Dosyası olmayan ATANMAZ…
DOSYALAMA
Daha önce yazmış olduğum bir yazım ile ilgili olarak e-mail adresime gelen sorular nedeniyle bir konuyu biraz daha açmak gereğini duydum; “Dosyalama”.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu günden beri bazı ailelerin “seçilmişler” sınıfında yer aldıkları görülür. O ailelerin çocukları çapsız da olsalar, devletin en önemli kademelerine getirilir. O ailenin damatları da gelinleri de aynı ayrıcalıklardan faydalanırlar. Uygulama genel olarak böyledir.
Saltanat her ne kadar 1922’de kaldırılmış gibi görünse de, kaldırılan “Osmanlı Hanedanı”nın saltanatıdır. “Osmanlılar dışında “Seçilmiş” ailelerin saltanatı ise günümüzde de devam etmektedir. Bu öylesine bir hal almıştır ki, sanat dünyasında da onlar vardır, medya dünyasında da, MİT’te de, Dışişleri’nde de, Maliye’de de, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde de kısaca aklınıza gelebilecek “maması” bol her yerde…
Ancak bu ailelerin üretimleri son dönemlerde yetmediğinden ve her haramzade iktidar, kendi haramzadelerini devlete yerleştirmek için her türlü melanete başvururken bambaşka sistemler devreye girmiştir. Nasıl mı?
Diyelim ki devletin üniformalı ya da üniformasız bazı kilit noktalarına birileri gelecekse önce kişiler hakkında özel araştırmalar yapılır. Bu araştırma sonucu devletin elinde yeterince bilgi, belge varsa sorun yoktur. O kişi hemen belirlenen yere atanır. Eğer bir gün adamlığı, insanlığı tutar da bir melanet karara imza atmazsa önüne o bilgi ve belgeler konur, imza sorunu aşılıverir. Ama belli makamlara gelecek olan adayların geçmişi tertemizse, eşi, çocukları üzerinde bir leke, şaibe yoksa ne olur? O haliyle belirlenen o noktaya atanır mı? HAYIR…
İstanbul’da BEŞ; Ankara’da BİR, İzmir’de BİR olmak üzere DOSYACI toplam YEDİ şirketin kuryeleri Ankara’ya çağrılır, iktidarın çok güvendiği ve inandığı bir bakan ya da bürokrat bunlarla görüşür ve adayların isimlerini o şirketlere verir, süre de belirlenir, -bugüne kadar en uzun süre 7,5 aydır-, şirketler çalışırlar ve o isimler hakkında en sıkı dosyayı hazırlayan şirkete en yüksek olmak üzere, diğer şirketlere de “huzur hakkı” verilir ve atanacak kişiye ait “Günah Dosyası” gerekli merkeze iletilir. O merkez üzerine düşeni yapar ve atamayı imzalayacaklara “gerekli işlem tamamlanmıştır” bilgisini vererek atamanın gerçekleşmesi sağlanır. Tüm resmi ve/veya sivil bürokrat atamaları böyle mi yapılır, HAYIR ama genellikle bu sistem işletilir. Aday hakkında bir şey bulunmuyorsa, eşi, aday ve eşi hakkında bir şey bulunmuyorsa çocukları hakkında dosyalama işlemi yapılır. Bütün yönlerden sımsıkı olan onurlu, dürüst ve kirletilemeyen aileler için yolun sonu böylelikle geliverir. Artık o aile “Kör kaynak”tır. Bir daha o çekirdek ailenin hiçbir ferdi için girişimde bulunulmaz. Ta ki aileye “dosyalı” bir gelin ya da “damat” ilintilenene kadar.
Bu şirketlerin ücreti “Örtülü Ödenek”ten ödenir. Yapılan “Ödemelerden” genelde Başbakan’ın haberi bile olmaz. Çünkü ödemeler, ödeme evraklarının imhasından kısa bir süre önce ve geçmiş tarihle yapılır.
ADAM KAYBETMEK KOLAY BELGE KAYBETMEK İMKÂNSIZDIR
Bu konuyu anlatırken bir başka konuyu daha aktarmak gerekir diye düşünüyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bilinmeyen o kadar farklı yanları vardır ki, öğrendiğiniz her sır karşısında hayrete düşersiniz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sınırları içinde bir adamı kaybedebilirsiniz, olmayan birini de varmış gibi gösterebilirsiniz. Örneğin vatandaşlık kayıtlarımızda 6.332.783 adet vatandaşlık numarasının karşılığında “vatandaş” yoktur. 318.557 vatandaşımızın da “vatandaşlık numarası” yoktur.
Genelde hep bürokrasiden söz eder ve sıkıntılarımızı dile getiririz. Günümüzde burnumuzu silmek için kâğıt mendil almaya kalksak, satıcının bizden “vatandaşlık numaramızı” sormamasına hayret eder hale gelmiş durumdayız. Geçmişte de bu böyleydi, en basit bir işlem için “iyi hal kâğıdı”, “vukuatlı nüfus cüzdan sureti”, “tam teşekküllü hastaneden rapor”..vs… Bunları temin etmeye gittiğinizde de sizden benzer şeyler istenir ve bu böylece uzayıp giderdi. Hemen herkes “Nereye gider bu kadar belge?”, “her seferinde neden bunlar hep istenir?” gibilerinden şikâyet ederdi. Ama kimse bilmezdi ki, devletin her ay maaşını, kirasını, sabit giderlerini, temsil ve ağırlama giderlerini ödediği bazı paravan büroların bunları biriktirdiğini… Devleti yönettiğini sananlar da bilmezdi bu tip büroları. Sadece “Bilmesi gerekenler bilir”di. Bu bürolar hala var ama onlar çok kısa sürede bütün kayıtlarını dijital ortama aktardılar. Eski kayıtlarını da, ‘ola ki bir gün dijital kayıtları etkileyecek bir doğa olayı olur’ diye, her kaydın bir de mürekkepli yazıcılar ile nüshasını mahfuz ve güçlü arşivlerinde korumaya aldılar. Bu bürolar sadece kişisel bilgileri değil, kurum içi yazışmaların birer nüshasına da vakıflar, “Kozmik” olanlar da dâhil… Bir zamanlar yazılmış, imzasız, uyduruk, yazısı dahi okunamayacak kadar bozuk bir ihbar mektubundan, yurt içinde ya da yurt dışında yaptırılmış bir “Kürtaj” kaydına kadar her şey onların elinde var. İşte bu nedenle, Türkiye’de “İnsan kaybetmek kolay, belge kaybetmek imkânsızdır.”
Bir zamanlar (1991-1992) Merhum Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL, yakın çevresi ile ilgili bütün belgelerin toplanmasını ve imhasını istemişti. Yaklaşık 11 ay boyunca binlerce belge toplatıldı, aslı ve nüshası ile birlikte, sonra da bunlar imha edildi. Her şeyin bittiği ve geride iz kalmadığı Merhum Cumhurbaşkanı’na iletildiği gün saat 16:30-17:15 arasında köşkte çalışma masasının üzerinde zarı renkli A-4 büyüklüğünde bir dosya buldu ÖZAL. Zarfı açtığında, imha edildiği kesin olarak ifade edilen bir ses kaydı ile görüntü kaydının aslı ile burun buruna geldi. O anda masanın yakınında bulunanlar Merhum ÖZAL’ın morardığına ve dudaklarının kuruduğuna şahitlik ettiler. Merhum ÖZAL o kayıtları yandaki bir odaya geçerek dinledi ve seyretti, sonra tekrar çalışma masasının başına döndü, çok sıkkın bir vaziyette ve orada olanlar, ondan şu sözleri de işittiler. “Tarihi bin yıldan fazla olan bir devlette, böylesi bir çabaya girmek akıl işi değildi zaten. Bunlar da olmasaydı zaten beni ne Başbakanlık Müsteşarı, ne Başbakan ne de Cumhurbaşkanı yaparlardı.”
Kısaca, bazı istisnaları olsa dahi, günümüze kadar üst düzey atamalarda “DOSYASI” olamayan atandırılmazdı. Otomatik olarak “seçilmiş aileler” ile ilgili “Eşşek yükü” ile belge ve bilgi bulunduğundan da, o ailelerin önü asla kesilmezdi. “Di” diyorum, çünkü artık bunlara pek ihtiyaç duyulmamaya başlandı, hatta bu DOSYA hazırlama şirketleri de kapanmaya yüz tuttu. Çünkü belli noktalara atanacaklar, ya da atanmak isteyenler kendi elleri ile kendi belgelerini hazırlamaya ve ilgililere teslim etmeye başladılar. Hem de ne belgeler, geçmişte bu konuda yüzlerce adam, kadın, jigolo, fahişe, homoseksüel, heteroseksüel, biseksüel…vs. çalıştıran şirketlerin hazırladıklarından da üstün (!) belgeler… Bu nedenledir ki günümüzde “hain”, “pislik”, “rezil” patlaması yaşanıyor… Kısaca Ankara’da, Dolmabahçe’de ve en önemlisi Pensilvanya’da pek çok dosya müellifi atama bekliyor, kuyruktalar. Sadece bürokratlar değil bunlar, yeni “kiralık katil –kalem-“ olmaya hazır gazeteciler, iktidarın istediği yerlere para akıtmaya hazır bankacılar, spor kulübü başkanı olduğunda “Kara para aklama sözü veren”lere kadar…
Umarım bu yazım yeterince aydınlatıcı olmuştur, sevgili meraklı okurlarım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder