29 Şubat 2012 Çarşamba

YENİGÜNAYDIN YAZILARIM 14

SURİYE’de referandum ve sonuçları

Suriye Arap Cumhuriyeti’nde “İşbirlikçilerin ve hainlerin” terörü altında yapılan referandum sonuçları belli oldu.

Referanduma katılma oranı % 57,4; Evet % 89,4; Hayır % 9; Geçersiz % 1,6. Bu şartlar altında “Hayır” diyenlerle “Geçersiz”leri bir araya toplasak oran % 10,6 oluyor. Referanduma katılmayanların tamamının “Hayır” vereceğini düşünsek toplam “Hayır” oranı % 18,5 seviyesinde kalıyor. Kısaca BM Yasası’na göre Suriye Arap Cumhuriyeti Devleti halkı “Kendi kaderini kendisi tayin etmiştir” ve yeni Anayasa taslağına imza atan Beşşar ESAD’a ve iktidara “Güvenoyu” vermiştir.

Suriye’deki referandumun Türkiye’deki referandum soytarılığından ayrıldığı en önemli nokta, orada “Yetmez ama EVET” diyen siyasi züppelerin olmamasıdır. Küresel Eşkıya’nın güdüm ve kontrolündeki bazı medya grupları Suriyelilerin referanduma katılmaması yönünde yayın yapmış, bu protestonun “Özgürlüğü” (!) daha kısa sürede getireceğini beyinlere yerleştirmeye çalışmıştı.

Şimdi Suriye yönetimi, referandum sonuçlarından aldığı güç ile yola koyulacak ve içindeki “işbirlikçilere” ve “hainlere” karşı gereken mücadeleyi daha etkin olarak yürütecektir.

Ülkemiz iktidarının daha aylar öncesine kadar Suriye ile ortak bakanlar kurulu toplantıları yaparken birdenbire Suriye içindeki “İşbirlikçilere” ve “Hainlere” destek vermesi, sadece Suriye halkının değil Ortadoğu’daki bütün halk kitlelerinin Türkiye ve Türk kavramlarına karşı sorgulayıcı yaklaşım içine girmelerine sebep olmuştur. Bu “U” dönüşü kısa bir süre öncesine kadar hala “Adalet” kavramı ile anılan “Türk” ve “Türkiye”yi “Vefasız”, “Dönek”, “Kukla” kavramları ile anılır hale getirmiştir. Bu durum, yazdığı “Siyasi Mastürbasyon”dan ileri gitmeyen kitabının prensiplerini Türk Dışişlerine hâkim kılmaya çalışan DAVUTOĞLU’nun ve ona orada o uygulamaları yapması konusunda teşvik eden “İktidarın başı”nın büyük başarısıdır (!).

İslam’dan, dindarlıktan dem vuran iktidar Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa’nın ŞAM konusundaki şu Hadis-i Şeriflerini bir kenara atması aslında onların gerçek yüzlerini ortaya koymaya yetmektedir.

·         “İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Bir hicretten sonra bir hicret daha olacak. Arz ehlinin hayırlılarına Hz. İbrahim'in hicret ettiği yer (Şam) gereklidir. Arzda, ahalisinin şerirleri kalır. Arzları, onları (öbür dünyaya) atar. Allah Teâla da onlardan hoşlanmaz. Onları ateş, maymunlar ve hınzırlarla birlikte haşreder." Ebu Davud, Cihad 3, (2482).

·         Zeyd İbnu Sabit radıyallahu anh anlatıyor: "Biz bir gün Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında idik. Parçalar üzerinde Kur'ân (ayetlerini) tanzim ediyorduk. Aleyhissalatu vesselam:

"Şam'a ne mutlu!" buyurdular. Ben: "Bu mutluluk nereden geliyor ey Allah'ın Resûlü?" diye sordum.

"Çünkü, buyurdular, (Rahman'ın) melekleri onun üzerine kanatlarını geriyorlar!" Tirmizi, Menakıb, (3949).

·         İbnu Havâle radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Bu iş, sizin birkısım toplu gruplara ayrılmanıza müncer olacak: Şam'da bir grup, Yemen'de bir grup, Irak'da bir grup!"

Ben: "Ey Allah'ın Resûlü! dedim. O güne erdiğim takdirde (bunlardan en hayırlısı hangisi ise şimdiden) bana seçiverin!" dedim.

"Öyleyse dedi, sana Şam'ı tavsiye ederim! Çünkü orası, Allah'ın, arzında mümtaz kıldığı yerdir. Allah kulları arasında seçkin olanları oraya tahsis eder. Ancak (oraya gitmekten) imtina ederseniz, size Yemen'inizi tavsiye eder, (oradaki) havuzlarınızdan için derim. Zira Allah, Şam ve ahalisini (fitnelerden koruma hususunda) bana garanti verdi." Ebu Davud, Cihad 3, (2483).

·         Ebu'd-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Ğûta'daki savaş sırasında müslümanların sığınağı, Şam şehirlerinin en hayırlısı olan Dımeşk denen şehrin yakınındadır." Ebu Dâvud, Melâhim 6, (4298), Sünnet 9, (4639).

·         Abdurrahman İbnu Süleyman anlatıyor:

 "Acem krallarından bir kral gelecek, Dımeşk hariç bütün şehirler üzerinde hakimiyet kuracak." Ebu Davud, Sünnet 9, (4639).

Yukarıdaki Hadis-i Şeriflere “Hayır” “Yalandır” “Düzmecedir” diyebilecek bir tek Allah’ın kulu yoktur. “Guta” denilen yer ise büyük bir olasılıkla “Amik Ovası’dır ve son savaşın gerçekleşeceği yerdir. Hadislerde geçen Şam zaman zaman Dımeşk olarak da zikredilmiştir. Bugün Türkiye’de Şam olarak bilinen şehrin kadim adı Dımeşk’tir. Peygamber Efendimiz amcasının kervanı ile ticari seyahat yaparken Rahip BAHİRA ile Şam yakınlarındaki Büşra adı verilen yerde karşılaşmıştır. Rahip Bahira, Peygamber Efendimizin amcasına O’nun “Son Peygamber” olduğunu orada müjdelemiştir. Rahip Bahira o karşılaşma esnasında kara kalem ve kömür parçaları ile Hazreti Muhammed Mustafa’nın karakalem resmini de yapmıştır. Bu resmin bugün Vatikan Müzesi’nde saklanmakta olduğu rivayet edilmektedir.

İşte “Allah”, “Din”, “İman”, Kur’an-ı Kerim”, “Peygamber”i dilinden düşürmeyen iktidarın gerçek yüzü bu Hadis-i Şerifler ile ortaya çıkmaktadır.

Bu iktidar sadece Küresel Eşkıya’nın “Kuklası”dır ve ne kadar iyi “Kukla” olabilirse o kadar ayakta kalabilecektir. Onlar için ayakta kalmak “Ülke menfaati” için değil, kendi ihtirasları ve avantaları için önemlidir. Irak’ta masum ve mazlum kadınlara ve hatta erkeklere tecavüz etmeyi bir eğlence haline getiren, “Çuval” olayı esnasında da -kamuoyundan gizlense bile- aynı tecavüzleri Türk Askeri’ne reva görenler için dua eden adam bu iktidarın başıdır. Kur’an-ı Kerim’deki Ayet-i Kerimeleri sırf “Kuklacı” istedi diye yasaklayan, kesen, biçen de bu iktidardır. Kelime-i Tevhid’den Hazreti Muhammed Mustafa’yı silerek kullanan cemaat denilen ancak aslında “Silahlı Terör Örgütü” olan yapıdan destek alan da bu iktidardır.

Yukarıdaki iki paragrafta dile getirdiğim gerçekler bile bu iktidara destek vermenin “Münafıklığı” paye olarak kabul etmenin dolambaçlı adıdır.

Bir zamanlar Ortadoğu’da sınırları cetvel ile çizenler, bugün bu sınırları yeniden tanzim etmek istemektedirler. Neden? Diye sorulduğunda ise bunun kılıfı hazırdır; “Özgürlük” ve “Demokrasi”. Ülkesinde sırf Milli (!) Hedeflere ulaşmak adına Dünya Ticaret Merkezi’ne kendi kendine saldırı düzenleyen ve binlerce vatandaşını kendi elleriyle katleden Küresel Eşkıya’nın en büyük kuklasının bu gerekçelerine kulak vererek icraat yapanlar için söylenecek tek sıfat “İhaneti ve münafıklığı bile maskara edenler” olmalıdır.

