Önceleri sıfatımız “Adalet”ti, şimdilerde ise “Vefasız, dönek, alçak, kalleş…”

Başta Suriye olmak üzere “Arap Baharı” adı altında bütün Ortadoğu karıştırılmadan önce ne zaman Ortadoğu’ya gitsem bizleri “Adalet geldi” diye karşılarlar, 80-90 yaşındaki nur yüzlü ihtiyarlar ellerimizi öpmek üzere hamle yaparlardı. Öpecekleri el aslında bizim elimiz değildi, “Adalet”in eliydi… Kuklacı emretti ve bütün kuklalar görevlerini ifa etmeye başladılar, kuklalar Küresel Eşkıya’nın komutları ile hareket eder oldular. Ortak Bakanlar Kurulu toplayanlardan biri de Kuklacı’nın has kuklalığını başkasına kaptırmamak için harekete geçti ve artık bizim sıfatımız o coğrafyada “Vefasız, dönek, alçak, kalleş…” oldu…

Şimdi herkes şapkasını önüne koyup düşünmeli derim. Komşusunun ırzına, namusuna, canına, malına kasteden “Eşkıya”ya destek veren komşuya siz olsanız itibar eder misiniz? Ülkenizde, devlet yönetimini bu Kuklalara emanet eder misiniz? Onursuz değilseniz, yaratık değil de insansanız bu sorulara “Evet” diyebilir misiniz?

3 Mart 2012 Cumartesi

YAKIN PLAN YAZIRLARIM 1 www.yakinplan.tv

İsrail’in Olası İran Operasyonu

İsrail, İran’ın nükleer faaliyetlerinden en çok rahatsız olan ülkelerin başında yer alması kimse tarafından yadırganmamaktadır. İsrail “Teknik Devlet” olarak “Misli ile mütekabiliyet” prensibi ile hareket etmekte ve kendince “Yaşam mücadelesi” vermektedir. Bu “Yaşam mücadelesi” ise İsrail’i “Eşkıya Devlet” statüsüne yükseltmektedir. Bir avuç toprakla başladığı işgal hareketi sonucu Filistin toprakları artık “İsrail” olarak anılmaya başlanmış ve hatta kanıksanmıştır.

İsrail tarihinde en büyük darbeyi 2006 yılında Lübnan Hizbullah’ından almış, adeta rezil olmuştur. Bütün modern silah sistemlerine ve mühimmata sahip olmasına rağmen Lübnan Gerillaları karşısında “Acınacak” hale düşmüştür. İsrail bu olayı unutmamış, Lübnan Hizbullah’ına en büyük desteği veren Suriye ve esas aktör İran’a karşı “İntikam” histerisi ilen kıvranmıştır. İran’ın “Nükleer” faaliyetleri, İsrail’in bu takıntısını gerçekleştirmesi yolunda ciddi imkânlar yaratmıştır. Küresel Eşkıya ve onun diğer unsurları İsrail’i bu konuda öne sürmekten çekinmemiştir. Günümüzde Hürmüz Boğazı ve hatta Doğu Akdeniz fitili ateşlenmeye hazır bir bomba durumundadır. Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’nin en önemli ayakları bölgedeki “Truva Atı”nın büyük katkıları ile “Arap Baharı” adı altında gerçekleşmiş ve en önemli safhaya gelinmiştir. Hedefte İran ve dolayısıyla Suriye vardır.

İsrail aslında İran’a karşı bir operasyon yapmak adına yıllardır eğitimler yapmakta ve özellikle 2004 yılında AKP iktidarının da büyük desteği hayata geçen İsrail-NATO anlaşması kapsamında 3ncü Ana jet Üs ve eğitim alanı Konya Ovası’nda bu operasyonun taktik çalışmalarını yapmaktadır. NATO ve İnsansız Hava Aracı bahaneleri ile Batman, Muş meydanlarını kullanmakta, Diyarbakır 2nci Taktik Hava Kuvvet Komutanlığı ile 8nci Ana Jet Üs kolaylıklarını sınırsızca kullanabilmektedir.

İsrail günümüzde bütün taktik eğitimini tamamlamış, siyasi havanın iyice olgunlaşmasını bekler hale gelmiştir. İran İslam Cumhuriyeti bu güne kadar mükemmel diplomatik manevralarla İsrail’i diken üstünde tutmakta ve adeta “sür-antrene” haline getirmeye gayret göstermektedir.

İsrail’in İran’a karşı yapacağı bir operasyon, bölgede telafisi mümkün olmayan bir süreci başlatacağı gibi ciddi sonuçlar da yaratabilecektir. İsrail bu operasyonla ABD’deki Evanjelik ve Neo - Con unsurlarla birlikte çalışarak Sünni-Şii çatışmasını da başlatmak istemektedir. Bu nedenle operasyonda Türkiye’nin takınacağı tavır son derece önemlidir. Türkiye yapı olarak İsrail’in İran’a karşı yapacağı bir operasyona asla destek vermeyecektir. İsrail bu gerçeği bildiğinden “Hile” yolunu kullanarak bu karşı koyuşu sıfırlamak ya da etkisizleştirmek isteyecektir. Türkiye açısından konunun en önemli kısmı da budur.

Bu çalışmamızda olası bir İsrail Operasyonu’nun görülmeyen ve gösterilmeyen yönlerine temas etmek istedik. Klasik bir operasyon analizinden daha çok kapalı kapılar ardındaki gerçekleri sizlerin gözlerinizin önüne koymak istedik. Bu nedenle de hedef analizi ve hedefe taarruz taktiklerini bir kenara bıraktık.

Suriye Hava Savunma Sistemlerinin Zafiyeti

2006 Haziran ayında Başkan Beşşar ESAD’ın yazlık sarayı üzerinden alçak uçuş yapan İsrail uçakları Suriye Hava Savunma sisteminin zafiyetini tüm çarpıcılığı ile ortaya koymuştur. Suriye’nin Haziran 2006’dan bu yana yeni bir Hava Savunma Sistemi edindiği konusunda bilgi de mevcut değildir. Bu haliyle Suriye Hava Sahası İsrail’in İran’a karşı yapabileceği muhtemel bir operasyonda kullanılabilir. İsrail operasyon güçlerinin aşması gereken ikinci engel durumundaki Irak Hava Sahası halen ağırlıklı olarak ABD kontrolündedir. Yani ikinci engel de “engel” olmaktan çıkmış durumdadır. Ancak, İran bölgede oldukça iyi örgütlenmiş durumdadır. Irak içinde yaklaşık 115 ayrı noktada “İran Gözetleme İstasyonları” mevcuttur. Bu istasyonlar üstün teknoloji ile donatılmamışlardır ama etkin durumdadırlar. İstasyonların etkin olması pek fazla bir şey ifade etmese de “etkili” olabilecekleri gözden uzak tutulmamalıdır. Bu tür bir operasyonda “erken ihbar” çok önemlidir. İsrail her türlü teknolojik üstünlüğe sahip olsa da, karşısında elektronik donanımı olmayan bir ihbar sistemi İsrail’in ve/veya müttefiklerinin bölgedeki elektronik karıştırma ve kontrolünü zorlayacaktır. Hatta belki de İsrail uçakları İran Hava Sahası’na girmeden az önce İran Balistik Füzeleri büyük bir demet halinde İsrail’e yönlenebilecektir. 

İran her halükarda, Suriye-Irak üzerinden gelebilecek İsrail ataklarına karşı sınırın belli bölgelerinde ciddi tedbirler alacaktır. Bölgeden alınan duyumlar, bu tedbirlerin alındığı ve yoğun “tatbikatlar” yapıldığı yönündedir. Ayrıca İran, internet üzerinden elde ettiğini iddia ettiği bilgisayar yazılımları yolu ile daha önce ABD hava unsurlarından çok etkili elektronik sistemlere sahip olan bazı hava araçlarını ele geçirmeyi başarmıştı. Kısaca İsrail operasyon güçleri İran Hava Sahası’nda hatta Irak Hava Sahası’ndan itibaren ciddi sürpriz tedbirlerle karşı karşıya kalacaktır. Bu nedenle de İsrail saldırı unsurları yanında, rota üzerindeki ve hedef bölgelerindeki hava savunma sistemlerini susturma, etkisiz hale getirme ve gerekirse yok etmek için taarruz paketlerini özenle oluşturmak zorundadır.

Geçmiş tecrübeler, İsrail’in hasımlarının elindeki hava savunma uçaklarının etkili olmadığını ortaya koymuştur. Ancak İsrail, her ihtimale karşılık taarruz paketlerinde elektronik karıştırma özelliği olan uçakların yanında av uçaklarına da yer vermek zorunda kalacaktır.

Yukarıdaki bütün şartlar göz önüne alındığı taktirde İsrail operasyon unsurları (AAY) taarruz profilini kullanabilecektir. Yani hedefe kadar alçak uçuş; hedef bölgesi alçak uçuş; hedeften dönüşte ise yüksek uçuş profili ile operasyonunu tamamlayacaktır.

Bazı stratejistlerin dile getirdiği Ürdün, Irak rotasının Suriye-Irak Rotası’nı gizlemeye yönelik bir operasyon olduğunu düşünmemek akılcı olmaz diye düşünüyorum. Çünkü İsrail hiçbir operasyonu maketler üzerinde denemeden ve başarmadan böylesi bir operasyona girişmeyecek kadar birikime sahiptir. Son dönemde İsrail’de düşen F-16I, bu tür manevralardan birini başaramadığından çöle çakılmıştır. Ki İsrail Türkiye’de 3ncü Ana Jet Üs imkanları ile Konya Ovası’nın özelliklerini kullanarak olası bir İran Operasyonu için neredeyse yıllardır çalışmaktadır. İsrailli pilotlar bölge yer seviyesi +300 feet ile “Alçak Profil” uçuşlarında bölgedeki Hava Kuvvetleri arsında –Türkiye de dahil- en yetkin pozisyondadırlar.       

Türkiye’nin de olaya karıştırılma ihtimali

İsrail için sürpriz riskler içeren bu operasyon sürecinde Türkiye’nin İsrail’in yanında açıkça yer alması iktidar için “hesabı” zor verilir bir durum yaratacaktır. Böylesi bir gelişme iktidarı bir anda çökertebilecek bir süreci de tetikleyebilir. Bu nedenle İsrail iktidarın elini güçlendirmek ve hatta olaydan karlı çıkabilmesini sağlamak amacıyla değişik “danışıklı dövüş” yollarına başvurabilir. Bunlardan en yüksek risk taşıyanı, operasyon güçlerinin kuyruk, kanat işaret ve numaralarının Türk Hava Kuvvetleri unsurlarına benzetilerek harekata gönderilmesi ve uçaklar arası konuşmaların elektronik karıştırma, aldatma teknikleri ile “Türkçe” olarak İran, Irak, Rusya hava savunma sistemlerine dinletilmesidir. Bu Türkiye için yeni bir “Goben-Breslav” oldu bittisidir. Küresel Eşkıya’nın istediği Türkiye-İran çatışmasını da yaratacak olan bu oldu bitti, bütün dünyayı felakete sürükleyecek bir şeytanlıktır.

İkinci olasılık ise İsrail’in İran Hava Sahası’na girmeden ya da girdikten sonra İsrail üzerine gönderilecek balistik füzelerin rotalarının İsrail’den Türkiye’ye doğru kaydırılmasıdır. Bu teknoloji İsrail’in de müttefiklerinin de elindedir. Zaman zaman İsrail generalleri ve taktisyenleri bu tür gelişmenin yollarını temizlemek amacıyla kamuoyunu hazırlayıcı demeçler vermektedirler. Yönlendirilmiş füzelerin özellikle Türkiye’de “iç savaş” yaratabilecek” etkileri tetikleyecek alanlara yönlendirilme ihtimali çok yüksektir.

Son dönemlerde iktidar ile İsrail, Küresel Eşkıya ve ABD unsurları arasında İran’a karşı yapılacak operasyon konusunda seri gizli görüşmeler yapılmaktadır. İsrail uçaklarını Batman ve Muş Hava Meydanlarından operasyona göndermeyi istemektedir. Yani Kuzey Rotasındaki İsrail-İran sınırı arasındaki dolambaçlı rotayı ortadan kaldırmak ve hedef bölgelerinde daha uzun süre kalabilmek adına bu talebini iktidara iletmektedir. Eğer operasyonda Batman ya da Muş havaalanları İsrail tarafından kullanılırsa yaklaşık 675 denim millik bir mesafe kazanılacaktır. Bu durumda da İsrail İran içindeki tüm nükleer tesisleri vurabilecek “harekât yarıçapı”na sahip olacaktır. İktidar ise bu teklife “hayır” diyebilme şansını çoktan kaybetmiş durumdadır. Kısaca “teklif”ten daha çok “şantaj” söz konusudur.  

Üçüncü ihtimal ise operasyona katılan uçakların Muş, Batman ya da İncirlik havaalanlarına inmeleridir. Böyle bir durumda da Türkiye ile İran arasında telafi edilemez gelişmeler ve hatta çatışmalar yaşanabilecektir. Türkiye bu oldu-bittiye de çok yakındır; aslında “oldu-bitti” den daha çok danışıklı dövüşe.

Son MİT-YARGI-İKTİDAR üçgeninde gelişen olaylar, Türkiye’de pek çok üst düzey noktaya verilen “ciddi bir gözdağı” niteliğindedir. Bu operasyonu ise hiç kimse “Küresel Eşkıya”nın bilgisi ve/veya onayı dışında gerçekleştiremez. Operasyonun zamanlaması ise çok ince bir zeka ürünüdür.

Bu süreçte en önemli olasılıklardan biri de iktidarın başının kanser nedeniyle ölümü halinde, o günlerde yaşanacak karışıklık esnasında bu operasyonun gerçekleşmesidir. İktidarın başının yitirildiği bir ortamda iktidar partisi ve/veya iktidarın işbirlikçi unsurları tarafından sindirilmiş devlet güçleri hangi etkin tedbiri alabileceklerdir? Türkiye’de yaşanacak siyasi çalkantı ve kaos İsrail için en uygun operasyon zamanlaması olacaktır. Böylelikle de “ne şiş yanacaktır ne de kebap”. Bu tür bir gelişme sonrasında ise Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sistematik olarak sabote edilen onuru ve saygınlığı ise tamamen yerle bir edilmiş olacaktır. Halihazırdaki Türk Silahlı Kuvvetleri yönetim kademesi, böyle bir gelişmeye karşı koyabilecek morale, kararlılığa ve güce sahip görünmemektedir. 

İran etkisi ve gerçeği

İran uluslar arası ilişkilerde, kendine özgü bir tavıra sahiptir. Gerginliği çok iyi kullanan İran, uluslar arası ilişkilerde hasmını “felç” edebilecek manevraları çok iyi yapabilme yeteneğine sahiptir. İsrail taktisyenlerini, İran’a yapılacak bir operasyondan daha çok İran’ın bu yeteneği düşündürmektedir. İsrail’i düşündüren bir başka konu ise İran içinde harekete geçirilmesi düşünülen “işbirlikçi” unsurlara karşı İran’ın sürekli ve sessiz operasyonlar yapmasıdır. İsrail, halihazırda İran içinde görüştüğü ve beslediği unsurların ne kadarının gerçekte kendisine destek vereceğinden emin değildir.

İsrail için bir başka tehdit ise 2006 yılında kendisini dizlerinin üzerine çökerten Lübnan Hizbullah’ıdır. Muhtemelen operasyon ile birlikte Lübnan Hizbullah güçleri de İsrail’e karşı harekete geçecektir. Yani İsrail en az iki cephede çatışmaya girmek durumunda kalacaktır. Mevcut şartlar altında İsrail bölgede yapayalnızdır. “Truva Atı”nın İsrail’i açıkça desteklemesi söz konusu olamayacağına göre, İsrail’in “Truva Atı”nı harekete geçirme manevraları yapması neredeyse kesin gibidir.  

Bu süreçte en önemli unsur, sesiz ve derinden giden İngiltere’nin operasyona vereceği destektir. İngiltere’nin MI-5 ve MI-6’inin yayınlarında etkin olduğu medya unsurları bu operasyon için kamuoyu oluşturmaya çalışıyor gibi görünseler de operasyon sonucuna yönelik çalışmaları dikkat çekiyor. İngiltere böyle bir operasyonda hem İran’ın hem de İsrail’in ağır zayiat almasını istiyor. Aksi taktirde İsrail, İngiltere’nin Ortadoğu ve Avrasya’daki menfaat ataklarında çok büyük bir engel gibi görünüyor. İran’ın bu nükleer varlığı ile süreci sürdürmesi, İngiltere için en az İsrail kadar tehlikeli. Türkiye’ye kamuoyu huzurunda ve bambaşka bir görünüm altında Genel Valisini atayan İngiltere’nin Ortadoğu’daki İsrail-İran-Türkiye dengelerinde söz sahibi olabilmesi de bu beklentiye bağlı. Bölgede birbirini hırpalamış İran ve İsrail, Genel Vali etkisindeki bir Türkiye İngiltere’nin en büyük özlemi gibi. İsrail’de bazı stratejsitler, İran’ın ABD’ye ait mükemmel donanımlı hava araçlarını ele geçirmesinin arkasında program desteği ile İngiltere’nin yer aldığından söz ediyorlar. Hatta, bu “crack” programlarını Hintli bilgisayar yazılım uzmanlarına yazdırdıklarını dahi dile getiriyorlar. Bu tür bir operasyon akılcılıktan hiç de uzak değildir. Vakti zamanında kendi ajanlarını kurtarmak için İngiliz Deniz Piyadeleri’ni[i] İran Silahlı Kuvvetleri’nin eline vererek tuzağa düşüren ABD ve İsrail, hesabı ödemek ile karşı karşıyadırlar.  

[i] ASLINDA NE OLDU????
İran ve İngiltere arasında yaşanan “tutuklu askerler” krizi bir örtüydü… Aslında “kriz”, (!) İranlı ve Amerikalı ajanların takasına perde oldu…

Dünya GPS sisteminin (Coğrafi Pozisyon Sistemi) kontrolü ABD’nin elindedir.
ABD, İngiltere’nin Irak’tan “asker çekme” densizliğini (!) cezalandırmak ve aynı zamanda da; İran İslam Cumhuriyeti tarafından yakalanan nitelikli 31 ABD Ajanı’nın değiş tokuş işlemleri için İngiliz Deniz Piyadeleri’ni tuzağa düşürdü.
İşin en ilginç yanı, bu cezalandırmadan ya da operasyondan İngiliz Başbakanı, İngiliz Genelkurmay Başkanı ile MI-6’nın patronunun haberlerinin olmasıydı.
Geçici bir süre için 3 KNOT (Deniz Mili) doğuya kaydırılan GPS değerleri, 15 İngiliz Deniz Piyadesinin İran kuvvetlerince alınmasından sonra eski haline geri çekildi. Bu durumda, İngiliz askerleri ellerindeki değerlere göre İran sularında değil Irak sularındaydılar; onlar öyle biliyorlardı…
15 rehine asker için İngiltere ile İran arasında olaylar tırmandırılırken, geri planda çok daha büyük bir operasyon yapılıyordu. ABD bu operasyonu açıktan açığa yapmayı göze alamadığından; İngiliz askerlerini yem olarak kullandı. Buna da Tony Blair ve iki üst düzey daha “göz yumdu”.
Aslında yapılan, İran’ın esir aldığı çok değerli 31 ABD istihbarat elemanı ile ABD’nin esir aldığı 12 İran istihbaratçısının değişimi operasyonuydu.
ABD Temsilciler Meclisi Başkanı PELOSİ, aynı dönemde Suriye Arap Cumhuriyeti’ne gelmiş ve Beşşar ESAD’ı bir tam gün beklemek zorunda kalmıştı. Çünkü Beşşar ESAD Halep’te Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ile Fenerbahçe’nin maçını seyrediyordu. Amerikalıya zaman ayıramazdı. PELOSİ’nin de Beşşar ESAD’ı beklemekten başka bir seçeneği de yoktu.
Bu durum, Ortadoğu’da düğümlerin çözümünü kolaylaştırmak için Türkiye’ye gelmesi gereken PELOSİ’nin; Suriye Arap Cumhuriyeti’nin ayağına gitmesi Türkiye’deki iktidara, ABD’nin yani Küresel Eşkıya’nın nasıl baktığının önemli bir işaretiydi.
Esirler için devreye giren iktidarın başı, “bayan tutuklu” konusunda İran resmi ağızlarından aldığı teminatı İngiltere’ye iletti. Ancak, İngiltere olayı tırmandırarak iktidarın başını “yalancı ve zavallı” haline düşürdü. Ardından konu PELOSİ tarafından Beşşar ESAD’a iletildi ve sorun çok kısa sürede çözüldü.
PELOSİ’nin görevi Beşşar ESAD’dan ricacılık ve “ajan takası”na nezaretten başka bir şey değildi. Sonunda, Başkan ESAD’ın sayesinde ABD ajanlarına, İngilizlerin Deniz Piyadeleri’ne kavuşmasından önce kavuştu.
Kısaca, yanı başımızda dünya neredeyse alt-üst olurken; Türkiye, iktidarın başının kaprisleri ve iktidar partisi içindeki çekişmelerin girdabında “kayda alınmayan ülke” konumuna kadar sürüklenirken; Suriye Arap Cumhuriyeti, Baba ESAD dönemindeki gibi, Oğul ESAD sayesinde de yine “diplomasi” ihraç eder hale geldi.
İşte bir krizin perde arkası ve Türkiye adına yaşanan rezillikler…

 
NİSAN 2007 (Bu yazı Nisan 2007'de ANAYURT Gazetesi'nde yayınlanmıştır)

“Kuzey Rotası” “Yolgeçen hanı” gibi…
06 Eylül 2007 tarihinde Hatay’ın Hassa ilçesi ile Gaziantep Oğuzeli ilçelerinde iki adet “Centerline” adı verilen gövde altı boş yakıt tankı bulundu. Gazetede yayınlanan fotoğraflardan ve yerinde yapılan incelemelerden anlaşıldı ki her iki harici yakıt tankı İsrail Hava Kuvvetleri’nin envanterindeki F-15I uçaklarına aitti. Sonradan yapılan açıklamalarda F-15I’lar Suriye’nin doğusunda yer alan Dayr-Ez Zavr’da bir hedefe havadan yere 4 füze attıkları anlaşıldı. Elde edilen bilgiler F-15I’ların 3’lü kol olarak taarruz ettikleri yönündeydi. Toplam dört füze ama üç uçak… Bu olaydan da anlaşılıyor ki F-15I'lardan biri muhtemelen Elektronik Karıştırma (EKT ve EKKT) yapmak için görevlendirilmiş, geri kalan iki uçak ise ikişer füzesini hedefe ateşlemişlerdi. Hava Savunması oldukça zayıf olan ve hedefi de neredeyse tamamen ortada olan Suriye’deki bir operasyona gönderilen 3 uçak, aslında İsrail’in operasyon prensiplerini ortaya koymaktaydı. Ancak, yapılan saldırı ve Türkiye topraklarına bırakılan iki “Centreline” yukarıdaki tezimizi doğrular nitelikteydi. Çünkü elektronik karıştırma (EKT ve EKKT) uçağı sadece elektronik podlar taşıdığından “Centerline” kullanmamıştı. Diğer iki uçak ise yüklü olduklarından “Centerline” kullanmak zorundaydılar. Ancak, yere atılmış yakıt tanklarının gazetelere yansıyan görüntüleri kafaları karıştırmaya da müsaitti. Yaklaşık 220- 250 deniz mili sürati uçan uçaklardan atılmış harici yakıt tanklarının neredeyse atılma izi taşımamaları oldukça manidardı. Belki de bu tanklar oralara kafaları karıştırmak amacıyla bırakılmışlardı. Çünkü Akdeniz girişi ile Suriye’de operasyon yapıp yine aynı rota izleyerek geri dönmek konusunda İsrail F-15I’larının “Centreline” kullanmalarına gerek yoktur. İşin “Şeytani” noktası da budur.  

O zamanlar ele aldığımız ve yazdığımız bu operasyon aslında bir aldatma operasyonuydu. İsrail Hava Kuvvetleri Ürdün-Suudi Arabistan hava sahalarını geçerek, olası bir harekâtın profil ayaklarını denemişlerdi. İran’a güney hattından giren İsrail uçakları İran Hava Sahası’nı kat ederek Türkiye’ye giriş yapmışlar, oradan da Suriye-Türkiye sınırından uçarak Akdeniz’e çıkmış ve oradan da üslerine dönmüşlerdi. İran Hava Savunma Sistemleri, bu taktik kolu görmüş olmasına rağmen, daha önceden elde ettiği istihbaratı tam olarak değerlendirerek özellikle reaksiyon vermemiş ve İsrail’in yanılması için elinden geleni yapmıştı. Muhtemelen taktik kol Suudi Arabistan hava sahasının sonunda tanker uçaklardan yakıt ikmalini prova etmiş, ardından da Türkiye sınırında aynı provayı tekrarlamıştı.
Her ne olursa olsun Türk Hava Savunma sistemleri tarafından da tespit ve teşhis edilen bu İsrail Taarruz Kolu’na müdahale edilmemişti. İşte bu nedenle Türk Hava Sahası, bilinen ya da bilinmeyen nedenlerle İsrail Hava Kuvvetleri için “Harman yeri” durumundadır. Belki de bu “tepkisizlik” “One minute” senaryosunun da bir parçasıdır. Öyle ki 23.10’da Mardin Radarı tarafından, 23.15’te Diyarbakır Hava Kontrol Grup Radarı tarafından, 23.19’da İskenderun Radarı tarafından tespit ve teşhis edilen bu Taktik Kol, elini kolunu sallayarak Akdeniz’e ulaşmış ve oradan da üslerine geri dönmüşlerdi. İşte aslında savcıların araştırması ve üzerine gitmesi gereken konulardan biri bu olmasına rağmen, nedense “Üç maymun” oynanmış ve hem “Askeri” hem de “Siyasi” sessizlik “Tezgâh”ın ne kadar sağlam kurulduğunu açıkça ortaya koymuştu. Özellikle 2nci hava Kontrol Grup Komutanlığı’na ev sahipliği yapan Diyarbakır 2nci Taktik Hava Kuvvetleri’ne bağlı 8nci Ana jet Üs’de konuşlu F-16’lara “Kalk ve önle emri” verilmemesi, Kuzey Rotası için “Yolgeçen hanı” tabirimizi haklı çıkarmaya yetip artmaktadır.  

İSRAİL’in Benzer “Özel Operasyon” geçmişi

·         1976'da İsrail Özel Kuvvetleri havada yakıt ikmali yaparak 4 bin kilometre uzakta, Uganda'nın Entebbe havaalanına operasyon yaptı. Görünürde “Filistin Kurtuluş Örgütü ve Alman Kızıl Tugayları” tarafından kaçırılan rehineler kurtarıldı (!) Operasyon esnasında havaalanında ikazlara rağmen ortadan kaybolmayan Uganda askerleri öldürüldü.
·         1981'de Irak'ın inşaa ettiği Osirak nükleer reaktörü F-15 ve F-16 uçakları ile vuruldu. Bin 100 kilometre uzaktaki hedef imha edildi. İsrail uçakları yedek yakıt tanklarını Suudi Arabistan çölüne bıraktı.
·         1985'te İsrail Hava Kuvvetleri'nin hedefi, Tunus'taki Filistin Kurtuluş Örgütü karargâhı oldu. İsrail F-15 ve F-16'ları yine havada yakıt ikmali yaparak 2 bin 3 yüz kilometre uzaktaki karargâhı vurdu. 60 Filistinli gerilla öldü.
Rus Teknolojisi ile İsrail Teknolojisi
Haziran 1982’de İsrail Hava Kuvvetleri Komutanı General David IVRY komutasındaki İsrail uçakları Bekaa Vadisi’ndeki operasyona değişik tipte 100 İsrail uçağı katıldı. Bu operasyon esnasında 19 SAM (yerden havaya füze savunma sistemi) imha edildi. 82 MİG çağı düşürüldü. İsrail uçakları zayiatsız olarak üslerine döndü.  
Bugün de durumun farklı olmadığını söyleyebiliriz. Yani İsrail taarruz paketlerinin Suriye Hava Sahası’nı kat edişlerinde güçlü bir savunma perdesi ile karşılaşmaları neredeyse imkânsız gibi. Karşılaşacakları direnişi de İsrail’in aşmaması neredeyse imkânsız gibi. Çünkü ABD’nin AWACS uçakları ile EKT ve EKKT sistemleri harekât öncesinden başlamak üzere bölgede açık destek verecektir. İlave olarak İsrail operasyon paketlerindeki EKT ve EKKT uçakları rota üzerinde ve hedef bölgesinde ek koruma sağlayacak durumdadır. 
Türkiye ile Suriye arasında “Bahar Havası” estiği dönemlerde bile İsrail, Suriye üzerinde çok değişik “test” çalışmaları yaparak Hava Savunma Sistemleri’ni metodik olarak denetlemiştir. Örneğin Ocak 2005’te Doğu Akdeniz’de yapılan askeri tatbikat bunun en bariz örneğidir. (ABD-İsrail-Türkiye) Kısaca İsrail, olası bir İran operasyonunda bütün dünyayı şaşırtmak için yıllar öncesinden gerekli çalışmaları her vesile ile yapmıştır.
İsrail’in olası İran müdahalesi için ünlü stratejistlerin “orta rota” olarak sundukları “İsrail-Ürdün-Irak-İran” hattının yerine İsrail, “İsrail-Suriye-Irak-İran” hattını kullanırsa kimse şaşırmamalıdır. Hedeflerden dönüşte stratejistlerin öngördüğü hattı kullanabilir ama hedefe giderken Suriye Hava Sahası’nı kullanmak İsrail’in taktiklerine uygun düşmektedir.
İran Hava Kuvvetleri’nin Hava Savunma Sistemi’nde Rusya menşeli SA-2, SA-5, SA-6 ve tek er omuzdan atılabilen SA-7’leri vardır. Bunun yanında İran’ın elinde 12 adet Ukrayna imalatı Kh-55 silah ailesinden X-55 cruise füzesi de bulunmaktadır.
OPERASYON’DA kullanılabilecek olası İsrail Operasyon Unsurları
İsrail’in olası bir İran Operasyonu’nda kullanabileceği hava unsurları, sayıları, tipleri ve harekât menzilleri tablolardaki gibidir.
 İSRAİL TAKTİK HAVA KUVVETİ –TAARUZ/SAVUNMA-
<><><><> <><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <><><<><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <><><> <><> <><> <> <><><><> <><><><><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <><> <><><><><><><><>
UÇAK TİPİ
TOPLAM SAYI
FAAL
GAYRİ FAAL
OPERASYONA HAZIR
F-15A “BAZ”
27
26
1
26
F-15C “BAZ”
17
16
1
15
F-15B ”BAZ”
7
7
0
7
F-15D “BAZ”
11
9
2
9
F-15I “RA’AM”
25
25
0
25
F-16A “NETZ”
90
87
3
86
F-16B “NETZ”
16
15
1
15
F-16D “BARAK”
49
47
2
46
F-16C “BARAK”
52
50
2
49
F-16I “SUFA”
102
100
2
100
GENEL TOPLAM
396
382
14
378

OLASI İRAN HAREKÂTINDA KULLANILABİLECEK TAKTİK TAARUZ-SAVUNMA UÇAKLARI
<><><><> <><><><> <><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><>
UÇAK TİPİ
HAREKÂTA KATILABİLECEK SAYI
F15I “RA’AM”
25
F16I “SUFA”
100
F-15A “BAZ”
26
F-15C “BAZ”
15
F-15B ”BAZ”
7
F-15D “BAZ”
9
TOPLAM
182
·         “I” SERİSİ UÇAKLAR İSRAİL İÇİN ÖZEL ÜRETİMLERDİR, YÜK KAPASİTESİ VE MENZİLİ ARTIRILMIŞ YAPIMLARDIR.

UÇAKLARIN MENZİLİ -TAM YAKIT-KANAT ALTI VE GÖVDE ALTI YEDEK YAKIT TANKLARI İLE SİLAHSIZ-
<><><><> <><><><> <><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <> <><> <><> <> <><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><><> <><><><>
UÇAK TİPİ
MENZİLİ
HAREKÂT YARIÇAPI
F15I “RA’AM”
3.450 Deniz Mili
1.195 Deniz Mili
F16I “SUFA”
2.455 Deniz Mili
785 Deniz Mili
F-15A “BAZ”
3.100 Deniz Mili
1.000 Deniz Mili
F-15C “BAZ”
3.100 Deniz Mili
1.000 Deniz Mili
F-15B ”BAZ”
3.100 Deniz Mili
1.000 Deniz Mili
F-15D “BAZ”
3.100 Deniz Mili
1.000 Deniz Mili

Operasyon Silah-Mühimmatı ve sonuçları
İsrail’in Hürmüz Boğazı açığında konuşlandıracağı Dolphin sınıfı denizaltılardan Harpoon füzelerini kullanma olasılığı oldukça yüksektir. Ancak Harpoon’lar asli operasyon silahı olamayacaktır.
İsrail’in operasyon’da “Bunker Buster” adı verilen sığınak delici akıllı bombalar kullanması neredeyse kesin gibidir. Bu bombalar arasında uranyum başlıklı (BLU 113) ve balistik başlıklı (B61-11) olanlar vardır.  Uranyum başlıklı bombaların harekâtta kullanılmasına ABD kongresi yıllar öncesinden izin vermiştir. Bu mühimmatlar F-15I ve F-15E uçakları tarafından kullanılabilmektedir. Aynı seriden olmak üzere BLU-109 akıllı bombaları da –İsrail envanterinde çok sayıda var- kullanılabilecek modern mühimmatlardandır.
EKT ve EKKT uçaklarına ise LANTIRN podları yerleştirilecektir. Bu uçaklara çift görev verilmesi de muhtemeldir. F15-A, F15-B, F-15C ve F-15-D uçakları taarruz paketlerinde bombardıman dışında görev icra etmek durumundadır.
Bu operasyon esnasında tahrip edilecek/tahrip edilmesi muhtemel nükleer tesislerden meydana gelecek sızıntılar operasyon sonrasında bölge ülkelerinin en büyük problemi olacaktır. Ancak, görünürde hiçbir kimse, kurum, kuruluş bu sonuç hakkında her hangi bir değerlendirmede bulunmamaktadır. İran’ın İsrail’e karşı girişeceği harekât sonrasında İsrail’deki nükleer tesislerde de –zayıf bir ihtimal gibi görünse de- aynı tehlike geçerlidir.
SONUÇ
Bu operasyonun başarılıp başarılmamasından daha çok yapılabiliyor olması önemlidir. Bu operasyon eğer gerçekleşirse adeta “Cehennemin Kapıları” ardına kadar açılacaktır. Türkiye’deki iktidar bu operasyona destek olduğu taktirde bir süre daha ayakta kalacak aksi taktirde “Hazin son”a doğru (!) onlar da sürüklenecektir. İktidar bu konuda tercih şansına sahip değildir. “İktidar olmanın” ve “İktidarda kalabilmenin” hesabı önüne konmuştur, ya bu hesabı ödeyecek ya da kendi “Kalemini” kendisi kıracaktır.
Olası operasyon Ortadoğu’daki KUKLACI’nın bütün KUKLALARI için bir “olmak ya da olmamak” savaşıdır. KUKLACI, “İsrail’e destek olmayı” zorunluluk olarak görmektedir. İsrail’i bu kadar küstahlaştıran ise Türkiye’nin uyguladığı ya da aslında uygularmış gibi göründüğü “Komşularla sıfır sorun” aldatmacasına dayalı Dış Politika’dır.
İsrail İran’a operasyona başlar başlamaz Lübnan Hizbullahı da İsrail’i vuracaktır. Bu durumda İsrail muhtemelen bölgede uranyum, fosfor esaslı mühimmat kullanımını artıracak ve hatta mikro nükleer saldırıya da yönelebilecektir. Reaksiyondan Suriye’de nasibini büyük oranda alacak, Irak’ta fitili daha önceden ateşlenmiş Şii-Sünni kavgası tırmanacak ve kuvvetle muhtemel bir iç savaşa dönüşecektir. Bu savaş esnasında Türkmenler ile Kürtler arasında yaşanacak kanlı karşılaşmalar da olayı bambaşka boyutlara taşıyacaktır. İsrail Türkiye’deki “Truva Atı” ile dönülemez uzlaşmayı sağlarsa Türkiye ile İran savaş ile burun buruna gelecektir. Ne yazık ki günümüz Devlet Yönetimi böyle bir ortamdan Türkiye’yi zararsız olarak çıkarabilecek donanımda ve kaabiliyyette değildir. Yaşanacak çatışmalar sonrası bölgede meydana gelecek başta nükleer kirlilik, bölge ülkelerini ama öncelikle Türkiye’yi telafisi imkansız zararlara sokacaktır.
Konunun en önemli tarafı ise Türk Kamuoyu’nun olayın bilinmeyen ve/veya gizlenen bu yüzünden habersiz olmasıdır. Kısaca Türkiye, içindeki “İşbirlikçiler” dışında konudan tamamen habersizdir, hazırlıksızdır.

"Kuzey Rotası” “Yolgeçen hanı” gibi…
06 Eylül 2007 tarihinde Hatay’ın Hassa ilçesi ile Gaziantep Oğuzeli ilçelerinde iki adet “Centerline” adı verilen gövde altı boş yakıt tankı bulundu. Gazetede yayınlanan fotoğraflardan ve yerinde yapılan incelemelerden anlaşıldı ki her iki harici yakıt tankı İsrail Hava Kuvvetleri’nin envanterindeki F-15I uçaklarına aitti. Sonradan yapılan açıklamalarda F-15I’lar Suriye’nin doğusunda yer alan Dayr-Ez Zavr’da bir hedefe havadan yere 4 füze attıkları anlaşıldı. Elde edilen bilgiler F-15I’ların 3’lü kol olarak taarruz ettikleri yönündeydi. Toplam dört füze ama üç uçak… Bu olaydan da anlaşılıyor ki F-15I'lardan biri muhtemelen Elektronik Karıştırma (EKT ve EKKT) yapmak için görevlendirilmiş, geri kalan iki uçak ise ikişer füzesini hedefe ateşlemişlerdi. Hava Savunması oldukça zayıf olan ve hedefi de neredeyse tamamen ortada olan Suriye’deki bir operasyona gönderilen 3 uçak, aslında İsrail’in operasyon prensiplerini ortaya koymaktaydı. Ancak, yapılan saldırı ve Türkiye topraklarına bırakılan iki “Centreline” yukarıdaki tezimizi doğrular nitelikteydi. Çünkü elektronik karıştırma (EKT ve EKKT) uçağı sadece elektronik podlar taşıdığından “Centerline” kullanmamıştı. Diğer iki uçak ise yüklü olduklarından “Centerline” kullanmak zorundaydılar. Ancak, yere atılmış yakıt tanklarının gazetelere yansıyan görüntüleri kafaları karıştırmaya da müsaitti. Yaklaşık 220- 250 deniz mili sürati uçan uçaklardan atılmış harici yakıt tanklarının neredeyse atılma izi taşımamaları oldukça manidardı. Belki de bu tanklar oralara kafaları karıştırmak amacıyla bırakılmışlardı. Çünkü Akdeniz girişi ile Suriye’de operasyon yapıp yine aynı rota izleyerek geri dönmek konusunda İsrail F-15I’larının “Centreline” kullanmalarına gerek yoktur. İşin “Şeytani” noktası da budur.  
O zamanlar ele aldığımız ve yazdığımız bu operasyon aslında bir aldatma operasyonuydu. İsrail Hava Kuvvetleri Ürdün-Suudi Arabistan hava sahalarını geçerek, olası bir harekâtın profil ayaklarını denemişlerdi. İran’a güney hattından giren İsrail uçakları İran Hava Sahası’nı kat ederek Türkiye’ye giriş yapmışlar, oradan da Suriye-Türkiye sınırından uçarak Akdeniz’e çıkmış ve oradan da üslerine dönmüşlerdi. İran Hava Savunma Sistemleri, bu taktik kolu görmüş olmasına rağmen, daha önceden elde ettiği istihbaratı tam olarak değerlendirerek özellikle reaksiyon vermemiş ve İsrail’in yanılması için elinden geleni yapmıştı. Muhtemelen taktik kol Suudi Arabistan hava sahasının sonunda tanker uçaklardan yakıt ikmalini prova etmiş, ardından da Türkiye sınırında aynı provayı tekrarlamıştı.
Her ne olursa olsun Türk Hava Savunma sistemleri tarafından da tespit ve teşhis edilen bu İsrail Taarruz Kolu’na müdahale edilmemişti. İşte bu nedenle Türk Hava Sahası, bilinen ya da bilinmeyen nedenlerle İsrail Hava Kuvvetleri için “Harman yeri” durumundadır. Belki de bu “tepkisizlik” “One minute” senaryosunun da bir parçasıdır. Öyle ki 23.10’da Mardin Radarı tarafından, 23.15’te Diyarbakır Hava Kontrol Grup Radarı tarafından, 23.19’da İskenderun Radarı tarafından tespit ve teşhis edilen bu Taktik Kol, elini kolunu sallayarak Akdeniz’e ulaşmış ve oradan da üslerine geri dönmüşlerdi. İşte aslında savcıların araştırması ve üzerine gitmesi gereken konulardan biri bu olmasına rağmen, nedense “Üç maymun” oynanmış ve hem “Askeri” hem de “Siyasi” sessizlik “Tezgâh”ın ne kadar sağlam kurulduğunu açıkça ortaya koymuştu. Özellikle 2nci hava Kontrol Grup Komutanlığı’na ev sahipliği yapan Diyarbakır 2nci Taktik Hava Kuvvetleri’ne bağlı 8nci Ana jet Üs’de konuşlu F-16’lara “Kalk ve önle emri” verilmemesi, Kuzey Rotası için “Yolgeçen hanı” tabirimizi haklı çıkarmaya yetip artmaktadır.  
  İSRAİL’in Benzer “Özel Operasyon” geçmişi
  ·         1976'da İsrail Özel Kuvvetleri havada yakıt ikmali yaparak 4 bin kilometre uzakta, Uganda'nın Entebbe havaalanına operasyon yaptı. Görünürde “Filistin Kurtuluş Örgütü ve Alman Kızıl Tugayları” tarafından kaçırılan rehineler kurtarıldı (!) Operasyon esnasında havaalanında ikazlara rağmen ortadan kaybolmayan Uganda askerleri öldürüldü.
  ·         1981'de Irak'ın inşaa ettiği Osirak nükleer reaktörü F-15 ve F-16 uçakları ile vuruldu. Bin 100 kilometre uzaktaki hedef imha edildi. İsrail uçakları yedek yakıt tanklarını Suudi Arabistan çölüne bıraktı.
  ·         1985'te İsrail Hava Kuvvetleri'nin hedefi, Tunus'taki Filistin Kurtuluş Örgütü karargâhı oldu. İsrail F-15 ve F-16'ları yine havada yakıt ikmali yaparak 2 bin 3 yüz kilometre uzaktaki karargâhı vurdu. 60 Filistinli gerilla öldü.
  Rus Teknolojisi ile İsrail Teknolojisi
Haziran 1982’de İsrail Hava Kuvvetleri Komutanı General David IVRY komutasındaki İsrail uçakları Bekaa Vadisi’ndeki operasyona değişik tipte 100 İsrail uçağı katıldı. Bu operasyon esnasında 19 SAM (yerden havaya füze savunma sistemi) imha edildi. 82 MİG çağı düşürüldü. İsrail uçakları zayiatsız olarak üslerine döndü.  
 Bugün de durumun farklı olmadığını söyleyebiliriz. Yani İsrail taarruz paketlerinin Suriye Hava Sahası’nı kat edişlerinde güçlü bir savunma perdesi ile karşılaşmaları neredeyse imkânsız gibi. Karşılaşacakları direnişi de İsrail’in aşmaması neredeyse imkânsız gibi. Çünkü ABD’nin AWACS uçakları ile EKT ve EKKT sistemleri harekât öncesinden başlamak üzere bölgede açık destek verecektir. İlave olarak İsrail operasyon paketlerindeki EKT ve EKKT uçakları rota üzerinde ve hedef bölgesinde ek koruma sağlayacak durumdadır. 
 Türkiye ile Suriye arasında “Bahar Havası” estiği dönemlerde bile İsrail, Suriye üzerinde çok değişik “test” çalışmaları yaparak Hava Savunma Sistemleri’ni metodik olarak denetlemiştir. Örneğin Ocak 2005’te Doğu Akdeniz’de yapılan askeri tatbikat bunun en bariz örneğidir. (ABD-İsrail-Türkiye) Kısaca İsrail, olası bir İran operasyonunda bütün dünyayı şaşırtmak için yıllar öncesinden gerekli çalışmaları her vesile ile yapmıştır.
 İsrail’in olası İran müdahalesi için ünlü stratejistlerin “orta rota” olarak sundukları “İsrail-Ürdün-Irak-İran” hattının yerine İsrail, “İsrail-Suriye-Irak-İran” hattını kullanırsa kimse şaşırmamalıdır. Hedeflerden dönüşte stratejistlerin öngördüğü hattı kullanabilir ama hedefe giderken Suriye Hava Sahası’nı kullanmak İsrail’in taktiklerine uygun düşmektedir.
 İran Hava Kuvvetleri’nin Hava Savunma Sistemi’nde Rusya menşeli SA-2, SA-5, SA-6 ve tek er omuzdan atılabilen SA-7’leri vardır. Bunun yanında İran’ın elinde 12 adet Ukrayna imalatı Kh-55 silah ailesinden X-55 cruise füzesi de bulunmaktadır.

[1] ASLINDA NE OLDU????
İran ve İngiltere arasında yaşanan “tutuklu askerler” krizi bir örtüydü… Aslında “kriz”, (!) İranlı ve Amerikalı ajanların takasına perde oldu…
Dünya GPS sisteminin (Coğrafi Pozisyon Sistemi) kontrolü ABD’nin elindedir.
ABD, İngiltere’nin Irak’tan “asker çekme” densizliğini (!) cezalandırmak ve aynı zamanda da; İran İslam Cumhuriyeti tarafından yakalanan nitelikli 31 ABD Ajanı’nın değiş tokuş işlemleri için İngiliz Deniz Piyadeleri’ni tuzağa düşürdü.
İşin en ilginç yanı, bu cezalandırmadan ya da operasyondan İngiliz Başbakanı, İngiliz Genelkurmay Başkanı ile MI-6’nın patronunun haberlerinin olmasıydı.
Geçici bir süre için 3 KNOT (Deniz Mili) doğuya kaydırılan GPS değerleri, 15 İngiliz Deniz Piyadesinin İran kuvvetlerince alınmasından sonra eski haline geri çekildi. Bu durumda, İngiliz askerleri ellerindeki değerlere göre İran sularında değil Irak sularındaydılar; onlar öyle biliyorlardı…
15 rehine asker için İngiltere ile İran arasında olaylar tırmandırılırken, geri planda çok daha büyük bir operasyon yapılıyordu. ABD bu operasyonu açıktan açığa yapmayı göze alamadığından; İngiliz askerlerini yem olarak kullandı. Buna da Tony Blair ve iki üst düzey daha “göz yumdu”.
Aslında yapılan, İran’ın esir aldığı çok değerli 31 ABD istihbarat elemanı ile ABD’nin esir aldığı 12 İran istihbaratçısının değişimi operasyonuydu.
ABD Temsilciler Meclisi Başkanı PELOSİ, aynı dönemde Suriye Arap Cumhuriyeti’ne gelmiş ve Beşşar ESAD’ı bir tam gün beklemek zorunda kalmıştı. Çünkü Beşşar ESAD Halep’te Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ile Fenerbahçe’nin maçını seyrediyordu. Amerikalıya zaman ayıramazdı. PELOSİ’nin de Beşşar ESAD’ı beklemekten başka bir seçeneği de yoktu.
Bu durum, Ortadoğu’da düğümlerin çözümünü kolaylaştırmak için Türkiye’ye gelmesi gereken PELOSİ’nin; Suriye Arap Cumhuriyeti’nin ayağına gitmesi Türkiye’deki iktidara, ABD’nin yani Küresel Eşkıya’nın nasıl baktığının önemli bir işaretiydi.
Esirler için devreye giren iktidarın başı, “bayan tutuklu” konusunda İran resmi ağızlarından aldığı teminatı İngiltere’ye iletti. Ancak, İngiltere olayı tırmandırarak iktidarın başını “yalancı ve zavallı” haline düşürdü. Ardından konu PELOSİ tarafından Beşşar ESAD’a iletildi ve sorun çok kısa sürede çözüldü.
PELOSİ’nin görevi Beşşar ESAD’dan ricacılık ve “ajan takası”na nezaretten başka bir şey değildi. Sonunda, Başkan ESAD’ın sayesinde ABD ajanlarına, İngilizlerin Deniz Piyadeleri’ne kavuşmasından önce kavuştu.
Kısaca, yanı başımızda dünya neredeyse alt-üst olurken; Türkiye, iktidarın başının kaprisleri ve iktidar partisi içindeki çekişmelerin girdabında “kayda alınmayan ülke” konumuna kadar sürüklenirken; Suriye Arap Cumhuriyeti, Baba ESAD dönemindeki gibi, Oğul ESAD sayesinde de yine “diplomasi” ihraç eder hale geldi.
İşte bir krizin perde arkası ve Türkiye adına yaşanan rezillikler…
NİSAN 2007 (Bu yazı Nisan 2007'de ANAYURT Gazetesi'nde yayınlanmıştır)