13 Şubat 2012 Pazartesi

YENİ GÜNAYDIN YAZILARIM 6

1980’lerden bir “Psikolojik Harekat”(!) hikayesi…

Konumuzun kahramanlarından (!) ilki olan Zsa Zsa GABOR 06 Şubat 1917 günü Macaristan’da doğmuş. Asıl adı Sari GABOR ve Tatar. Boyu 1,63 cm, buna rağmen 1936 yılında Macaristan güzellik kraliçesi seçilmiş. -Ancak ülkemizde Zsa’nın 1930 yılında yani 13 yaşındayken Macaristan Güzellik Kraliçesi olduğu iddia edilir ve bütün hikâyeler bunun üzerine inşa edilir. Gazi Mustafa Kemal ile aralarındaki yaş farkı 36, eşi Burhan BELGE ile yaş farkı 28’dir- Burhan BELGE ile 20 yaşında evlenmiş. (1937) Dört yıl evli kalmış. 1941’de boşanmış. 1942’de Conrad HILTON ile evlenmiş, 1947 yılında ikinci kez boşanmış. Üçüncü evliliğini George SANDERS; dördüncü evliliğini Herbert HUNTER; beşinci evliliğini Joshua S.COSDEN; altıncı evliliğini Jack RYAN; yedinci evliliğini Michael O HARA; sekizinci evliliğini Felipe de ALBA; dokuzuncu evliliğini Spouse Frédéric von ANHALT ile yapmış. Sekiz eşinden de boşanmış. 27 KASIM 2002’de Los Angeles, Sunset Bulvar’ında geçirdiği bir trafik kazasında komaya girmiş, kısa süre sonra da ölmüş.
İkincisi ise Burhan BELGE, Zafer Gazetesi’nin Başyazarı’dır. -Aynı zamanda Kadro Dergisi’ni çıkaranlardandır- Uzunca bir süre de Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü görevini de yapmıştır. Ablası Leman Hanım’ın eşi Ulus Gazetesi’nin Başyazarı olan Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU’dur. Burhan BELGE, sosyal yönü son derece güçlü olan biri olarak bilinirdi. Özellikle de bayanların üzerinde ciddi bir etkisi olduğu söylenirdi. Dost meclisleri genelde Burhan BELGE çevresinde kurulurdu; Şevket Süreyya AYDEMİR, Alaattin TİRİTOĞLU, Hasan Ali YÜCEL, Mükerrem SAROL bu konukların en bilinenleriydi.
Zsa Zsa GABOR, Burhan BELGE ile evlendikten sonra da bu sosyal akım kesilmemişti. Hatta İsmet İNÖNÜ’nün eşi Mevhibe İNÖNÜ bile Zsa Zsa GABOR’a çay içmeye gidiyordu. Zsa Ankara’daki yaşama öylesine hâkim olmuştu ki, kız kardeşlerinden birini de Falih Rıfkı ATAY ile evlendirmeye kalkışmıştı. Bu evlilik gerçekleşmemiş, ancak GABOR bu kız kardeşini daha sonra İngiliz İstihbarat Sorumlusu, Dışişleri Bakanlığı Görevlisi Eric DRİMMER ile evlendirmişti.
Sonunda Zsa Zsa GABOR Başbakan Refik SAYDAM’ın hışmına uğramış; SAYDAM, BELGE’den Zsa Zsa GABOR’dan bir an evvel kurtulmasını istemişti. Kısa sürede GABOR’un eline bir hizmet pasaportu tutuşturulmuş, cebine de o gün yüksek denebilecek miktarda döviz konularak ABD’ye gönderilmişti. Zsa ABD’de Büyükelçi Münir ERTEGÜN’e kendisini Burhan BELGE’nin eşi olarak tanıtmış ve bu sayede Hilton Oteli’ne yerleşmişti. Kısa süre içinde Burhan BELGE’den boşanmış ve kaldığı otelin patronu Conrad HİLTON ile evlenivermişti. İstanbul HİLTON’un bu çapraşık ilişkilerin bir meyvesi olduğu söylenir.
Ne Hikâye Ama…
"Açılan büyük bir kapının ardından içeriye girdim. Heyecandan kalbim deli gibi çarpıyordu. Mermerle döşenmiş bir yoldan geçerek bahçe içindeki eve doğru yöneldim. Çok büyük bir zeytin ağacı evin girişini gölgeliyordu. Üst kata çıktım. Atatürk, arkası dönük, el işlemeli geniş bir gürgen koltuğa oturmuş, yanındaki masa üzerinde duran nargilesini içiyordu.