Suriye’ye müdahalenin asıl amacı, son aşamada Sünni-Şii çatışmasını başlayarak “Armageddon”u gerçekleştirmektir. Bu sapkın Evanjelik felsefeye destek verenler de en az onlar kadar sapkındırlar. Bir söylediği bir başka söylediği ile çelişen, Büyük Ortadoğu Projesi’nin “Eş başkanı” olmakla övünenlerin “Kukla olmaktan öteye geçmeleri mümkün değildir. Yaptıkları her eylemi “Bilinçli” olarak gerçekleştiren bu güruh ve başındaki, son yüzyılın “Eşşiz Kuklası” ve “İşbirlikçisi” olarak tarihe geçmeye mahkûmdur. Ancak, bütün bu “Teslimiyete” ve “Kuklalığa” rağmen “Son kullanma tarihleri”nin dolduğu, kısa süre içinde yaşanan bütün olaylarla kendisini göstermektedir. Kendisini ve ekibini iktidara taşımak için her türlü kirli yola, manipülasyona, toplum mühendisliğine ve gizli darbeye destek veren “Kuklacı”, iktidarın önüne hesap pusulasını uzatmış, “Ödeme” yapmasını beklemektedir. “İktidarın başı” çocuklarının, annesinin, kendisinin yaşadığı olaylardan asla ders almayarak gün geçtikçe daha saldırganlaşmakta, küstahlaşmakta ve adeta “Firavun”un son demlerindeki gibi davranmaktadır.

Onlara hatırlatılması gereken İbrahim Suresi’nde net biçimde ortaya konulmuştur: “Gerçekten onlar, tuzaklarını kurdular; Allah katında da onlara tuzak var; isterse onların tuzakları dağları yerinden oynatacak olsun!” 

Kısaca, Suriye konusu bu iktidarın, işbirlikçilerinin, destekçilerinin son demdeki “İman” ve “İnan” mihenk taşıdır. “Altın” olduğu iddia edilen “Silahlı Terör Örgütü” neslinin de, onun desteği ile azmanlaşan iktidarın da mihenk taşında bıraktığı onlarca iz bizlere bir gerçeği ifade etmektedir; onların Dünya yüzüne gelmiş geçmiş en adi yapı olduklarını…

23 Şubat 2012 Perşembe

YENİ GÜNAYDIN YAZILARI 13

Yeni bir GOBEN ve BRESLAV olayına hazır olun…

“Potamyalı Operasyonu”

Vaktiyle “Pentagon’dan sızan Kozmik Belge”yi yayınlamıştık. Bu yazı dizisini de Cacıkistan adlı kitabıma EK-C olarak taşımıştım. Yazıyı yazdığım ve yayınladığım günleri çok iyi hatırlıyorum. Kendinin değerini, menşeini, mezhebini ve meşrebini bilmeyenler “De get işine ya, Pentagon’dan da belge mi sızar” diye bizi “ti”ye almışlardı. Ben sabırlıyım, yazdıklarımın uçları bugünlerde birer birer ortaya çıkıyorsa da tek kelam etmek istemiyorum. Çünkü “Vaktiyle yazmıştım” diyerek çalım satmaktan nefret ediyorum. Kızdığım sadece “etkili ve yetkili” makamlarda olup da yazılanlardan ders almayanlar, yazılarını aklı başında bir çaba ile metodik olarak değerlendirmemeleri. Devlet geleneğimiz yüzlerce yıllık olmasına ve hatta neredeyse iki bin yılı aşmış olmasına rağmen, bu devletin geçmişine layık olmayan ve makamları ile şeref bulanların devlet yönetiminin büyük bir bölümüne hâkim olmalarına da kahroluyorum.

Bu günlerde İsrail İran’a saldırabilir mi, nasıl saldırabilir, müttefikleri kimler olabilir, hangi silah sistemlerini kullanabilir, geçmiş operasyonların kodları nelerdir konularına kafayı takmış durumdayım. Görüyorum ki İsrail hemen bütün “Covert Action Operation”larına hep “İntikam” ve “Ders” çağrıştıran kod isimleri vermiş. Operasyonların icrası esnasında da taktikleri ile ara operasyonlar da yapmış. Kısaca İsrail’in Covert Action Operation”ları aslında birer “Matriyoşka” gibi. En içteki matriyoşka parçacığını sadece İsrail’in bildiği bir çalışma örneği.

“POTAMYALI OPERASYONU” da neyin nesi?

Pentagon’dan sızan Kozmik Belge’deki bir tespit çok hayati değerdeydi. Tespitte; “’Eğer Büyük Ortadoğu Projesi’ne İsrail karşıymış gibi görünseydi, çok kolay başarılabilirdi.” Projenin en büyük yandaşı olması gereken İsrail’e bile böyle bir görev biçen Pentagon, bu role yeni bir rol yazdı ve yeni bir “esas oğlan” görünümlü “yardımcı oğlan” buluverdi. Onu Büyük Ortadoğu Projesi alanındaki azınlıkların elinde bulunan yönetimler ile çoğunluk yönetilenlerin arasına sokuşturdu. Karşıdan bakanların “En kahraman Rıdvan” vaziyetinde gördükleri bu “Truva Atı”, özel görevini de büyük oranda yerine getirdi.  Ancak, filmin finalindeki rolünü bir türlü oynayamadı. Bir yanda İsviçre bankalarında olduğu söylenegelen 17 milyar USD, diğer taraftan Karaciğere de atlamış Kolon Kanseri, kurumlar arası daha doğrusu deyyusluklar arası çatışma esnasında “gözaltına alınma” çizgisine kadar uzanan bir süreç, “Truva Atı”nı tehdit eder durumda. “Truva Atı” son dönemde “mutemed”ini sürekli yanında gezdiriyor; kızını. Kendisinden sonraki süreçte zıkkımlandıklarının bütün ayrıntılarını, birlikte çevirdikleri işlerin bütün görüntülerini, dosyalarını, deşifrelerini onunla paylaşıyor. “Truva Atı” sonunun Merhum Muammer Kaddafi”den beter olacağının farkında ve “kamçıyı görmüş it” misali titriyor. Çünkü kendisine verilen son görevi başaramaz ise, ailece, kardeşleri hatta partisinin bazı kurucuları dâhil sonları Mussolini’den beter olacak… Son görev, “Sünni”-“Şii” çatışmasını bitmeyecek şekilde başlatması. Yani kısaca Türkiye ile İran’ı savaşa sokması. Truva Atı bu görevini yerine getirebilmesi için başta partisinin içindekiler olmak üzere, tabanının olası direnişini aşmak zorunda. Ama bunu şimdiye kadar başaramadı. Başta İngiltere Genel Valisi-Çankaya Mantıcısı olmak üzere hemen hemen tüm müttefikleri (!) Truva Atı’nın karşısında. Bütün bu ahval ve şartlar Truva Atı “Potamyalı’yı” köşeye sıkıştırmış durumda.

İstanbul’da nekahet (!) dönemlerini geçiren Potamyalı’nın son dört gün içindeki ziyaretçilerinden bazıları çok önemli. Bunlardan biri David KİMCHE’nin abisi Jack Efendi, diğeri Küçük Hüseyin Efendi’nin mezarına yakın bir yerde katledilen “Sivil İsrail Generali”nin ortağı yani “Mara”nın kocası Isaac Efendi, Gladio’nun yetkin veled-i zinası emekli Bir Orgeneral ve burada şimdilik zikredilmemesi gereken bazı dış görevliler…  Sizlerin bunların efendiyi ziyaret ederken görmeniz mümkün değil, çünkü “nekahet” kâşanesinin yaklaşık 500 mt’lik yarıçap içinde üç farklı giriş çıkışı daha var. “Bir gün kaçmak için gerekebilir” denilerek 2007 seçimleri sonrası inşa edilen tünellerin bir görevi de bu… Neyse daha fazla ayrıntıya girip de başımıza bela almayalım…

Üzerinde çalışılan “İhanet Planı” İsrail’in İran’a karşı yapacağı Hava Harekâtı’na katılacak olan 100 adet (1’i parça bekler 1’i düştü toplam102) F-16I’nin harekâta kuyruklarında ve kanat altlarında Türk Hava Kuvvetleri armaları ile katılmalarının sağlanması. Bu uçakların harekâta Batman Üs’sünden katılmaları. (Hâlihazırda insansız hava araçlarının üssü) işte sizlere 100 adet Goben ve Breslav. Harekâtın ne zaman yapılacağı ise tartışmaların ikinci kısmı, muhtemelen 30 Ağustos 2012’den sonra, çünkü Türk Hava Kuvvetleri Komutanı’nın görev süresi o dönemde bitiyor ve yerine yeni bir Hava Kuvvetleri Komutanı atanması gerekiyor. Peki, yeni Hava Kuvvetleri Komutanı kim? Neyin nesi? Kime, kimlere yakın? Bunu da daha önceki yazılarımızda yazmıştık, demiştik ki “Cemaatin bir Hava Kuvvetleri Komutanı oluyor” Bu terfi son kurumlar, daha doğrusu deyyuslar arası çatışma esnasında kesinleşti. Hakk emri vaki olup da o zat-ı muhterem (!) daha önce gebermezse, atama kesin. 

Korkunç mu dediniz? “Yetmez ama EVET” derken ya da öyle diyenlere karşı yeterince mücadele etmezken düşünseydiniz efendiler… İşte bu nedenle İsrail bu “örtülü operasyon”a “Potamyalı Operasyonu adını verirse kimse şaşırmasın.

Evvelce yazdıklarıma gülüp geçenler, hadi buna da gülüp geçin…

Salon züppelerini, yalakaları, yatanları değil, iş yapanları terfi ettirseydiniz bu gün Hasdal’da Silivri’de olmazdınız dediklerimin durumundan ibret alanlar, alabilenler için bu yazdıklarım bir ihbardır. Bizimkiler bunu yapmaz, yapamaz diyenlere; son 13 yıl içinde 2nci Taktik Hava Kuvvet Komutanlığı sorumluluk alanı içindeki “çok özel görevli” İsrail ve ABD hava gücü unsurlarını görmezden gelenleri ne çabuk unuttunuz derim.

Bu arada belki benim burada yazamadıklarım da vardır, onları da siz bulun makamları ile şeref bulan efendiler…

17 Şubat 2012 Cuma

YENİ GÜNAYDIN YAZILARI 12

Dosyası olmayan ATANMAZ…

DOSYALAMA

Daha önce yazmış olduğum bir yazım ile ilgili olarak e-mail adresime gelen sorular nedeniyle bir konuyu biraz daha açmak gereğini duydum; “Dosyalama”.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu günden beri bazı ailelerin “seçilmişler” sınıfında yer aldıkları görülür. O ailelerin çocukları çapsız da olsalar, devletin en önemli kademelerine getirilir. O ailenin damatları da gelinleri de aynı ayrıcalıklardan faydalanırlar. Uygulama genel olarak böyledir.

Saltanat her ne kadar 1922’de kaldırılmış gibi görünse de, kaldırılan “Osmanlı Hanedanı”nın saltanatıdır. “Osmanlılar dışında “Seçilmiş” ailelerin saltanatı ise günümüzde de devam etmektedir. Bu öylesine bir hal almıştır ki, sanat dünyasında da onlar vardır, medya dünyasında da, MİT’te de, Dışişleri’nde de, Maliye’de de, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde de kısaca aklınıza gelebilecek “maması” bol her yerde…

Ancak bu ailelerin üretimleri son dönemlerde yetmediğinden ve her haramzade iktidar, kendi haramzadelerini devlete yerleştirmek için her türlü melanete başvururken bambaşka sistemler devreye girmiştir. Nasıl mı?

Diyelim ki devletin üniformalı ya da üniformasız bazı kilit noktalarına birileri gelecekse önce kişiler hakkında özel araştırmalar yapılır. Bu araştırma sonucu devletin elinde yeterince bilgi, belge varsa sorun yoktur. O kişi hemen belirlenen yere atanır. Eğer bir gün adamlığı, insanlığı tutar da bir melanet karara imza atmazsa önüne o bilgi ve belgeler konur, imza sorunu aşılıverir. Ama belli makamlara gelecek olan adayların geçmişi tertemizse, eşi, çocukları üzerinde bir leke, şaibe yoksa ne olur? O haliyle belirlenen o noktaya atanır mı? HAYIR…

İstanbul’da BEŞ; Ankara’da BİR, İzmir’de BİR olmak üzere DOSYACI toplam YEDİ şirketin kuryeleri Ankara’ya çağrılır, iktidarın çok güvendiği ve inandığı bir bakan ya da bürokrat bunlarla görüşür ve adayların isimlerini o şirketlere verir, süre de belirlenir, -bugüne kadar en uzun süre 7,5 aydır-, şirketler çalışırlar ve o isimler hakkında en sıkı dosyayı hazırlayan şirkete en yüksek olmak üzere, diğer şirketlere de “huzur hakkı” verilir ve atanacak kişiye ait “Günah Dosyası” gerekli merkeze iletilir. O merkez üzerine düşeni yapar ve atamayı imzalayacaklara “gerekli işlem tamamlanmıştır” bilgisini vererek atamanın gerçekleşmesi sağlanır. Tüm resmi ve/veya sivil bürokrat atamaları böyle mi yapılır, HAYIR ama genellikle bu sistem işletilir. Aday hakkında bir şey bulunmuyorsa, eşi, aday ve eşi hakkında bir şey bulunmuyorsa çocukları hakkında dosyalama işlemi yapılır. Bütün yönlerden sımsıkı olan onurlu, dürüst ve kirletilemeyen aileler için yolun sonu böylelikle geliverir. Artık o aile “Kör kaynak”tır. Bir daha o çekirdek ailenin hiçbir ferdi için girişimde bulunulmaz. Ta ki aileye “dosyalı” bir gelin ya da “damat” ilintilenene kadar.

Bu şirketlerin ücreti “Örtülü Ödenek”ten ödenir. Yapılan “Ödemelerden” genelde Başbakan’ın haberi bile olmaz. Çünkü ödemeler, ödeme evraklarının imhasından kısa bir süre önce ve geçmiş tarihle yapılır.

ADAM KAYBETMEK KOLAY BELGE KAYBETMEK İMKÂNSIZDIR

Bu konuyu anlatırken bir başka konuyu daha aktarmak gerekir diye düşünüyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bilinmeyen o kadar farklı yanları vardır ki, öğrendiğiniz her sır karşısında hayrete düşersiniz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sınırları içinde bir adamı kaybedebilirsiniz, olmayan birini de varmış gibi gösterebilirsiniz. Örneğin vatandaşlık kayıtlarımızda 6.332.783 adet vatandaşlık numarasının karşılığında “vatandaş” yoktur. 318.557 vatandaşımızın da “vatandaşlık numarası” yoktur.

Genelde hep bürokrasiden söz eder ve sıkıntılarımızı dile getiririz. Günümüzde burnumuzu silmek için kâğıt mendil almaya kalksak, satıcının bizden “vatandaşlık numaramızı” sormamasına hayret eder hale gelmiş durumdayız. Geçmişte de bu böyleydi, en basit bir işlem için “iyi hal kâğıdı”, “vukuatlı nüfus cüzdan sureti”, “tam teşekküllü hastaneden rapor”..vs… Bunları temin etmeye gittiğinizde de sizden benzer şeyler istenir ve bu böylece uzayıp giderdi. Hemen herkes “Nereye gider bu kadar belge?”, “her seferinde neden bunlar hep istenir?” gibilerinden şikâyet ederdi. Ama kimse bilmezdi ki, devletin her ay maaşını, kirasını, sabit giderlerini, temsil ve ağırlama giderlerini ödediği bazı paravan büroların bunları biriktirdiğini… Devleti yönettiğini sananlar da bilmezdi bu tip büroları. Sadece “Bilmesi gerekenler bilir”di. Bu bürolar hala var ama onlar çok kısa sürede bütün kayıtlarını dijital ortama aktardılar. Eski kayıtlarını da, ‘ola ki bir gün dijital kayıtları etkileyecek bir doğa olayı olur’ diye, her kaydın bir de mürekkepli yazıcılar ile nüshasını mahfuz ve güçlü arşivlerinde korumaya aldılar. Bu bürolar sadece kişisel bilgileri değil, kurum içi yazışmaların birer nüshasına da vakıflar, “Kozmik” olanlar da dâhil… Bir zamanlar yazılmış, imzasız, uyduruk, yazısı dahi okunamayacak kadar bozuk bir ihbar mektubundan, yurt içinde ya da yurt dışında yaptırılmış bir “Kürtaj” kaydına kadar her şey onların elinde var. İşte bu nedenle, Türkiye’de “İnsan kaybetmek kolay, belge kaybetmek imkânsızdır.”

Bir zamanlar (1991-1992) Merhum Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL, yakın çevresi ile ilgili bütün belgelerin toplanmasını ve imhasını istemişti. Yaklaşık 11 ay boyunca binlerce belge toplatıldı, aslı ve nüshası ile birlikte, sonra da bunlar imha edildi. Her şeyin bittiği ve geride iz kalmadığı Merhum Cumhurbaşkanı’na iletildiği gün saat 16:30-17:15 arasında köşkte çalışma masasının üzerinde zarı renkli A-4 büyüklüğünde bir dosya buldu ÖZAL. Zarfı açtığında, imha edildiği kesin olarak ifade edilen bir ses kaydı ile görüntü kaydının aslı ile burun buruna geldi. O anda masanın yakınında bulunanlar Merhum ÖZAL’ın morardığına ve dudaklarının kuruduğuna şahitlik ettiler. Merhum ÖZAL o kayıtları yandaki bir odaya geçerek dinledi ve seyretti, sonra tekrar çalışma masasının başına döndü, çok sıkkın bir vaziyette ve orada olanlar, ondan şu sözleri de işittiler. “Tarihi bin yıldan fazla olan bir devlette, böylesi bir çabaya girmek akıl işi değildi zaten. Bunlar da olmasaydı zaten beni ne Başbakanlık Müsteşarı, ne Başbakan ne de Cumhurbaşkanı yaparlardı.”

Kısaca, bazı istisnaları olsa dahi, günümüze kadar üst düzey atamalarda “DOSYASI” olamayan atandırılmazdı. Otomatik olarak “seçilmiş aileler” ile ilgili “Eşşek yükü” ile belge ve bilgi bulunduğundan da, o ailelerin önü asla kesilmezdi. “Di” diyorum, çünkü artık bunlara pek ihtiyaç duyulmamaya başlandı, hatta bu DOSYA hazırlama şirketleri de kapanmaya yüz tuttu. Çünkü belli noktalara atanacaklar, ya da atanmak isteyenler kendi elleri ile kendi belgelerini hazırlamaya ve ilgililere teslim etmeye başladılar. Hem de ne belgeler, geçmişte bu konuda yüzlerce adam, kadın, jigolo, fahişe, homoseksüel, heteroseksüel, biseksüel…vs. çalıştıran şirketlerin hazırladıklarından da üstün (!) belgeler… Bu nedenledir ki günümüzde “hain”, “pislik”, “rezil” patlaması yaşanıyor… Kısaca Ankara’da, Dolmabahçe’de ve en önemlisi Pensilvanya’da pek çok dosya müellifi atama bekliyor, kuyruktalar. Sadece bürokratlar değil bunlar, yeni “kiralık katil –kalem-“ olmaya hazır gazeteciler, iktidarın istediği yerlere para akıtmaya hazır bankacılar, spor kulübü başkanı olduğunda “Kara para aklama sözü veren”lere kadar…

Umarım bu yazım yeterince aydınlatıcı olmuştur, sevgili meraklı okurlarım…

15 Şubat 2012 Çarşamba

YENİ GÜNAYDIN YAZILARI (YAYINLANMAYAN) 11

KIRMIZI OPERATÖR’DEN SONRA MAVİ OPERATÖR…

Dün sizlere Kırmızı Operatör’ün uçkurunun kimin ellerinde olduğunu aktarmıştım. Peki ya Mavi Operatör?

MİT, Kırmızı Operatör’ün bağlantılarını öğrendi; müdahale edebilir miydi, edebilirdi ama etmedi. Çünkü MİT bizim bildiğimiz ve elemanlarını saygıyla selamladığımız MİT değildi artık. Bunun üzerine MİT Mavi Operatör’ün 3G sisteminin alt yapısının % 70’ini finanse etti. Ne karşılığında? Tabii ki bilgi paylaşımı (!) karşılığında. Mavi Operatör ile sizin aranızda MİT var yani… E olsun, o milli bari diyenler, ekşi ot yemedim ki midem ağrısın diyenler… Ama unutmayın MİT artık eski MİT değil. Şirazesinden tamamen çıkmak üzere. Köklü bir kuruluş, kendince emniyet sigortaları var ama karşılarındaki güç de Neo-Con’cu deyyuslar. Yapabildikleri kadar atama yaptırıyorlar içeri…

Bıçağı Tersten Tuttururlar Adama…

Merhum Necip HABLEMİTOĞLU hocam, bir aralar çokça daldırılmıştı MİT’e. Anayurt Gazetesi’nde çalıştığımız günlerdeki gibi muhtemelen ona da geliyordu Ulus Postanesi çıkışlı zarı kare zarflar. Muhtemelen o da okuyordu içinde kendisine sunulan bilgileri, belgeleri. Sonra da oturup tamamını ciddiye alıyor ve pek çok kurguyu o bilgi ve belgelere göre yapıyordu. Mayası da hamuru da o kadar sağlam ve temizdi ki MİT’ten kendisine belge ve bilgi verenlerin, kendisine kahpelik yapacaklarını da düşünmemişti. Sonunda HABLEMİTOĞLU’nu özel görüşmelere almaya başladılar ve o görüşmelerde de doz doz virüsü vermeye başladılar. MİT içindeki kamplaşmayı ve ayrışmayı anlattılar, isimlerle, makamlarla. Bu CIA’nın adamı, bu MI-6’nın, bu DGSE’nin, bu FSB’nin, bu BND’nin, bu SİSMİ’nin, bu El Muhaberat’ın, şunlar üçlü çalışır, şunlar ikili, işte size MİLLİ olanların tam listesi…

HABLEMİTOĞLU listeleri aldı, inceledi, düzenledi. Kendince MİT’in içinden başkalarına da danıştı. Onlara kendi fikirlerini de açtı. Pensilvanya uşaklarının MİT’ten en kısa sürede defedilmesinin gerekliliğini anlattı çevresindekilere. Çekinmeden… Çünkü konuştuklarının tamamının MİLLİ olduğunu düşünüyordu. HABLEMİTOĞLU hocam, doğru işler yapıyordu ama yeterince tedbirli değildi. MİT’teki tezgâhçılar HABLEMİTOĞLU’na öylesine doğru bilgiler vermişlerdi ki, hocam son verilenlerin tamamının da doğru olduğuna inanıyordu. Nereye gidebileceğinim düşündü uzun süre, Müsteşar ile bu bilgileri paylaşmayı aklından bile geçirmedi. Sonunda karar verdi Genelkurmay’dan biri ile görüşmeliydi. MİT’teki dostlarına bunu aktarınca; “Kolay hocam biz seni “Kasaptaki ete soğan doğramam” diyen amca ile görüştürelim, boşuna aşağıdakilerle uğraşma dediler.” Hocam için randevu tesis edildi. Hocam makamdaydı. Efendiyi kendi gibi biliyordu, temiz, dürüst, milli, vatansever… Açıldı hocam, her şeyi paylaştı bildiği… Makamdan ayrılırken “Soğancı paşa” boynuna sarılıyordu Necip HABLEMİTOĞLU’nun ve diyordu ki. “Hocam ben üzerime düşeni yapacağım ama siz bunu bir de benim bağlı olduğum makama anlatın. Çekinmeyin o da millidir. Bakmayın badem bıyıklı olduğuna millidir. Benim de selamlarımı iletin. Hatta isterseniz ben sağlayayım bu görüşmeyi, kendisi ile konuşurum, randevu tesis ederim.” Dediğini de yaptı. Merhum makamdan ayrılır ayrılmaz aradı bağlı olduğu makamı, konuyu kısmen anlattı ve “Korkunç bilgilere nüfuz etmiş, çok önemli, beka için çok önemli. Sizin de duymanızı istedim. Dinler misiniz?” Karşıdan aldığı cevap çok netti. “Yarın saat 09.00 da gelsin, görüşmenin ucu açık, bekliyorum.” Soğancı efendi mesajı HABLEMİTOĞLU’na iletti. HABLEMİTOĞLU elindeki bilgi, belge ve listelerle belirtilen saatte makamdaydı. Çok yakın, sıcak ve sevecen davrandı makamdaki. Emanetçiydi “Teşekkür halinde kalpazanlık ve dolandırıcılı” suçundan hakkında soruşturma açılmış olan kişinin. Ama ne de olsa makamda olan oydu. Tam iki buçuk saat sürdü görüşme ve HABLEMİTOĞLU ayrıntılı listelerin bir nüshasını da ona verdi. Makamdan ayrılırken “emanetçinin” yaklaşımı ve tepkileri “soğancı paşa”dan daha da sıcaktı. Hocam aslında yaşadıklarına inanamıyordu. Ama koskoca makam sahibi insanlar “rol mü kesecekler” diye düşündü içinden. Makamdan ayrıldı ve daha binayı terk etmeden, makam sahibi “Kalemini kırın” mesajını iletti gerekli yerlere. Aslında o görüşme, kaleminin kırılıp kırılmayacağına nihai kararın verileceği görüşmeydi. Krallık, onun düşüncelerine, teşhislerine güvenirdi. MI-6 mesajı aldı ve her zaman olduğu gibi, bu işi “taşeron”a aktardı. Krallık aslında tarihi bir tavır olarak bütün melanetlerin başında olmasına rağmen, kenarda kalmayı ve düşman ilan edilmemeyi bilmiş ve uygulamıştı.

Krallık, Gerhardt Leman ile temasa geçti. “Günümüzün James Bond’u” olarak bilinen BND’nin yani Alman Gizli Servisi’nin CIA uşağı elemanı ile… Gerhardt Leman’ın sorumluluk alanıydı Ortadoğu, Merhum Adnan KAHVECİ ve ailesine karşı kaza görüntülü suikast planını yapan da oydu. Merhum’u ters yola sokturan da oydu. Ama kader Merhum’u konu ile ilgisi olmayan bir başka otomobil ile çarpıştırdı… Gerhardt Leman, gerekli planlamaları yaptı. İş çok temiz halledilecekti. Hatta ona da kaza süsü verilecekti. Ama CIA’dan bir başka talimat geldi. İş aleni olmalı ve mesajı da şu olmalı, “Gizli Kardinal kuklamıza dil uzatanın gözünü patlatırız”… Kısaca suikast ibretlik olmalıydı. Gereği de yapıldı. Ama durmadılar Merhum HABLEMİTOĞLU katledildikten sonra, ailesini tehdide devam ettiler. Akıllara durgunluk verecek oyunlarla başta eşini sindirdiler… Bu suikastın ayrıntılarını daha önce yazdığım için ayrıntısına girmeyeceğim.   

İşte sizlere MİT’in yeni yüzünün ilk icraatlarından biri…

Umutsuz muyum, asla… MİT öylesine farklı bir kurum ki, bütün personelini hainlerden oluştursanız yine de oyunu bozar. Aslına rücu eder. Ki şu an öyle bir durum da söz konusu değil zaten. İçeride öylesine kaliteli insanlar var ki, onlardan biri bile bütün oyunları bozabilecek kadar donanımlı. Beklenen ne? Neden bir an evvel olmuyor gerekenler diye sorabilirsiniz. Bu işler aceleye gelmez, panik ve telaşa gerek yoktur. Zamanı ve yeri geldiğinde en az zayiatla müdahalenin yapılması gerekir. Kısaca önümüzdeki günlerde MİT’ten çokça söz edilmese bile en büyük savaşın yaşandığı yer orası olacak. Hakan FİDAN mı? O bazı işler için “koçbaşı” olarak kullanılacak, üzerindeki spekülasyonlara kafayı takanlar, onun asli görevini de fark edemeyecekler, göremeyecekler…

YENİ GÜNAYDIN YAZILARI 10

12 Milyar USD Türkiye’ye ne karşılığı girdi?

EYP’YE “ÇOK GİZLİ” BİLGİ SERVİSİ
GSM Operatörü firmalardan biri Türkiye’ye gelmeden önce Yunanistan’da gizli kapılar ardında çok yüksek değerli tazminat davaları ile boğuşuyordu. Davaların seyri öylesine büyük boyutlara doğru uzanma eğilimi gösteriyordu ki Operatörün iflasın eşiğine geldiği dile getiriliyordu. Uluslar arası kredilendirme kuruluşlarının Operatör’ü yerle bir etmesi için dönen rüşvetin haddi hesabı belli değildi. Sonra birden, Yunanistan’ın bütün tazminat davaları teker teker geri çekilmeye başlandı, kısa sürede de bu akım söndü.
Ne garip bir tesadüftür ki bu dönem Operatör’ün Türkiye’de bir Operatör’ü alma yolunda ciddi adımlar attığı söylentilerinin zirve yaptığı, ardından da Türkiye’deki Operatör’ü almasının kesinleştiği dönemdir.

O günlerde Yunanistan’daki “Kripto Türkler”den aldığım bilgiler, bu bilgilerle birleşince ortaya korkunç bir tablo çıkmaktaydı.
Malum Operatör’e karşı açılan yüklü tazminat davalarının ardında Yunanistan Gizli Servisi EYP’nin ciddi bir lojistik ve moral desteği söz konusuydu. Davaların geri çekilmesini de EYP aynı destekleri geri çekmek suretiyle hızlandırmıştı.
Peki Operatör ile EYP arasında ne oldu da davalar söndü, Operatör iflasın kıyısından kurtuldu?
Atina’da EYP’nin en üst düzeyine kadar sızmış “Kripto Türkler” bu konuyu şu şekilde özetliyorlar;
Operatör, EYP’ye şu taahhüdü veriyor: “Türkiye’deki Operatörü aldığımızda Türkiye’deki tün verileri, kayıtları sizlere vereceğiz. 3G bağlantılarının tamamını da sizinle paylaşacağız”

YUNANİSTAN’I KRİZDEN NE KURTARACAK ? NE KARŞILIĞINDA?

Ege adalarına ALMANYA talip. Yani yeni yüzüyle NAZİLER. AB’den Yunanistan’a kredi açılacak, bedeli de Türkiye’den tahsil edilecek. Nasıl mı? EYP, Türkiye’de aldığı Operatör’den kendisine akan bilgileri Almanya’ya bedeli mukabili devretmeyi ve bundan sonraki tüm akışı Almanya’ya yönlendirmeyi taahhüt etti.
Kısaca komşu, bizim işportaya düşmeyen ÇOK GİZLİ bilgilerimizle krizden çıkabilecek.

Şimdi bazıları bu adam yoksa diğer Mavi Operatör’ün adamı mı, neden Kırmızı Operatör’e yükleniyor diyebilirler. Yakında sıra onlara da gelecek, şimdi bu konunun yasal araştırma sonuçlarını beklemekteyim. Doğaldır ki ukala dümbelekleri sorularıma “Devlet Sırrı” diyerek set çekeceklerdir. Ama artık Türkiye’de Devlet Sırrı kalmadı ki; ırz, namus dümdüz nasılsa… Kozmik belgeler Yüksel Caddesi’nde akşam 20:00’dan sonra yer tezgahlarında sayfa hesabıyla satılıyor. Çok gizli belgelerin bedeli ise tomar hesabı. Gizli belge ise kiloyla satılamayacak kadar ayağa düşmüş durumda.

DOLMABAHÇE’de bir “altın günü”

Efendi davet edildiği Dolmabahçe’deki “altın gününe” gitmeden üç gün önce yaklaşık 10.000 sayfalık kozmik denebilecek bilgiler ulaştırıldı. Amaç “Karşı Devrim”in baş papazını susturmak ve onu, ekibiyle birlikte ihanetten vazgeçirmekti. Ancak Dolmabahçe’de çantalar açıldığında yaklaşık 10.000 sayfalık çok ciddi ve çok gizli bilgiler ortaya döküldüğünde Potamyalı da ona karşı belgeler ve bilgiler sunuverdi. Sonunda maç Efendi’nin ailesinden başlamak ve Genelkurmay Başkanlığı Sanat Danışmanlığı’na getirdiği malum şahıstan dolaşmak ve bazı üst düzey askerlere kadar uzanan belgeler, bilgiler nedeniyle 1-1 berabere bitti.
Peki, bu kadar bilgiyi Potamyalı’nın eline tutuşturan kimdi/kimlerdi?
EYP yani Yunanistan Gizli İstihbarat Örgütü…
Hatırlarsınız ya da dikkatinizi çekmiş olabilir. Türkiye’deki eski operatörün en büyük müşterisi askeri personeldi. Kırmızı Operatör Türkiye’ye yerleştiğinde de cep telefonlarının kapalı olsalar bile verici- alıcı görevi yaptığını Genelkurmay Başkanı dahil pek çok üst düzey dahi bilmiyordu.
Bir gün geldi ve Efendi’ye bir ses kaydı dinletildi. Resmi bürokrat birinin yatak odası kayıtlarıydı. Evinin yatak odasında eşi ile halvet olurken kayda alınmıştı. Resmi bürokrat, VIAGRA kullanmadan nasıl erekte olacağını karısı ile paylaşıyor ve yardımını istiyordu. Karısı da “Aaaaa olur mu parmağım kirlenir, gülerce leş gibi kokar..” diye bu yardımı reddediyordu.
Potamyalı’nın Efendi’nin önüne sürdüğü belge ve bilgiler arasında bunları da solda bırakacak dinleme dökümleri de bulunuyordu.
Aslında Efendi’nin elindeki 10.000 sayfaya yakın müthiş bilgilerin içinde öyle bilgiler vardı ki, Potamyalı’ya bunlardan birini aktarmış olsa, o gün iktidarın başından çekilir ve kendisine yardım ve yataklık edenlerin isimlerini teker teker satıverirdi. Ama Efendi o toplantıya giderken bu bilgilere göz atma ihtiyacı bile hissetmemişti. Neden? Çok yakınından biri, FETTOŞ’un mucizesi bir çapraz kılıçlı onu öylesine ikna etmişti ki Efendi Dolmabahçe’ye NAPOLYON gibi girmiş, “Yoksul Göte” gibi çıkmıştı. FETTOŞ’un çapraz kılıçlısı, Efendi Potamyalı ile görüşmeden önce 28 Şubat’ın simge Orgenerali özel kuryesi ile durumu Potamyalı’ya ulaştırmıştı. Hem de Efendi’nin elindeki 10.000 sayfaya yakın çok gizli bilgi ve belgelerin CD’ye yüklenmiş görüntüleri ile birlikte. Bu arada o tarihlerde üç kişinin nerede olduğunu, hangi adımları attıklarını iyice incelemek gerek birincisi 28 Şubat’ın simgesi, ikincisi “Kıbrıs’ın hiçbir stratejik önemi yok” diyen emekli amiral, üçüncüsü ise Merhum ÖZAL yolda ölümle pençeleşirken ÇOK GİZLİ siyah zarf tipi disketlerini konuttan araklayan üniformalı olan FETTOŞ’un mucizesi; ismi ne mi? E, bir zahmet geçmişte yazdıklarımızı bir okuyuverin. Kaç defa adını ve rütbesini açık açık yazdım, ama kimse ilgilenmedi bile…
İsterseniz, Efendi’nin ve Potamyalı’nın eline geçtiği için hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmayan belgelerden birinden birkaç satırı size aktarayım.
“ERGENEKON sürecinde gözaltına alınacaklar/tutuklanacaklar/hüküm giyecekler listesinin en sonunda iki isim var.
Sondan bir önce İ. Melih GÖKÇEK
Sondaki isim R. Tayyip ERDOĞAN…
Belgeyi düzenleyen “NSA (National Security Agency)”…
Yazının başlığını hatırlayıp da eee nerede MI-6 burada diye soranlara diyorum ki, eğer zerre kadar devlet ile bağın varsa git yatak odana ve istiflenmiş donunu silkele arasından ne çıkacak bir gör…
Artık Yunanistan’ı iki yardım paketi güya kendini kurtaracak. Yunan Meclisi yardım paketlerini kabul ettiği gün, UŞAKLIĞI da kabul etmiş oldu ve para karşılığı ONURUNU da sattı. Yunanistan çok kısa bir vadede yani 15-20 yıl içinde kuzu kuzu Mora Yarımadası’na çekilirse, kimse şaşırmasın… Çünkü yukarıda sizlere aktardığım bilgiler ve beklentiler tamamen gerçekleşmiş oldu.
KÜRESEL EŞKIYA, Yunanistan’ın işini tamamladı ve şimdi Türkiye’ye döndü. Ya İRAN, SURİYE ve Lübnan HİZBULLAH’ı konularında benim “ucuz kanım” olursun ya da Yunanistan’dan daha kötü duruma düşersin mesajını gerekli yerlere iletti. Verilen cevap ne miydi? Son 17 gün içinde Türkiye’ye giren 12 milyar USD neyin karşılığı sanıyorsunuz?

YENİ GÜNAYDIN YAZILARI 9

KUKLACI’nın sahnesindeki KARA ya da KAHVERENGİ Gömlekliler Savaşı…


Faşist İtalya ile Faşist Almanya’da İKTİDARI ele geçirilmek üzere kurulan örgütleri biz o günlerde kaldı sanıyorduk; ama kalmamışlar. Hatta kendilerinden olmayanlara karşı savaşları bir yana kendi aralarında da çatışmaya girmişler.
Türkiye’de yaşananlar da adeta bunun bir tekrarı. “Truva Atları” karşı karşıya da diyebiliriz, “Kuklalar” da…
“Ergenekon” adı verilen olaylar zinciri başladığında bir başkonsoloslukta çok mahrem olarak elden ele dolaşan bir listede, “Ergenekon” sürecinde sondan bir önce İ.Melih GÖKÇEK, son olarak da Recep Tayyip ERDOĞAN’ın tutuklanacağı açıkça görülüyordu. Bu konuyu yazdığımda pek çok insan çok farklı şekilde gülmüşlerdi. Ben, bana gülenler için sabırla bekliyorum. Ama o günlere çok yaklaştık.
MİT-Özel Yetkili Yargı-AKP-Cemaat çatışması olarak görünen son olaylar dizisi aslında KUKLACI’nın sondan bir önceki oyunu. Siz KUKLACI’ya GLADIO’nun iplerini elinde tutanlar da diyebilirsiniz. Çatışmanın boyutları da derinliği de çok farklı. Olayları KUKLALARA kısmen verilen “Tuluat” yetkisinin aşımı olarak nitelendirirsek, bana göre yanlış yapmış oluruz.
Tarafların belirginleştiği iki önemli olayı Türkiye sadece “Madalya ve Nişan verme” olayı olarak ele almış, üzerinde çokça konuşmuştu. Ama olay farklıydı. Törenlerin, madalya ve nişanın işaret ettiği “Genel Vali İlanı, Ataması ve Şövalyelik Takdis Töreni”ydi. O günlerde Dolmabahçe önüne demirleyen İngiliz Uçak Gemisi’nin anlamını kavrayamayanlar, Hakan FİDAN da ifadeye çağrılınca şoka girdiler ve dizlerini dövmeye başladılar.
Son olaylar aslında tarafların birbirlerine karşı giriştikleri savaşta, o güne kadar kamufle ettikleri bazı silahlarını birbirlerine göstermeleriydi. Gösterilen silahlardan daha yamanlarının üzerinin hala örtülü olduğu ise konuyu yakından takip edenlerin bilgisi dâhilinde. Bu savaşın hangi boyutlara tırmandığının en önemli işaretlerinden biri “Üçüncü Boğaz Köprüsü ve Çevreyolları İhalesi”ne dünya devlerinin teklif vermemesiydi.
E. Org. İlker BAŞBUĞ ifadeye çağrılırken kılları kıpırdamayanların ve hatta “kıs kıs” gülenlerin, son olay yaşanırken ki halleri görülmeye değerdi. Korku paniğe dönüşmüştü. Özel yetkili savcının tek hamlesi iplerin dolaşması için yeterli olmuştu. İpleri dolaştıran KUKLACI değil, KUKLALARDI. Çünkü neredeyse bütün KUKLALARIN “Son kullanma tarihleri” dolmuştu. Eller KUKLALARI çöpe atmak üzere uzanınca, her biri diğerini öne iterek iplerin dolaşmasına neden olmuşlardı. Çünkü onlar için bir gün değil, bir saniye bile çok önemliydi. Hepsinin teker teker amacı son KUKLA olarak kalmaktı.
PEKİ, NEDEN ŞİMDİ?
R.Tayyip ERDOĞAN’ın geçirdiği ameliyatlar çok önemli. Öteden beri ERDOĞAN’ın Merhum Adnan MENDERES ve Merhum Turgut ÖZAL’ı geride bırakmak ihtirası da bilinmekte. ERDOĞAN ve çevresi her ne kadar “Bi şeyciğim yok, basit bir operasyon” dese de, gerçeklerin herkes farkında. Taraflar ERDOĞAN’sız günler için hazırlıklara başladılar bile. CHP’deki Kurultay Savaşı da bu konuyla oldukça ilintili. Orada da büyük hazırlıklar var, “Bunlardan sonra sıra bizde” beklentisi ve hatta rüyası muhalefetin (!) iştahını kabartıyor. İktidar partisi içindeki saflar da sıklaşmakta, ERGOĞAN’ın özenle seçtiği milletvekilleri, ERDOĞAN’a rağmen taraflarını belirlemeye ve hatta belirtmeye başlamaktalar.
Dikkatlerden kaçmış da olsa ilk ameliyatından sonra Atlantik ötesinden ERDOĞAN’a bir “Geçmiş olsun” dileği bile esirgenirken, ikinci operasyondan sonra çok önemli bir mesaj, hem de KİRİPTOLU olarak kamuoyu önünde paylaşıldı. Mesaj neydi:
"Her gün Rabbime iltica edip O'nun yüce dergâhına yöneldiğimde her daim dua ettiğim Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın ikinci kez ameliyat olduğunu öğrendim. İlk ameliyatını duyduğumda da fevkalade derinden üzülmüş hastalığından bir an önce kurtulmasını dilemiştim.
Hatta yakın dostlarıma 'Hizmetlerinden dolayı nazar mı değiyor yoksa başka bir olumsuzluk mu söz konusu' demiştim. Şimdi yeniden ameliyat olduğunu teessürle öğrendim. Bu ameliyatın tamamlayıcı bir müdahale olmasından müteselli oldum. Yaptığı hizmetlerle milletimizin medar-ı iftiharı haline gelmiş Başbakanımızın bir an önce sağlığına kavuşmasını, görevinin başına yepyeni bir dinamizmle geçmesini Cenab-ı Erhamürrahimin'den niyaz eder, kendisine acil şifalar temenni ederim."
Bir iki cümle çok önemli: 'Hizmetlerinden dolayı nazar mı değiyor yoksa başka bir olumsuzluk mu söz konusu' ve “…bir an önce sağlığına kavuşmasını, görevinin başına yepyeni bir dinamizmle geçmesini…” ben mesajları çok net gördüğümü düşünüyorum, muhatapları daha da net görüyor olmalılar. Ama bu iki paragraf bana “Geçmiş olsun” mesajı olarak gelmiyor. Satır aralarında hatta kelime aralarında bile çok önemli “Uyarılar” mevcut. Tabiidir ki mesaj bir başka mesajı daha ihsas ediyor. “ben bu savaş bitinceye kadar Türkiye’ye asla dönmem.”
TBMM’ne verilen ve “Demokrasi”, “Hukuk Devleti” ve hatta insanlık için yüz karası olan, mabadı kurtarma “Kanun Teklifi”ne birileri, uzaklardan aldıkları talimatla “HAYIR” oyu verirse ne olur? Yukarıdaki mesajın aslında en önemli gizli uyarısı da bu. “Hatta yakın dostlarıma…” girizgâhı, bu açıdan çok önemli… Çünkü eğer Kanun Teklifi TBMM’deki oylamada (!) kabul edilir ve Cumhurbaşkanı tarafından jet hızıyla onaylanırsa, acaba ERDOĞAN ve ekibi neler yapar, MİT neler yapar, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı ne yapar ve Türk Silahlı Kuvvetleri neler yapar, soruları Ankara’da günümüzün “Çok bilinmeyenli” ama bir an evvel çözülmesi gereken hayati denklemi.
Aslında verilen teklif Bakanlık ve Başbakanlık makamlarını işgal edenleri de kurtarmıyor. Yani onlar açıkta. Peki, “Özel Yetkili” güçler, “Madem onları bize vermedin, sizler ve sen de gel!” deyiverirlerse… Ki süreç o yöne doğru sürüklenmekte…
Önümüzdeki günlerde “Taraflar” şimdilik “Savaş Baltaları”nı toprağa gömseler dahi, birkaç gelişme kimseleri şaşırtmasın. Yeni bir “Ergenekon” operasyonu”, “Suriye’ye karşı savaş ilanı” ve “İpleri başkalarının elinde olan bir zamanlar/halen yandaş medya mensupları”ndan bazıları hakkında ortaya çıkacak “Kasetler” ile başlayacak “Tutuklama” dalgası, “Genel Af” teklifinin TBMM’ye sevki, “Başkanlık Sistemi”nin süratle gündeme getirilmesi ve böylelikle savcıların da seçimle işbaşına getirilmeleri oldu-bittisi.

13 Şubat 2012 Pazartesi

YENİ GÜNAYDIN YAZILARI 8

“UFUK ÖTESİ PROJESİ” ve HİSPANİK nüfus…

Hemen herkes kendince bir şeyler söyledi, bir şeylerle suçladı onu. Ama nedense kimse onun gerçek yüzünü araştırmak istemedi, belki de araştırmaması gerektiğini anladı. “Kürt” diyen oldu “hain” diyen oldu, “yobaz” diyen oldu, oldu da oldu… Bazıları ise onu çok sevdi, ama kişiliği ve kapasitesinden dolayı değil, “bizim yolumuzdaki taşları temizliyor” diyerek… Dışarıdan bakıldığında uçkurları Atlantik ötesinde ve görünürde “rehin” liderin elinde bulunan cemaati de çok seviyor ve destekliyordu. Aslında gerçek çok farklıydı, “tehdit” ve “şantaj” altındaydı. Bu “tehdit” ve “şantaj” onu çok bunaltmıştı. Şantajın konusu ise “ailesi”nin bazı fertlerinin melanetleriydi. Ama onu Başbakan yapan da Cumhurbaşkanı yapan da “ailesi”nin bu melanetlerinin biliniyor olmasıydı. Onun dosyasında kendisiyle ilgili değil “ailesi” ile ilgili görüntüler, ses kayıtları, belgeler, ifadeler… vardı.
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL’ın son yıllarında onun talimatı ile bir proje oluşturulması gündeme geldi. Proje’den toplam yedi kişinin bilgisi vardı, ancak tamamından sadece dört kişinin. Biri Merhum ÖZAL, ikincisi Merhum KAHVECİ, üçüncüsü halen Silivri’de esri tutulan Aydın’lı bir büyük ile projenin yaratıcısı. Projenin adı “Ufuk Ötesi Projesi”ydi. Proje mantığı Türkiye’yi bir küresel güç yapabilmek için bölgesel güç lideri konumunu sağlamak, sürdürmekti. Kısaca proje Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “Kızıl Elması”ydı. Amacı sağlarken “zor” kullanılmayacak, herkesin gönüllü olarak bu şemsiyenin altında yer alması sağlanacaktı. Kurulacak büyük yapının Türk Cumhuriyetleri ve müzahir devletler ayağındaki ortak para birimi de belirlenmişti; “TAMUNGA”, yani “Türk Mührü”. Projenin ana ayaklarından biri “Hispanik” nüfusa dayanıyordu. Söz konusu “Hispanikler” olunca da haliyle Güney Amerika Ülkeleri bu projenin merkezinde yer alıyordu. Projenin genel unsurlarını sıralamak gerekirse; Türk Cumhuriyetleri, İslam ülkeleri, Akdeniz ülkeleri, Karadeniz ülkeleri, diğer Balkan ülkeleri, diğer Kafkas ülkeleri, Hispanikler ve AB’den Fransa, İspanya, İtalya ile Portekiz. Proje ile ilgili olarak Merhum ÖZAL sayısız görüşme yaptı ve son Türk Cumhuriyetleri gezisi esnasında ise onlarla gizli protokoller imzalamaya başladı. Projenin temelinde dini bir birlik söz konusu bile değildi, “Dinler Arası Diyalog” gibi bir zırva ise asla yer almamıştı. Bu konu konuşulduğunda ise cevabı şu oluyordu: “Her şey aslına rücu eder” Sözün kısası ÖZAL’ın kalemi bu proje nedeni ile kırıldı.
HİSPANİKLER
“Hispanikler” neydi? Neden Merhum ÖZAL bunu ana unsur olarak ele almıştı? Küresel Eşkıya ABD’nin nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan Hispanikler’in doğum oranları o kadar fazlaydı ki, 2000’li yıllar ABD için adeta bir kâbustu. Bu grup önceleri “Zencilerle” işbirliği yaparak 2020’den sonra ise tek başlarına “ABD Başkanı”nı belirleme çoğunluğuna sahip olacaklardı. Çünkü ABD Anayasası incelendiğinde ve matematiksel bir modele döküldüğünde % 34’ü elinde bulunduran ABD Başkanı’nı seçeceği gibi Yasama ve Yargıya’ da hâkim olacaktı. Bu çalışma bir kişinin üretimi, diğer altı kişinin denetimi ve yorumları ile matematiksel olarak da ispatlanmıştı. ABD nüfusunun 2100 yılına kadar etnik projeksiyonu Merhum ÖZAL’ın bilgisayarındaydı. Birer kopyası da siyah zarf disketlerde, Merhum ÖZAL’ın bilgi bankasındaydı. -Turgut ÖZAL Çankaya’da öldürüldüğü gün bütün bu siyah zarf disketler oradan uçurulmuştur.- Program desteğini Merhum Yusuf Bozkurt ÖZAL sağlıyor, (Konu asla Yusuf Bozkurt ÖZAL’a açılmamış ve anlatılmamıştı, Ahmet Korkut ÖZAL ise sürekli bu tür konulardan uzak tutulmuştu) matematiksel kurgular ve modellemeler ise Merhum Adnan KAHVECİ tarafından yürütülüyordu. Hispanik nüfus artış hızı % 3,51 Zenci nüfus artış hızı % 1,98 ABD’nin ortalama nüfus artış hızı ise % 1,32 olarak ele alınmıştı. 2020 yılında seçilecek ABD Başkanı’nın Hispaniklerin işaret ettiği; 2012 seçimlerinde ise ABD Başkanı Hispanikler ile Zencilerin ortaklaşa işaret ettikleri olacaktı. İşte Barak OBAMA bu nedenle seçtirildi. Barak OBAMA ABD Toplum Mühendisleri’nin bir ürünüydü. Karşısına çıkarılan aday ile onun başkan yardımcısı adayı bile ABD’deki Neo-Con’cu derin devlet ulusalcı derin devlet anlaşmasının bir sonucuydu.
Malumunuz Musevi soy kütüğünde asli unsur ANNE’dir. ANNESİ Musevi ve Yahudi olan asli unsurdur. Barak OBAMA’nın babası Zenciydi ama annesi Beyazdı. Yani WASP (Beyaz, Anglo Sakson, Protestan) kurgusu elden geldiğince zedelenmemişti. Bu konuda Barak OBAMA’nın seçilişinden sonra yazıp yayınladığım yazı hala internet sayfalarında dolaşmaktadır. Ancak, bugüne kadar bir tek Allah’ın kulu da “Sen ne diyorsun arkadaş?” dememiştir. Çünkü devlet yönetiminde “Milli ve Bağımsızlık” yanlısı unsurların neredeyse tamamı tasfiye edilmişlerdir. Ve ne yazık ki Türkiye’de Merhum ÖZAL’ın katledilmesi emrinin veriliş sebebi güya hala soru işaretleri ile doludur.
Merhum ÖZAL’ın katili ne Bulgar’dır ne de başka bir devletin vatandaşı. ÖZAL’ın katili T.C. vatandaşıdır ve çok yakınlarından biridir. Çünkü ona da şantaj yapılmıştır. ÖZAL’ın katledilişi konusunun çözümsüzlüğe sürüklenmesinin nedeni de o kişinin ÖZAL’ın çok yakınından biri olmasıdır. Bugünlerde bile o hala başroldedir. “Laf olsun, âlem alış-verişte görsün” diye yapılan araştırma ve soruşturma bile onun sayesinde kesintiye uğratılmaktadır.
Türkiye ve Türk Milleti “Hispanikler”in önem ve değerini öğrendikleri anda, onlarla ciddi bir birlikteliğe gittiklerinde dünyanın bütün düğümleri ellerine geçecektir. Doğal olarak “uçkurları” ya da “ipleri” Küresel Eşkıya’nın elinde bulunan siyasiler iş başında oldukları müddetçe, yapılan en fazla “siyasi mastürbasyon” olacak ve bunlar Küresel Eşkıya’nın “Kızıl Elması” için her türlü melaneti yapacaklar, dün “kardeşim” dediklerine, “ortak bakanlar kurulu toplantısı” yaptıklarına sırf KUKLACI öyle emrettiği için sırtlarını döneceklerdir. Türkiye’nin günümüzdeki en büyük problemi de budur…

YENİ GÜNAYDIN YAZILARIM 7

   
KKTC’de Toplumlar Arası Görüşmeler ve “TAKDİS” (!) DOSYALARI

Sizlere bu yazımda KKTC’nin geleceği konusunda bu güne kadar bilinmeyen ve saklanan bazı ayrıntıları paylaşacağım. Bu paylaşımla “Ergenekon” davası arasındaki ilişkileri de sizlerin yorumlarınıza bırakacağım. Ancak sizlere girizgah olarak şu tespitimi iletmek isterim. Türkiye Dünya’nın, KKTC ise Türkiye’nin laboratuarıdır.
TAKDİS (!) DOSYALARI
Kıbrıs denildiğinde akla ilk gelenlerden biri de Mihail Hristodolu Muskos adındaki Başpiskopos III. Makarios’tur. Makaryos, 1913 yılında Baf’ta bir çiftçi ailenin çocuğu olarak doğdu. 13 yaşında da babası tarafından Çiko Manastırına verildi. Buraya kadar her şey normal. Bu bilgileri her yerde bulabilirsiniz ama bulamayacağınız bazı bilgiler var. Bunlar da çok önemli.
Mihail Hristodolu MUSKOS’un babası aslında 1.95 cm. boyunda iri yarı ve yakışıklı bir Türk bahçıvandır. Mihail Hristodolu’nun babası, oğlunun evin dışına çıktığı bir gün karısının daveti ile yatağa giren Türk’ten olduğunu öğrenir ve delirir. Bir Türk oğluna verilecek en korkunç ceza, onu bir Türk düşmanı olarak eğitecek manastıra vermektir. Babası da bunu yapar. Mihail Hristodolu, yakışıklı ve parlak bir genç olduğundan Çiko Manastırı’ndaki din adamlarının (!) dikkatini çeker ve bir süre sonra onların odalığı oluverir. İlk seferi zorla olan bu eylem bir süre sonra Mihail Hristodolu için de zevk ve alışkanlık haline gelir. Ancak tecavüz ve taciz bununla bitmez, genç, iriyarı ve yakışıklı bu delikanlıyı bazı din adamları (!) da “erkeği” (!) olarak kullanmaya başlar. Nihayetinde ünlü bir aktif-pasif homoseksüel olan Mihail Hristodolu Manastır yöneticileri tarafından “seçkin” bir din adamı (!) yetiştirilmek üzere Lefkoşa’daki Ankripion Okulu’na gönderilir. Mihail Hristodolu orada da bir sex oyuncağı olarak kullanılır. Ünü okul dışına da yayılan Mihail Hristodolu Atina İlahiyat Fakültesi’ne gider. Ünü sınırların da dışına taştığından bu kez 1946 yılında Boston İlahiyat Fakültesi’ne devam eder. 1948 yılında Kıbrıs Kitium Metropolitliği’ne seçilen Mihail Hristodolu adaya döner. 1950 yılında da yapılan bir plebisit sonucu ada Rumları Mihail Hristodolu’yu Başpiskopos olarak seçerler. Mihail Hristodolu da III. Makarios adını alarak Başpiskoposluk makamına kurulur. Artık Kıbrıs’ta yetiştirilen bütün Ortodoks din adamları ve din adamı olarak yetiştirilecek bütün körpe çocuklar III. Makarios tarafından seçmece olarak “takdis” (!) edilmeye başlanır. Yıl 1953’e gelinceye kadar, Makarios’un yakınına yerleştirilen bir İngiliz Ajanı II. Makarios’un bütün “takdis” (!) faaliyetlerinin fotoğraflarını çekerek İngiltere’ye gönderir. 1953 yılında, adadaki İngiliz Yönetimine karşı cephe açan III. Makarios İngiltere’nin Kıbrıs Valisi Sir John HARDING tarafından Sychelles Adaları’na sürgün edilir. Böylece tescilli bir homoseksüel, Kıbrıs Rumları nezdinde KAHRAMANLAŞTIRILIR. (İçeri at, parlat, başa bela et... size de bir şeyler hatırlatıyor mu?)
Londra ve Zürich Anlaşmaları ile Yunanistan’ı köşeye sıkıştıran ve adada garantörlük alan Türkiye’ye ve anlaşmalara karşı 1955 yılında kurulan EOKA örgütü tam mukavemet başlatacakken III. Makarios gündemi belirlemek amacıyla EOKA ile görüşür. Onlara:
“Yarın saat 11:00’da bir basın toplantısı yaparak bu anlaşmaları geçersiz saydığımı ilan edeceğim. Ondan sonra başlayacak mücadeleye hazırlanın. Ben konuşmadan da siz asla konuşmayın” der.

Ertesi gün saat 09:30’da Adada görevli iki İngiliz ellerinde ince bir dosya ile gelerek III. Makarios ile görüşmek isterler. Görüşme esnasında İngilizler III. Makarios’a Londra ve Zürich Anlaşmalarına Büyük Britanya Krallığı’nın imza koyduğunu ve bu anlaşmaların Kıbrıs’ta harfiyen uygulanması gerektiğini söylerler. İtiraz etmeye kalkan III. Makarios’un önüne ince dosyayı fırlatırlar. Dosyayı açan Makarios “takdis etme ve edilme” (!) faaliyetlerinin birkaç fotoğrafını görünce, “PES” eder.
Kıbrıslılar, bu statü altında yıllarca sorunlar yaşayarak da olsa yaşarlar.
Önceleri kurulan siyasi ağırlıklı EOKA-A örgütünün yerini sertlik ve katliam yanlısı EOKA-B alır. EOKA-A örgütü, uyguladığı yöntemlerle Ortadoğu’daki eski "Demir Perde"ye yakın ülkeler ile ciddi bir yakınlaşma içine girer. Uluslararası düzeyde hayli mesafe alır. Ancak, yöntemleri kan ve katliama “göreceli” olarak uzak olduğundan, ya da “uzak” olması istendiğinden EOKA-B devreye sokulur. EOKA-B aslında III. Makarios'un teslimiyetini çözmek amacıyla kurulmuştur ve kullanılmıştır. -Sizlerin de dikkatinizi çekmiş olmalıdır; Türkiye’de EOKA-A asla bilinmez ve bilinmesi de istenmez. Bu konuda Doktora Tezi hazırlayan Mehmet YUVA da aforoz edilir.-

STASİ AJANLARI
Doğu Almanya (Demokratik Almanya Cumhuriyeti-SSCB yanlısı) Gizli Servisi STASİ’nin Merkez Karargahı’ndan Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı olmasına rağmen STASİ adına casusluk yapanların dosyalarının Türkiye’ye nasıl getirildiğini daha önceki yazılarımda ve başka köşelerde okurlarımın bilgisine sunmuştum. Hatta, Susurlukta meydana gelen kaza (!) ile ortaya çıkan sonuçların farklı yorumlandığını ve Susurluk olayını Türkiye’deki STASİ ajanlarının tetiklediklerini, ama bu operasyonun altında kaldıklarını da ifade etmiştim.
O zaman sizlere üç isim vermiştim; ünlü bir yazar (!) Ç.A., ünlü bir siyasi M.U.U., ünlü bir sendikacı R.B. Geçenlerde elime dördüncünün de ismi ulaştı, MAKARİOS dosyası ile birlikte. Adı M.A.T. KKTC’nin önemli siyasi isimlerinden biri. (Dosyada geçmişte Kıbrıs Türklüğü'nün mücadelesi esnasında çok önemli operasyonlara imza atmış bir Kıbrıs Türk'ü olan A.T.'nin yazdığı raporlar da var)
Dosyada, M.A.T.’ın nasıl STASİ Ajanı olduğunu, dosyasının aslının eski adı ile KGB yeni adı ile FSB’de bulunduğunu; aynı dosyanın bir kopyasının İngiltere’nin dış istihbarat örgütü MI-6’da bir başka kopyasının da MİT’te olduğuna dair önemli bilgiler var.
Şimdi buradan M.A.T.’a sesleniyorum ve soruyorum;
- 1974-1976 yıllarında TKP ve TSİP’in hangi kademelerinde görev aldınız?
- Türkiye'de hangi evlerde özel “seminer”lere tabi tutuldunuz?
- ODTÜ’deki öğrenci yapılanmasında size “öğrenciler ve öğretim üyelerinin” fişlenmesi için size hangi Büyükelçiliğin adamları teklif getirdi mi ve bu işlemler için size ödeme yapıldı mı?
- Şimdilerde GKRY (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) tarafında faaliyetini sürdüren AKEL Partisi'ndeki şahsi dosyanızda, bu konuda yer alan bilgiler Hristofyas tarafından, size şantaj amaçlı olarak sunuldu mu?
- 1993 yılında DP-CTP koalisyonunda bakan Bakanı yapılmanız için tavassutta bulunanlar oldu mu?
- Bakanlıktaki görevinizin ilk haftasında size STASİ Ajanı olduğunuza dair bir dosya ile gelenler oldu mu?
- Zamanınızda sürdürülen toplumlar arası görüşmelerde, görüşmeleri yanınızda kimse olmadan sürdürmeniz konusunda size emir ve talimat verildi mi? Kimler tarafından?
- Yine, 4 sene önce STASİ Ajanı olduğunuza dair bir başka kopyayı, size hangi devletin temsilcileri getirdi. Bu dosya karşılığında o devlete Dip Karpaz Bölgesi’nde kaç dönüm vatan toprağının verilmesini sağladınız?
- İngiltere Londra’daki Hamlet Mason Locası’na kimin tavassutu ile üye kabul edildiniz ve kaçıncı Masonik dereceye kadar yükseldiniz?
- … dahası…
MAKARİOS-M.A.T. BENZERLİĞİ
Makarios da M.A.T. da İngiltere tarafından kullanılmışlardır. M.A.T. hala kullanılmaktadır. KKTC’de İngiltere başroldedir. İsrail ise şimdilik baş altı rolü üstlenmiştir. Merak edilen M.A.T’nin toplumlar arası görüşmelerde bir başka İngiliz ajanı olan Hristofyas ile hangi konuları paslaştıklarıdır. Bu benzerliklerin dahası dosyada var ama şimdilik bu kadar.
Ancak bu konu ile ilgili farklı birkaç olayı da size başlıklar halinde sunmak istiyorum.
- Kuzey Kıbrıs THK’nun kapatılması,
- Elmas GÜZELYURTLU ve ailesinin katledilmesi,
- Vakıflar Yasası’nda yapılan değişiklikler,
- Türkiye-Suriye sınırındaki mayınların temizlettirilmesi, vatan topraklarının peşkeş çekilmesi…