Odaya girdiğimi fark edince, kırmızı renkli kadife koltuğa, yanına oturmamı istedi. Büyülenmişçesine Atatürk'ün emrini yerine getirdim. Nargilesinin marpucunu bana doğru uzattı. Dumanı içime çektim. Diğer elinde tuttuğu rakı dolu zümrüt kakmalı altın kadehi emrivaki bir tavırla elime tutuşturdu. Kadehteki rakıyı yudumlarken heyecandan titriyordum.
Atatürk ile beraberliğimin bundan sonrasını ilk defa açıklıyorum. Dans eden dansözlerin odadan çıkmalarını emrettikten sonra ikimiz baş başa kaldık. Henüz 15 yaşındaydım. Çocuk denecek kadar genç sayılırdım. Atatürk 56 yaşında olgun bir erkekti. Buna rağmen ürküntü duymuyordum. Rakının verdiği sarhoşlukla kendimi rüyada hissediyordum. Hipnotize olmuş gibiydim. Atatürk şeytani bir çekicilikle yanıma sokulup, benimle deliler gibi sevişmeye başladı.
Milyonlarca Türk kadınının hayalini süsleyen o büyük insana, Atatürk'e bekâretimi verdim!
Mustafa Kemal Atatürk, tanrının insanlığa armağan ettiği bir kurtarıcı, bir politika ustası, korkusuz bir savaşçı ve yarı insan, yarı tanrıydı!..”
Zsa Zsa Gabor, 1937 - Ankara, Türkiye. (Zsa Zsa Gabor'un anılarını kaleme alan Wendy Leigh'in ‘One Lifetime Is Not Enough’ adlı kitabından. Delacorte Yayınevi, New York, 1991 )
Operasyona Giderken Operasyon Yediler
Buraya kadar her şey normalmiş (!) gibi değil mi? Ama asıl kumpanya bundan sonra…
Zsa’nın hayat hikâyesindeki bu bölümü okuyunca aklıma pek çok soru geldi. Zsa bu bölümde bir yandan ATATÜRK’ü Tanrı yerine koyuyor ama diğer taraftan da hem ATATÜRK’ü hem de o günlerin Türkiye’sini yerle bir ediyor, hatta yerin dibine sokuyordu. İlk olarak aklıma, bize karşı yapılmış bir “Psikolojik Harekât Operasyonu” geldi. Bu konularda son derece yetkin olarak bildiğim ve 1980’li yıllarda hem 12 Eylül darbesi döneminde hem de sonraki yıllarda oldukça etkin görevlerde bulunmuş bir büyüğüme danıştım.
Konuyu kendisi ile paylaşır paylaşmaz, büyük bir kahkaha attı ve “Heyyt Kemalim beeee !..” diye bağırdı. Akıl danıştığım kişi adeta kendinden geçmiş, sanki Zsa GABOR’un yatağındaki çarşaflığa soyunuvermişti. Benim kendisine, alışık olmadığı bir şekilde baktığımı görünce toparlandı ve anlatmaya başladı…
“Bilirsin, Latife Hanım ile Gazi Mustafa Kemal arasındaki evlilik, çok kere değişik amaçlara alet edilmek üzere didiklenmiştir. 12 Eylül dönemiydi, bir yerlerde Gazi Mustafa Kemal ile Latife hanım ilişkisi konusunda bir kitap yazıldığını ve bu kitabın da Atatürk konusunda dezinformatsiya amacıyla kullanılacağını haber aldık. Baskın yapıp yazılanları toplamak yerine, neler yazılacağını öğrenmek ve haricen tedbirler almayı uygun gördük. Yazar, bir kadındı ve Gazi Mustafa Kemal’e belden aşağı saldırıyordu. Kitapta bir yerde Latife Hanım’ın ağzından, Atatürk için güya “o erkek bile değildi, beni tatmin edemiyordu…” cümlecikleri dökülüyordu. Bu durum ortaya çıkınca, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün böyle bir durumu olup olmadığını araştırmaya bile gerek duymadık. Bir yandan kitabın yayını teknik unsurları kullanarak geciktirmeye çalışırken diğer taraftan da “karşı bir psikolojik harekât” yapmaya karar verdik. Bunun için de dünyaca ünlü Zsa Zsa GABOR’u kullanmayı uygun gördük. GABOR ne de olsa bir yabancıydı ve aynı zamanda da “kadınlık” konusunda zamanının markasıydı.
Menajerlerine ulaştık, sonra o yolu kullanarak daha yakın çevresine nüfuz ettik. Örtülü ödenekten ödenmek üzere kendisine oldukça yüklü bir para teklif ettik –bir milyon USD olduğunu iki farklı kişiden teyit ettirdim-, tek istediğimiz yazdırmaya başladığı hayat hikâyesinde Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ten bahsetmesi ve çok özele girerek onunla paylaştığı çok özel bir anı hayat hikâyesine taşımasıydı.
Dediğimizi yaptı ve çok yalın bir anlatımla, bizim istediğimiz türde bir anı yarattı ve yazım ekibine yazdırdı, ardından da metni bize bir kurye ile yolladı. Tetkik ettik, uygun bularak teşekkürlerimizle yazıyı aynı kurye ile geri gönderdik. Ancak, konu bir şekilde sızdı ve yabancı istihbarat örgütleri de Zsa Zsa GABOR çevresinde cirit atmaya başladılar. Bir kısmı Zsa Zsa GABOR’a ciddi paralar teklif ederken bir kısmı da ellerindeki kendisi ile ilgili dosyaları uluslararası medyaya vermek konusunda tehdit ve şantaja başladılar. Çok uğraştık, söz verdiğimiz parayı da ödediğimiz için daha fazla bastıramadık. Sonuç olarak ortaya böylesi bir metin çıktı…
Konuyu kendisi ile daha fazla didikledik, konuştuklarımızın geri kalan kısmı çok daha özeldi. Dolayısıyla onları buraya taşımamın şimdilik uygun olmayacağını düşünüyorum.
Kısaca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü savunmak ve dezinformatsiyayı önlemek adına yola çıkan bazı devlet görevlileri, operasyon yaparken üst üste operasyon yemişler, operasyondan zümrüd-ü anka kuşu elde etmek isterken saksağana razı olmak durumunda kalmışlardı.
Danıştığım kişi, bu operasyon esnasında iki ülke istihbarat örgütünün çok etkin olduğunu belirtmişti, birincisi İngiliz Dış İstihbarat örgütü MI-6; ikincisi ise Alman Gizli Servisi, şimdiki adı ile BND…
UZUN YILLAR ÖTESİNDEN…
O dönemde, bilgisine ve birikimine inandığım o büyüğüm bana bazı şeylerden bahsetmiş, ama o gün için bahsettiklerine çok da anlam verememiştim. Neler söylemişti?
“Batı istihbarat örgütleri, çok organize olarak çalışırlar. Öyle ki, o ülkenin medyası, adalet, sağlık, eğitim, kültür ve sanat v.s. güçleri de sanki o istihbarat örgütünün bir parçasıymış gibi hareket ederler. Yani, istihbarat o ülkelerde “topyekûn” olarak ele alınan ve uygulanan bir eylemler ve planlamalar zinciridir. Burada ne kural vardır, ne adalet, ne hukuk, ne ahlak ne de fazilet… Önemli olan, istenen etkinin yaratılmasıdır. Bu dişlilerdeki ufacık bir aksamaya karşı çok sert işlemlere girişirler. Af ve acıma kelimeleri onları sözlüğünden çıkarılmıştır. En önemlisi hasım ülkelerde organize ettikleri operasyonlar “tekil” değil, çoğul etkiye sahiptir. Yani, etkiler akordeon gibi zaman içine yayılır, etkiler geometrik olarak büyür ve hiç umulmadık alanları da etkiler. Bu etkiler, belirli bir zamandan sonra tsunami dalgalarına dönüşür. Karşısındaki kitleleri bilinçsizleştirir; operasyona konu kitleler kendilerini kaybederler, kendi iradeleri ile yaptıklarını sandıkları operasyonların hedefi, kendileri oluverirler…”
Şimdilerde bu açıklamalara bir kez daha baktığımda, son zamanlarda yaşadıklarımızın neredeyse tamamını net bir şekilde açıklamaya yetiyor.
Can DÜNDAR ve efradının “Mustafa” filminin de bu çerçevede değerlendirilmesi pek çok gerçeği ortaya çıkarabilecektir.

Hiç yorum yok: