23 Aralık 2011 Cuma


DİKKAT ÇOK ÖNEMLİDİR


BU HİKAYE'NİN BÜTÜN HAKLARI HASAN HÜSEYİN MEMİŞ'E AİT OLUP KENDİSİNDEN YAZILI İZİN ALINMADIKÇA KISMEN YA DA TAMAMEN, ALINTI YAPILARAK, MAHREÇ GÖSTERİLSE DAHİ YAYINLANAMAZ.


AÇIKLAMA


GİRDAP YAKLAŞIK 10 YILDIR İSTANBUL FİLM VE DİZİ SEKTÖRÜNDE ÇALIŞAN NEREDEYSE BÜTÜN KURULUŞLAR TARAFINDAN BİLİNEN BİR SENARYO HİKAYESİDİR. SEKTÖRDE BEĞENMEYEN VE YAŞAMA GEÇİRMEK İSTEMEYEN HEMEN HEMEN YOK GİBİDİR. ANCAK, "KUKLACI"NIN TALİMATLARI BUNA ENGELDİR. BURADA BU HİKAYE BÖLÜM BÖLÜM YAYINLACAKTIR. ÇÜNKÜ BEN BU HİKAYEYİ BURADA YAYINLAYARAK, OKURLARIMIN VASITASI İLE TARİHE NOT DÜŞMEK İSTİYORUM. NE OLUR NE OLMAZ... SAÇMA SAPAN BİR KALP KRİZİ YA DA SALAKÇA BİR İNTİHAR SENARYOSUNUN BU ERİŞİME ENGEL OLMASINI İSTEMİYORUM...


SAYGILARIMLA...


ALTINCI BÖLÜM

TESADÜFLER (!)




Aslı 34 yaşında, simsiyah ve gür saçlı, 170 cm boyunda, 55 kg ağırlığında, beyaz tenli, kalın ve etli dudaklı, büyük ağız yapılı, ela gözlü, uzun yıllar voleybol oynamanın mirası olan hafif kaslı yapısı, pek çok Türk kızına inat uzun bacaklı, makyaj yapmayan, makyaja da ihtiyacı olmayan, dar, derin yırtmaçlı etekler veya strech pantolonlar giymeyi seven, orta büyüklükteki göğüslerini sergilemekten çekinmeyen, uzun ve ince parmaklı bir memuredir. Maliye Bakanlığı Bilgi İşlem biriminde çalışmaktadır. Maliye Bakanı da dâhil bütün bürokratların ve personelin sistem erişim password ve lockwordleri ona emanet edilmiştir. Evlidir, çocukları olmamaktadır, ilk tespitlere göre eşinin sperm sayısı hem yetersiz hem de spermleri güçsüzdür. Tıbbi müdahalelerle ve destekle çocuklarının olması mümkündür ancak eşi bordo bereli bir astsubaydır ve görevi gereği uzun sürelerle evini, eşini görememektedir. Görev dönüşlerinde ise günler, eşinin isteği üzerine genelde yatakta geçmektedir. Eşi İsrafil’in eve gelişi ile mutlu olan Aslı, onun ters ve sado mazoşist cinsel ilişki istekleri karşısında adeta işkence üstüne işkence yaşamaktadır.



Eşi ile bir aile yakınının tavsiyesi üzerine tanışmışlar; evlilikleri kısa sürede gerçekleşmiştir. Evlendikleri sırada da Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görevli olan eşi İsrafil ile 5 yıllık evlilikleri süresince en çok 6 ay kadar birlikte olabilmişlerdi. Aslı, geri kalan sürede hep tek başınadır. Evleri askeri lojmanlardadır, ancak Aslı lojmanlardaki yaşamdan sıkıldığından babasından kendisine miras kalan Hoşdere Ahmet Cevdet’teki küçük giriş dairesinde kalmaktadır. Zamanının büyük bölümünü Atakule kompleksinde ve Botanik Bahçesi’nde geçirmektedir. Eşi’nin görev dönüşlerinde ise mecburen lojmanlardaki evine dönmekte ve eşi göreve gidinceye kadar o yaşantıya katlanmaktadır.  



Mevsim baharın sonudur ve İsrafil görevden dönmüştür. Lojmandaki evlerindedirler, İsrafil akşam yemeği sonrası yine şiddetli cinsel arzularla karısına yaklaşmış ve evlerinin salonunda sevişmeye başlamışlardır. Aslında Aslı sevişmiyor, sadece eşinin isteklerine elinden geldiğince ayak uydurmaya çalışıyordur. İsrafil, yine delirmiş gibidir, ancak yine de kendini zor da olsa denetleyebilmektedir. İsrafil sevişmeye başladıklarından 15-20 dakika sonra bütün kontrolünü kaybeder ve eşini kucakladığı gibi yatak odasına götürür, yatağa fırlatır, gardırobun kapağını açar ve kendine ait bölümden iki kelepçeyi bir anda kapıp eşinin kollarını, bütün direnmelerine rağmen yataklarının başındaki metal başlığa çapraz biçimde kelepçeleyiverir. Sonra da onu yüz üstü çevirip ayaklarını banyolarından getirdiği bornoz kuşakları ile yataklarının ayakucundaki metal ayaklığın köşelerine bağlar. Aslı başına geleceklerin az çok farkındadır ve eşine:



-  Yapma! İstemiyorum! Hayır! diye yalvarmaktadır.



Ancak İsrafil’in duracağı yoktur. Aslı’nın üzerinde kalan iç giysileri eline geçirdiği komando bıçağı ile keserek kadını çırılçıplak bırakır. Aslı yalvarmakta, ağlamakta ve direnmektedir. Ancak ne derse desin ne yaparsa yapsın İsrafil karısının üzerinden keserek çıkardığı bazı giysileri Aslı’nın ağzına tıkıştırır ve:



-  Orospu ! Yıllardır yalvardım, sen direndin, şimdi zamanı geldi! diyerek karısının üzerine hamle yapar ve karısının ağlayışlarına aldırmadan, büyük bir zevk ve coşku ile ters ilişkiye girmeye başlar...



Karısı acı ve tiksinti ile boğuk boğuk sesler çıkarttıkça İsrafil’in istekleri daha da kamçılanmaktadır. O gece İsrafil karısı Aslı’ya defalarca tecavüz eder. Tecavüzden sonra da üzerinde sızıp kalır…



Aradan yaklaşık 20 dakika geçmiştir, Aslı ağlamaktadır. İsrafil eşinin üzerinden kayarak yanına yatar ve orada uzun süre dalıp gider. Yaklaşık 2 saat sonra İsrafil uyandığında karısı hala ağlamaktadır. İsrafil karısının ellerindeki kelepçeleri açtığında karısının bileklerine kan oturduğunu fark eder, eşinin sırtında, ensesine yakın kısmındaki ısırıklarından kan sızmış ancak pıhtılaşmıştır. Ayaklarındaki bornoz kuşaklarını söktüğünde ise eşinin ayak bileklerinden aşağısının morarmış olduklarını fark eder. Aslı ağlamaya devam etmektedir, ayağa kalkmak bir yana doğrulacak hali bile yoktur. İsrafil eşinin üzerine bir pike fırlatır ve kalkıp sigarasını yakar, yatağın başına oturur ve..



-   Sana defalarca söyledim, benim istediğim gibi davranmanı ama beni dinlemedin!

-   ...

-   Sus sen, bir tek kelime bile söyleme, sadece kendi hayallerinle yaşa!

-  

-   Orospu dedim sana, ama senden orospu falan olmaz, bırak orospuyu kadın bile değilsin sen!

-  

-   Konuşşş! Ağlamaaaaa! Cevap verrrr!

-  

-   Allah belanı versin sürtük! Sadece giyinmeyi, teşhiri seversin sen zaten, kaltak!

-  



İsrafil hiddetle karısının suratına elinin tersi ile vurur ve yataktan fırlayıp kalkar, odayı terk eder. Aslı’nın ağzında hala sesi duyulmasın diye tıktığı kesilmiş giysiler durmaktadır. Darbenin şiddeti ile burnu kanamaya başlar, Aslı’nın artık canı yanmamaktadır… Sadece sürekli ağlamaktadır, artık gözyaşları bile azalmıştır… Aslı bir süre sonra ağlaya ağlaya uykuya dalar… Saat 05 civarında uyandığında İsrafil’in yatakta olmadığı fark eder. Yataktan doğrulmaya kalktığında, her tarafının ağrıdığını hisseder. Yatak kan kokuyordur. Aslı’nın midesi bulanmaya başlamıştır. Zorlukla kendini banyoya atabilir, yüzünü yıkamaya çalışır, aynadaki halini gördüğünde kendisinden korkar, ağlamaktan gözleri şişmiş, sol gözüne aldığı darbeden burnu hafif şişmiş, sol gözü ise kısmen morarmıştır. Burnundan gelip pıhtılaşan kanları temizlerken ayakta güçlükle duruyordur, her yeri sızlıyordur…



Üzerine bel bağı alınmış bornozunu takar ve banyoda kirli çamaşır sepetinin üzerine oturmaya kalkar canı o kadar yanar ki, oturamaz. Yatak odasına gittiğinde yatağa uzanmak ister ama artık o yataktan da iğrendiğini fark eder. Sonunda yatağın yanındaki halının üzerine yığılır, orada uzun süre kalır, kalkmak ister kalkamaz. Ama kalkmalıdır, günlerden Salı’dır ve işe gitmek zorundadır. Hazırlanmalıdır. Kendini toparlamak ister, olmaz… Sonunda olduğu yere yeniden yığıır. Bir süre daha orada kaldıktan sonra tekrar dener, salona kadar gidebilir ve üçlü kırmızı koltuğa uzanır, telsiz telefonu alıp iş yerinden arkadaşı Bahar’ı arar…



-   Bahar…

-   Günaydın Aslı, hayırdır?

-   Ben bugün mesaiye gelemeyeceğim, çok rahatsızım, sen üstada söylersin, hastaneye gitmeliyim…

-   Sen iyi değilsin Aslı, geleyim mi?

-   Hayır, teşekkürler, gerek yok…

-   Peki, ama bir şeye ihtiyacın olursa beni ara…

-   Tamam canım…



Telefon kapandığında, İsrafil’in evde olup olmadığını merak eder, doğrulup bakmak istedi ama başaramaz… Üçlü koltukta külçe gibi yığılıp kalır… Aradan 2 saat geçmiştir, uyanır, kendini zorlayarak birden kalkar ve doğruca banyoya gider, yıkanmalıdır, temizlenmelidir, duşakabine girdiğinde istifra etmeye başlar, her şeyden ve hatta kendinden bile iğrendiğini fark eder. Uzun süre yıkanır, ya da yıkandığını sanır, defalarca sabunlanır, defalarca yere çöker ama sonra tekrar doğrulur, her çöküp kalktıkça bacaklarından aşağı pembe bir kanın süzüldüğünü fark eder… Duşakabinden çıktığında duşa girmeden önce üzerinden kaydırıp yere bıraktığı bornozunun arka tarafında büyük kan lekeleri görür… Yine midesi bulanır ve bu kez lavaboya istifra etmek ister, uzun süre öğürmesine rağmen tek damla bile çıkmaz… Misafir havlularına kurulanır, saçını gelişigüzel tarar ve lojmandaki gardıropta ne bulabildiyse üzerine giyer ve salona gidip telefonla bir taksi çağırır. Lojmandan çıkar, yürümekte bile zorluk çekiyordur, en büyük camlı güneş gözlüklerini takmış olmasına rağmen, kapıdan çıkarken boy aynasında sol gözündeki morluğu tam gizleyemediğini fark eder. Yürürken yine her yeri sızlıyordur, taksinin arka koltuğuna oturduğunda haykıracak gibi olur ama dudaklarını ısıra ısıra hafif yan durarak oturmayı başarır.



-   Ahmet Cevdet’e gidelim Hoşdere…

-   Peki hanımefendi… Hangi güzergâhtan gidelim…

-   İstediğin yerden ama lütfen bir an evvel gidelim…



Takside çalmakta olan kenar mahalle üretimi dejenere Ankara Havası bozması müzikten bir anda bunalır ve:



-   Lütfen şu rezilliği kapatın! diye şoföre çıkışır…



Evine yaklaşık 45 dakikada varabilmiştir. İçeri girdiğinde doğruca banyoya gider ve üzerindeki her şeyi fırlatıp attıktan sonra jakuziye girer, saatlerce jakuzi içinde kalır, vücut fırçası ile vücudunu saatlerce fırçalar. Kendini kirlenmiş hissediyordur… Temizlenmek için ne yaparsa yapsın, kendini bir türlü temizleyemiyordur. Fırçayı o kadar sert kullanıyordur ki vücudunun pek çok yerinde kırmızı, pembe fırça izleri kalıyordur…



Sonunda kendini jakuziden dışarı atabilir. Saat’in 12’ye yaklaştığını fark eder. Telefonların fişlerini koparırcasına çeker ve kendisini yatağına bırakır. Uyumak ve uyanmamak istiyordur…



Ertesi gün, yüzündeki izler hafiflemiştir ama tam kapanmamıştır. Belki de yaşamında ilk kez bu kadar koyu bir makyaj yapmak zorunda kalmıştır… İşyerine vardığında Bahar heyecanla…



-   Öldürdün bizi meraktan defalarca aradım seni telefonla neredeydin?

-   Evdeydim…

-   Ne oldu? Neler oldu? Neyin var? Neden güneş gözlüğünü çıkarmıyorsun?

-   Yok, bir şey, boşver…

-   Ne demek? Ne demek boş ver!?

-   Sonra konuşalım. Üstad bir şey söyledi mi?

-   Hayır, geçmiş olsun dedi o kadar… Ama ben bugünü bitiremem, mutlaka konuşalım olur mu?

-   Tamam, Bahar, konuşalım. Şimdi sen de işinin başına dön…



Aslı o gün işyerinde yine sızılar içinde çalışır, doğru dürüst oturamıyordur bile. Bütün gün boyunca, olanları hatırladıkça midesi bulanır. Ve o gün, o olaydan sonra İsrafil’in kendisini hiç aramadığını düşünür… Birden gülümsediğini fark ederi ve “boşverrr” deyiverir… Bu tavrına kendisi bile hayret etmiştir… Sonra, Allah bilir şimdi hangi pahalı restoranda kadın kız kesiyordur, kiminle Küba Purosu zıkkımlanıyordur diye geçirir aklından.



İsrafil’in pahalı zevkleri vardır, maaşı da bellidir, harcırahları da, her şeyi sınırlıdır. Hepsini üst üste koysalar İsrafil’in tek başına yaptığı harcamalara bile bu paranın yetmesi imkânsızdır. İlk kez bunlar gelmiştir aklına, hayret eder kendi kendine. Sonra İsrafil’den bu güne kadar beş kuruş para almadığını düşünür… Birden çöker kalır… “Ben bunları bu güne kadar neden hiç düşünmedim?” der kendi kendine. Babasının kendisine bıraktığı menkuller, gayrimenkuller sayesinde çok rahat bir hayat sürüyordur, sürüyorlardır. Bugüne kadar hiç hesap kitap yapmak zorunda da kalmamıştır ama bu gün aklına gelenler, sıradan şeyler değildir? Eşinin Özel Harekât’ta “B Timi”nde görev yaptığını biliyordur ve başka bir şeyi de bilmek istemiyordur.



Üvey kardeşi İsrafil’le aynı timde olan Erkut’la evlidir. Erkut ailesine daha düşkündür, ama üvey kardeşinin de gözü hep dışarıdadır. Pek çok kereler onu kötü maceraların kapısından çevirmiştir… Berna, oldukça sapkındır; çok uç fantezileri vardır ve tutkuludur; daha doğrusu nemafonik bir durumu söz konusudur. Kendisine ilgi gösteren hemen tüm erkeklere “mavi boncuk” dağıtırcasına davranıyordur, doymuyordur, doyurulamıyordur. Erkut çoğu zaman sessiz kalmayı tercih ediyor ama zaman zaman da çok sert müdahalelerde bulunuyordur. İsrafil zaman zaman Aslı’ya “Aslında biz ters evlenmişiz, Berna ile ben, senle de Erkut evlenmeliymişiz” demitir… Aslı birden, ‘Bunun ne demek olduğunu ben bu güne kadar neden düşünmedim?’ diye geçirir içinden… Berna, tam anlamıyla İsrafil’in diline doladığı kadınlardandır, kumraldır ancak saçlarını sarıya boyatır, çirkindir ama çok bakımlıdır, bir giydiğini bir daha giymez, vücudu ise akıllara durgunluk verecek kadar güzeldir, hafif kaslı ve şekillidir, Erkut görevdeyken de gece hayatını serserice yaşar ve çoğunlukla evine sarhoş olarak döner. Genelde eve tek başına dönmediğinden de lojmanlarda hakkında çeşitli dedikodular çıkmış, bunun üzerine de lojmandaki evlerinden başka Çayyolu’nda bir de kiralık bir ev edinmişlerdir. Berna, oturup kalkmasını da bilir ama nedense hep bilmezden geliri, tam anlamıyla teşhirden hoşlanır. Hem de teşhirin en bayağısından…



O gün nedense işyerinden hep bunları düşünür, öğle yemeğine inmez. Odasında kalır, Bahar’ı da “Hafta sonu uzun uzun konuşalım” diye atlatır. Saat 17 olduğunda, masasının üzerini kontrol eder ve işyerinden çıkar. O gün üzerinde kırmızı bir triko, altında siyah ve dökümlü bir pantolon, ayaklarında siyah süet çizme, üzerinde ise deri siyah bir mont vardır. Kulaklarına da tek kırmızı tüy küpeler takmıştır. Gözlerinde güneş gözlükleri ile Maliye Bakanlığı’ndan çıkar, bir an evvel eve gitmek istiyordur. Maliye Bakanlığı önünden Hoşdere dolmuşlarına biner ve Çankaya Lisesi’nin önünde inene kadar dalgın dalgın yolculuk yapar. Dolmuştan inince birden canı profiterol ister ve kendini bir an evvel Turan Güneş Bulvarı’ndaki Angora Pastanesi’ne atmak ister. Kararsızlık içinde caddenin kenarında dururken birden Çankaya Lisesi’nin köşesindeki taksi durağına geçmek için hareketlenmesi ile kendini acılar içinde yerde bulur. Kırmızı Honda Accord çarpmıştır, fren yapmasına ve hızı düşük olmasına rağmen araç duramamıştır. Birden trafik durur ve yerde acı içinde kıvranırken karşısında lacivert üniforması içinde bir havacı binbaşıyı bulur. Koyu kumral, 175 boylarında, çakır gözlü, beyaz tenli…



O anda neler olduğunu unutur Aslı, sanki birden her şey değişir, her şey farklı hale gelir ve Aslı kendini büyük bir huzur ve mutluluk içinde yüzüyormuş gibi hisseder. Karşısındaki binbaşı:



- Hanımefendi, geçmiş olsun, iyi misiniz? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Kımıldamayın lütfen ambulans gelinceye kadar kımıldamayın, belki kırık vardır… gibi sözler söyledikçe sanki bu seslere yıllardır aşinaymış gibi gelir.



Aslı yaşananlara anlam veremiyordur, bu ses sanki onlarca yıllık özlenmiş dost sesi gibidir… Sesinin tonu, kullanılan kelimeler, kelimelerin telaffuzu, her şey ama her şey Aslı’yı bütün karanlılardan ve kötülüklerden uzaklaştırmış gibidir… Aslı kendini toparlar ve:



- Bir şeyim yok, sadece çarpma etkisiyle yere yığıldım, der ama her yerinin sızladığını da fark eder.



Binbaşı:



-   O zaman kalkmayı deneyin ama acı hissederseniz lütfen zorlamayın der ve Aslı’nın koltuk altlarından nazikçe kavrar ve kendine çekerek ayağa kaldırır.



Aslı, o an çok şeyler yaşadığını fark eder, binbaşı kendini yerden kaldırdığında binbaşının o güne kadar hiçbir yerde kokusunu duymadığı, markasını bilmediği bir tıraş losyonu ya da parfüm kullandığını fark eder. Pudramsı ama aynı zamanda esrarlı bir kokudur, sanki arada defne kokusu ya da sedir ağacı kokusu da vardır, koku sanki Ortadoğu’nun kutsal mekânlarını çağrıştırıyordur. Aslı bunları düşünürken kollarının binbaşının vücudunu sararcasına kavradığını fark eder.



-   İyiyim, bir şeyim yok, sadece düşmenin etkisi ile biraz canım yandı o kadar…

-   Geçmiş olsun… Her ihtimale karşı şu aşağıdaki hastaneye gidip bir röntgen çektirelim, bir süre de dinlenin…

-   Hayır, gerek yok..

-   Ama gözünüz morarmış…

-   Ne!?

Aslı birden gözlüğünün yere düşmüş olduğunu ve evvelki gecenin morluğunun ortaya çıktığını fark eder, ama hiç bozuntuya vermez…



-   Öyle mi, tenim hassastır, aslında gözüme herhangi bir şey çarpmadı…



O sırada toplanan kalabalık dağılırken, trafik polisi ekibinin olay yerine yaklaştığını ve durduğunu fark ederler. Polis,



- Geçmiş olsun, bu araba mı çarptı size?

- Hayır, o çarpmadı ben dalgınlıkla önüne çıktım.

- Olsun, ne olursa olsun o da suçlu.

- Hayır dedim memur bey, suçlu benim ve şikâyetçi de değilim…



Sonunda Aslı, binbaşının arabasına binerek Hoşdere üzerindeki hastaneye gitmeyi kabul eder. Binbaşı, ellerinden tutarak Aslı’yı arabaya bindirir kapıyı kapattıktan sonra, kendisi de diğer taraftan arabaya biner. Arabanın içi de o parfümden kokuyordur, CD çalarda ise Enigma çalmaktadır… Enigma ve o koku, onu bu dünyadan alıp bilinmeyen bir yerlere savuruveriyordur sanki… Heyecanlandığını ve ürperdiğini hisseder. Aslı, ilk kez yaşadığı bir heyecandır bu ve sanki artık yeryüzünde değildir. Binbaşı, polislerin de yardımı ile U dönüşü yapıp birkaç yüz metre ötedeki hastanenin yolunu tutar ve o esnada



-   Ben Cem der…

-   Ben de Aslı, tanıştığımıza memnun oldum…

-   Böylesi bir tanışma ve siz memnun oldum diyorsunuz…

-   Evetttt, neden olmasın…

-   Eşinize haber verelim mi?



Aslı birden sol elindeki alyansına ve yanındaki tek taş yüzüğe bakar, acı acı tebessüm eder…



-   Rahatsız etmeyelim…



Binbaşı birden Aslı’nın gözlerine bakar yumuşak ama kararlı bir soru sorar gibidir ve sonra,



-   Siz nasıl uygun görürseniz,



Hastane önünde dururlar ve binbaşı:



-   Lütfen siz yerinizden oynamayın ben bir araba getireyim

-   Gerek yok…

-   Lütfen…



Binbaşı koşar adım hastanenin içine girer ve bir tekerlekli araba ile gelir, Aslı’nın bulunduğu tarafta durur ve kapıyı açıp Aslı’ya ellerinden tutarak ve sonra da koltuk altlarından kavrayıp yardımla arabaya oturtur. Kapıyı kapatmadan, Aslı’nın tekerlekli hasta arabasını özel hastaneden içeri sokar. Hastanenin ACİL bölümü yoktur ama hemen bir doktorun yönlendirmesi ile asansörle Radyoloji Bölümü’ne inerler ve Aslı’yı röntgen masasının üzerine alırlar. Binbaşı Aslı’nın yanındadır…

Teknisyen,



-   Lütfen eşinizin üzerindekileri çıkarmasına yardım edin der binbaşıya, Aslı ile binbaşı bir an göz göze gelirler ve tebessüm ederler…



Binbaşı Aslı’nın üzerindeki trikosunu çıkarmasına yardım eder, bir tek siyah sutyeni kalmıştır Aslı’nın. Aslı üzerine örtülen beyaz örtüyü üzerine çekerek,



-   Gerisini ben hallederim



-   Hanımefendi, pantolonunuzu da çıkarmalısınız, bir tek çamaşırınızla kalmalısınız, sutyeninizde metal bir nesne varsa lütfen onu da çıkarınız…



Binbaşı Aslı’nın ayakucuna geçer ve:



-   Siz sıyırın ben çekeyim

-   Bu Bey eşiniz değil mi?

-   … (Aslı teknisyenin bu sözleri üzerine öyle bir bakmıştı ki)

-   Peki, peki hanımefendi…



Nihayetinde birkaç bölgenin röntgeni çekilmiş ve Aslı’da her hangi bir zedelenme olmadığı anlaşılmıştır. Ancak, Aslı’nı genel muayenesini yapan pratisyen hekim evvelki geceden kalan izleri fark etmiş ve binbaşıya bir “insan düşmanı”ymış gibi bakmaya başlamıştır. Aslı durumu fark edince:



-   Düşündüğünüz gibi değil! diyerek hekimi uyarmıştır.



Ancak binbaşı bu tepkileri fark etmiş ve sözleri duymuş, ancak ses çıkartmamıştır. Hastaneden çıkarken, Aslı Devlet Memuru olduğunu ve Maliye Bakanlığı’nda çalıştığını, Emekli Sicil Numarası’nı hastane görevlisine kayıtlar için söylemiştir.



Her şey kısa sürede olup bitmiştir, Aslı ise o anın bitmesini istemiyordur. Kapıdan çıkacaklar ve Aslı binbaşıdan ayrılmak zorunda kalacaktır.



Kapıdan çıktıklarında binbaşı,



-   Ne diyeceğimi bilemiyorum, sizi gideceğin yere kadar bırakayım ve size bir de kartımı vereyim, siz de bana bir telefon numarası verirseniz en azından nasıl olduğunuzu öğrenebileyim.

-   Kartınızı alayım ama telefon numarasına gerek yok ben iyiyim, merak etmeyin.

-   Ama…

-   Hem ben sizi daha fazla alıkoymayayım, sizi de işinizden gücünüzden ettim zaten…

-   Ne demek, olur mu öyle şey… En azından sizi istediğiniz bir yere bırakayım, evinize götürmemi istemiyorsunuz anladım ama…

-   Neden istemeyeyim?

-   Ama ben sanmıştım ki…



Aslı birden bire durumu toparlamayı başarmıştır ve aynı zamanda üzerindeki bütün çekingenliği de atmıştır. Kendine hayret eder ve için için gülümseyip:



- Ben sizi benim evime davet edeyim, benimle bu kadar ilgilendiniz, en azından bir fincan kahve ile teşekkür edeyim.

- Teşekkür ederim.



Binbaşının arabasına binerler ve yine bir U dönüşü ile Ahmet Rasim’deki Aslı’nın evinin önünde dururlar, binbaşı pratik ve seri bir şekilde aracını park eder ve hemen araçtan inip Aslı’nın kapısını açık elinden tutup aşağıya indirir. Aslı ayağını yere attığında her şeyin normal olduğunu fark eder ama sanki canı yanıyormuş gibi davranır. Binbaşı bu durumu görünce elini Aslı’nın beline dolar ve adeta ayaklarını yerden kesercesine Aslı’yı evine doğru taşımaya başlar. Aslı hala gökyüzündedir, büyük bir haz duyuyordur, birden binbaşının onlarca yıldır özlediği ve bir türlü kavuşamadığı sevgilisi olduğu hissine kapılır, buluşmuşlardır, hasret bitmiştir, işte evlerine doğru gidiyorlardır… Aslı, iç dünyasında her şeyin yer değiştirdiğini ve her şeyin yerli yerine oturmaya başladığını ve her şeyden önemlisi, kadınlığının güzelliğini hissetmeye başlamıştır.



Evinin kapısına geldiklerinde Aslı anahtarlarıyla kapıyı açar ve binbaşının içeri girmesi için eliyle işaret eder.



Binbaşı bu teklifi geri çevirmez ve içeri girerken elini Aslı’nın beline dokundurarak Aslı’yı adeta içeri çeker.



Aslı şaşırmıştır, böyle bir hareket beklemiyordur ama ses de çıkaramaz.



Aslı ne kadar modern yaşantıyı benimsemiş olursa olsun evine asla ayakkabılar ile girmiyor, kimseyi de ayakkabıları ile içeri sokmuyordur. Bu nedenle de terlikler ile ayakkabı giyme ve çıkarma anında kullanacağı puf kapının yanındadır. Kendisi pufa otururken binbaşıya da:



-   Kendinize de bir terlik alın lütfen, der.



Binbaşı ayakkabılarını çıkarmadan Aslı’nın ayaklarının önünde çöker ve Aslı’nın çizmelerini çıkarmaya başlar. Aslı binbaşının çıplak kalan ayaklarına hayran hayran baktığını ama sonradan ayak bileklerindeki morarmayı fark edip irkildiğini görünce, içinde bir şeylerin akmaya başladığını hisseder ve hem ayaklarının beğenilmesinden dolayı mutlu olur hem de vücudundaki izlerin ortaya çıkmasından dolayı utanç duyar.  Ancak her iki duygudan da hoşlandığını da fark eder. Binbaşı, Aslı’nın ayaklarına onun terliklerini giydirdikten sonra kendisi de ayakkabılarını çıkarır ve Aslı’nın arkasından terliklerini giyerek evin içine adımını atar.



Aslı içeri girdiklerinde, vücudunda büyük bir boşalma hissederek yere yığılıverir. Bütün bir vücudu, battaniye gibi yere yığılmıştır. Binbaşı endişeli bir şekilde Aslı’yı kucakladığı gibi ilk bulduğu kapıdan içeri dalar ve Aslı’yı yatağa yatırır. Orası Aslı’nın yatak odasıdır ve sabah işe giderken hiçbir şeyi toplamadan çıkmıştır. Renk renk iç çamaşırlarının bulunduğu çekmeceli komodin açıktır, günlük pedlerin paketi orta yerde, yatak darmadağındır. Bir şey daha vardır dikkat çekici, çarşafın üzerinde 1 TL büyüklüğünde pembe bir kan izi. Aslı utanır, dünyası sanki başına yıkılır, ama binbaşının bunları fark edecek hali yoktur, ya da Aslı öyle sanmaktadır. O Aslı’ya ne olduğunu merak ediyor ve telaşlanıyordur. Aslı yataktayken binbaşı da yanına yanaşır ve yatağa oturmadan dizlerini yere koyarak Aslı’nın yanaklarını avuçlarının içine alır…

-   Neyiniz var sizin?  Ne oldu böyle? Neden yığılıp kaldınız?



Der demez, Aslı sarsıla sarsıla ağlamaya başlar. Binbaşı şaşkındır, yüzü hala binbaşının ellerindedir ve Aslı’nın elleri de binbaşının ellerinin üzerinde. Aslı’nın ağlaması biraz sonra yerin utanca bırakır ve binbaşıya:



-   Beni yalnız bırakın

-   Yapamam, sizi bu halde yalnız bırakamam…

-   Lütfen beni yalnız bırakın

-   Benden bunu istemeyin…

-   Lütfen…

-   Aslı, yapma…



Binbaşı kendisine adıyla hitap etmiştir ve binbaşının da sesi titriyordur.



-   Tamam, yanımda kal ama yerde oturma yatağa otur...



Binbaşı Aslı’nın dediğini yapar ve bir eli Aslı’nı elini tutarken diğer eli de Aslı’nın yüzünde dolaşmaya başlar. Aslı hala kendini boş bir çuval gibi hissediyordur ama binbaşı ona dokundukça vücudunun uyuşmaya ve yanmaya başladığını da hissediyordur. Bir yandan binbaşının ellerinden kendini kurtarması gerektiğine inanıyor bir yandan da bu anın hiç bitmemesini istiyordur. Binbaşı bir süre sonra elini Aslı’nın saçlarında dolaştırmaya başlar. O kadar hoşlanmıştır ki Aslı, birden gözlerini kapatır... Binbaşı, Aslı gözlerini kapatınca onun saçlarını okşamaya devam eder. Aslı dakikalarca gözlerini açmaz, sonra birden hala evli olduğunu düşünerek gözlerini açar ve:



-   Ben iyiyim, kalkalım der.



Kalkar, binbaşı elinden tutar ve yine belinden kavrayıp dışarı çıkarlar ve bir başka kapıdan salona geçerler. Binbaşı Aslı’yı en büyük tekli koltuğa oturtur ve o da önünde yere oturur.



-   Sen iyi değilsin Aslı, durumun hiç iyi değil, sanırım yeterli tetkik yaptırmadık, senin durumun hiç iyi değil. Birlikte daha büyük bir hastaneye gidelim.

-   Gerek yok… Ben iyiyim…

-   Değilsin, lütfen, ben çok endişeliyim…

-   Merak etme bir şeyim yok…

-   Ama…

-   Bir şeyim yok dedim Cem, ısrar etme…



Aslı birden kendisinin de ona ismi ile hitap ettiğini fark eder ve şaşırır.



-   Peki Aslı, ama sen beni kovuncaya kadar ben de burada kalacağım, endişeliyim, sen ne dersen de…

-   Hayır desem, bir şeye yarayacak mı?

-  

-   Peki, kal, bu gece burada kal…



Bir süre daha koltukta oturan Aslı,



-   Bu gece bir şey yapamayacağım sanırım, dışarıdan bir şeyler isteyelim ve üzerimize rahat bir şeyler giyip hem yemek yiyelim hem de birbirimizi daha iyi tanıyalım…



Dışarıdan ne isteyeceklerini tartışırken ikisi de Ayvalık Tostu’nda karar kılınca, birbirlerine bakıp gülümsemeye başlarlar. Tostlar geldiğinde de karşılıklı geçip yerler. Tostlardan sonra Cem,



-   Bu tostların üzerine çay olmazsa gece suuuuu ! diye inleriz deyip mutfağa geçer.



Aslı da bir hamlede yerinde doğrulur ve o da mutfağa Cem’in yanına geçer, çayın, bardakların yerini gösterip:



-   Ben üstümü değişeyim, deyip yatak odasına geçeri ve yatak odasına girip odasının kapısını kilitler. Kilit de o kadar sesli kapanır ki…



Üzerindekileri çıkarır ve pijamalarını giyip kısa bir süre sonra dışarı çıkar. Dışarı çıkması ile birlikte adeta sarsılır. Cem ceketini ve ayakkabılarını giymiş, giriş kapısının arkasında onu bekliyordur.



-   Ben gidiyorum Aslı Hanım, lütfen bir şey olursa beni arayın. Sanırım burada haddinden fazla kalmışım…

-   Ama neden?

-   Öyle, maalesef öyle, üzgünüm…

-   Evinize, eşinizin yanına mı gidiyorsunuz?

-   Hayır, ben evli değilim, çocuğum var ama annesi ile kalıyor, evli değilim…

-   O zaman?

-   Sizi tanımak o kadar güzeldi ki ve bu sevimsiz olay o kadar farklı bir hal aldı ki, sanırım ben kendimi o dünyaya kaptırdım ve haddimi aştım…

-   Ne münasebet…

-   İyi geceler, beni masanın üzerine bıraktığım numaralardan istediğiniz zaman arayabilirsiniz, hepsi tek telefona yönlendirilmiştir, mutlaka cevap veririm.

-   Peki, size de iyi geceler…



Cem kapıdan çıkar çıkmaz Aslı pencereye doğru koşar adımlarla gider ve onun apartmandan çıkışını, arabasına binişini ve arabasını çalıştırıp uzaklaşmasını seyreder. İlk kez bir erkeğin arkasından bu kadar bakıyordur… Hayret eder… Sonra da mutfağa gider, çayın demlenmiş olduğunu ve ocağın yanındaki tepsideki iki boş bardağı görür. Birden hüzünlenir, belki de hayatında ilk kez çayını bir erkekle karşılıklı olarak bu kadar istekli bir şekilde yudumlamak istemiştir ama olmamıştır… Bardağına çayını koyar, tam mutfaktan ayrılacaktır ki diğer bardağa da çay koyar ve elinde tepsi salona geçer, koltuğuna oturmadan önce karşısına da bir koltuk çeker, önüne de sehpayı getirir ve üzerine diğer çay doldurduğu bardağı bırakır. Sonra kendisi karşısına geçer ve çayından bir iki yudum alır, sonra ayağa kalkar ve masanın üzerindeki kartı alır. Üzerinde:



“Cem Müezzinoğlu

Hv. Yer Kurmay Binbaşı” yazıyordur. Alt tarafta ise iş ve ev telefonları..



Birden eli telefona gider ve ev telefonunu çevirir. Kendince oyun oynamak istiyordur. Nasılsa daha evine gitmemiştir, diyordur. Bir iki çalıştan sonra karşıdaki telefon açılır ve bir ses “Efendim” der, Aslı fonda Frank Sinatra çaldığını fark eder… Ses ve fondaki müzik, Aslıyı o kadar etkilemiştir ki adeta donup kalır, karşıdaki ses yine “Efendim” der. Aslı tek kelime söyleyemiyordur… Birden telefonu kapatıverir, korkmuştur… Peki neden? Her şeyden ve hiçbir şeyden…  Çayını yudumlamaya devam eder ve aynı zamanda da düşünüyordur. Neden birden bire gitmiştir Cem?



Sonra yine birden büyük bir cesaret bulur kendisinde ve aynı numarayı bir kez daha arar.



-   Efendim!

-   Benim Cem, Aslı…

-   Az önce de sendin…

-   Nereden anladın?

-   Sen yatak odasındayken Polis FM’i açmıştım, ilk telefonda da Polis FM çalıyordu şimdi de…

-   Yakalandım desene…

-   Evet…

-   Ama sen, nasıl oldu da o kadar sürede evine vardın?

-   Benim evim, senin evinden 300 mt aşağıdaydı da ondan…

-   Ne?

-   Evet, aslında ben seni bazı sabahlar evden çıkarken de görüyordum ve bu gün kendi kendim “Böyle mi tanışacaktık?” dedim…

-   Bak sen… Ne yapıyorsun?

-   Bir büyük mum yaktım, derdime yanıyorum diyelim…

-   Ne derdi?

-  

-   Bir şeyi merak ettim, cevap verip vermemekte serbestsin ama çok merak ettim. Neden birden bire gittin?

-   Güven…

-   Ne demek şimdi bu

-   Odana girdin ve kapını kilitledin..

-   Ama…

-   Aması yok, bu güne kadar kaç defa kilitledin o kapıyı, “hiç”…

-   Ama… Nereden anladın?

-   Kilitlerken çıkan o takıntılı sesten, eğer o kilidi çok kullansaydın ve hatta kapını her akşam kapatsaydın bu kadar ve o türlü ses çıkmaması gerekirdi…

-   Ama sen..

-   Ben yabancıydım, tanımadığın biriydim ve her şeyden önce erkektim…

-  

-   Neyse boş ver, olan oldu. Bir daha beni evine davet etmezsin olur biter…

-   Bu ne alınganlık?

-   Evet, belki, ama ben böyleyim…

-   Evin hangi apartmanda..

-   Kelebek Apartmanı, altında Kanarya Sevenler Derneği vardır, onun çatı katı, 10 numara…

-   Peki, sana iyi geceler… Soruma açıkça cevap verdiğin için de ayrıca teşekkürler…

-   Ne demek, her soruna mutlaka cevap veririm, eğer sormak istersen… Bu arada kendini nasıl hissediyorsun?

-   ….

-   İyi değil misin?

-  

-   Aslıııııııı?

-   Efendimmmm…

-   Peki, iyi geceler…

-   Sana da Cem…



Aslı telefonu kapatır kapatmaz doğruca mutfağa gider ve çaydanlığın altını kapatır, üzerindekileri çıkarmadan, bir eşofman altı giyer ve üzerine ince bir yağmurluk alarak evden çıkar. Doğruca Kelebek Apartmanı’na gider ve kapıcı dairesinin zilini çalar. Kapıcı dairesinden bir şey sorulmadan otomatiğe basılır ve “Kim o ?” sesi gelir… Aslı kapıdan içeri girmiştir ve soruya cevap bile vermez. Onca katı bir solukta tırmanır ve kapıyı çalar. Kısa sürede bir karaltı gözleme deliğinden dışarı bakar ve kapı açılır, Cem karşısında ve şaşkındır, “Sen !” diyebilir… Ama yüzüne yayılan mutluluk dalgasına da engel olamaz. İçeride Demis Roussos çalmaktadır…



-   Hoş geldin…

-   Hoş buldum, umarım uygunsuz bir zaman değildir ve umarım başka bir konuğun yoktur…

-   Ne konuğu?

-   Yani bir başkası…

-   Haaa, anladım, bir sevgilim var, bir tek o gelir, istediği zaman, kapıyı da çalmaz, direk anahtarı ile açar ve içeri dalar…

-   Eeee, o zaman, yani, bu gece de gelebilir mi?

-   Neden olmasın, ona evin kapısı her zaman açık…

-   O zaman ben gideyim, sevgilinle arana girmek istemem… Sizin muhabbetinize de engel olmak istemem…

-   Merak etme o bir şey söylemez, sormaz…

-   Haydaaa, bu nasıl bir şey? Bu nasıl sevgili? Cem kahkahalarla gülmeye başlar, ayakta ve hala giriş kapısının arkasındadırlar…

-   O sevgilim benim kızım…

-   Hay Allah iyiliğini vermesin…

-   Gerçekten de kızın sana bir şey sormaz, sana kızmaz, bir şey söylemez mi?

-   Evet… Niye kaldın burada gel hadi içeri…



İçeri girerler. Evde pek eşya yoktur, daha doğrusu tek fazla eşya yoktur. Ancak duvarlar kitap doludur. Bilgisayarın yanında da rengârenk kâğıtlar, duvarlarda rengârenk notçuklar…



-   Evin de çok sadeymiş…

-   Evet… İstersen gel diğer tarafları da dolaştırayım…

-   Peki…



Dipte yatak odası vardır, içeri girdiklerinde Aslı hayret eder, yatak yerdedir ve yanında onlarca rengârenk ve boy boy mumlar bulunmaktadır… Oda Cem’in kullandığı parfüm kokmaktadır. Yatak tam anlamıyla çift kişilik bir köy yatağıdır ve odanın tabanı da ahşaptır. Tavanda lamba yoktur, yatağın etrafında ise yanıp sönmüş çeşitli boy ve kalınlıkta mumlar ile doludur. Odanın yanında banyo ve tuvalet vardır. Banyoda eski büyük bir küvet varır ve ortalık saf sabun kokmaktadır. Onun yanındaki oda da ise bir başka yatak, bir bilgisayar, bir müzik seti ve minik bir kütüphane. “Burası sevgilimin yatak odası” der Cem… Onun yanında ise çamaşır odası gibi bir oda vardır ve gardırop bu odadadır.  Daha sonra mutfak gelmektedir, onun yanında da salon… Salona geçerler ve çiftli koltuğa oturur Aslı, oturmadan da üzerindeki pijamanın üstüne giydiği eşofmanını çıkarıp gelişigüzel yere fırlatır. Sonra da ayağının birini altına alıp oturur, çok rahattır, pijamasının üstünün düğmelerinden bazılarının kendiliğinden düğme deliklerinden çıkmış olmasına aldırış etmez. Cem de yanına gelir oturur, onun da üzerinde uzun bir şort ve tişört vardır, ayakları çıplaktır. Terlik de kullanmamaktadır…



Aslı başlar söze:



-   Kendimi affettirmek için geldim, evliyim, mutluyum, ben de asker eşiyim ama sana geldim… Sana emanetim yani…

-   Ooooo, bu son cümle çok ağır oldu, kendini bana emanet ediyorsun, bu çok ağır bir sorumluluk…

-   Öyle…

-   Bu gece seninleyim, ona göre… Beğenirsem, umduğum gibiysen bu son da olmaz…

-  

-   Gülme…

-   Desene büyük sınav…

-   Evet, hem de öyle bir sınav ki… Kovmak isteyeceksin ama gitmeyeceğim… Kapıyı kilitlersen senin gibi kaçıp gitmeyeceğim, kilidi açıncaya kadar orada bekleyeceğim…

-   Vay vay vayyyy… Peki ya eşin? Evliliğin?

-   Sana kendimi emanet ediyorum dedim anlamadın mı? Ben eşime bile kendimi emanet etmedim, şimdi ilk kez sana söylüyorum, “Ben sana emanetim”…

-   Peki…

-   Otur karşımda ve beni dinle…

-   Peki…

-   Kazadan bir gece önce kocam bana tecavüz etti, ters ilişkiye girdi defalarca, benim ellerim, ayaklarımı bağlayarak… Sabahında artık ben onun karısı değildim ama o bunun farkında bile değildi. Ne zaman sen bana arabanla dokundun, her şey o zaman belirginleşti. Bütün zorlamalar geride kaldı… Senden hoşlandım. Sen bendeki kadını ayaklandırdın, sen benim ayağımı yerden kestin… Senden hiç ayrılmak istemedim. İlk kez bir erkeğin beni okşamasının bitmesini istemedim… Ama sonunda her şeyin içine ettim ve yatak odamın kapısını kilitledim. Hâlbuki ilk kez içime çamaşır giymeden pijamamı giymiştim, ilk kez terleyen bölgelerime parfüm kullanarak kokulandırdım, ilk kez senin beni beğenmeni istemiştim… Sen gittin ve gecenin içine ettin. Şimdi ben buradayım ve seni istiyorum, seni arzuluyorum, seninle yatacağım ama sen bana hiç dokunmayacaksın, ben sana dokunacağım ve sen bana bir şey yapmayacaksın. Sabah kalkacağız, karı koca gibi, önce sen giyineceksin, sonra da beni evime götüreceksin, ben de giyineceğim, karı koca gibi evden çıkacağız ve sen beni işime bırakacaksın. Akşama da gelip beni alacaksın…

-   Bitti mi?

-   Bitti…

-   Peki, sözünden dönen…

-   Ne istersen öyle olsun…  Peki, şimdi sana ne ikram edeyim?

-   Sen ne istersen ama alkollü olsun, bu saatten sonra ördek gibi su içecek halimiz yok ya…



Cem, salonun köşesindeki küçük bir dolabı açar, dolap girişi küçük ama fonksiyonel bir yapıdadır. Dry Martini şişesini alır, içeriden de on martini kadehi. Kadehleri sepete yerleştirir ve mutfağa gider, elinde buz parçaları ile geri döner ve kadehleri buz parçaları içine gömer. Sonra tekrar mutfağa gider, bir süre sonra içeriden değişik ama hoş kokular gelmeye başlar. Odaya döndüğünde bir elinde büyük cam kâse içinde şerit havuçlar ve içinde limon suyu, diğer elinde ise büyükçe bir kuruyemişlik ve içinde çifte kavrulmuş iç antep fıstıkları ile gelir. İkili kanepenin değil de üçlü kanepenin ortasına bir büyük sehpa koyar, üzerine onları yerleştirir. Sonra da mini bara yönelip soğutulmuş kadehlere sek dry martini koyar ve içine de cam mini çatallarla yeşil zeytin atar ve onları da getirip birini Aslı’ya verir, diğerini de kendisi alır:



-   Hoş geldin, can yakıcı da olsa tanışmamıza; önce bir yudum martini, sonra bir tek havuç şeridi, üzerine birkaç Antep Fıstığı, ağzında dolaştırarak ye ve ağzındaki o tad kaybolmadan ikinci yudumu alma, der.



Aslı hiç konuşmuyor, sürekli olarak bütün içtenliği ve kadınlığı ile Cem’in gözlerin içine bakıyordur. Beşer kadeh dry martiniyi içmeleri yaklaşık üç saat sürmüştür, beş kadehten sonra Aslı lavaboya gitmek için ayağa kalkar, o ana kadar en ufak bir sarhoşluk emaresi olmamasına rağmen, vurgun yemiş gibidir, yalpalayarak lavaboya gider ve içeri girer, kapıyı bile kapatmadan işini görüp tekrar odaya döner ve:



-   Sen beni sarhoş ettin, ama ben de sana kendimi emanet ettim… Ver bakalım bir kadeh daha, iyice sarhoş olayım ki, senin bana ne yaptığını fark etmeyeyim…

-   Sen sarhoş oldun da ben olmadım mı?

-   Cin gibisin cinnnn, beni yatağa atacan ya, hepiniz aynı bokun ocağısınız, ama dikkat et, ters ilişkiye girme, çünkü geçen gece yırtıldı, üstüne kalır…

-   Aslıııı… Birlikte yatacağız ve baştan bana anlattıklarını yapacağız…

-   Tamam, ulan, öyleyse başlayalım…



                     Aslı bu sözleri söyledikten sonra pijamasını üstünü çıkarır, sütyen yoktur…



-   Nasıl, mal iyi mi?

-   Harikasın…

-   Ayak atma ulan, sen benin gibi kaç karıyı yatağına atmışsındır, sendeki o karizma varken…

-   Sen öyle san…



Aslı altıncı kadeh bitiğinde iyice sarhoş olmuştur, aklına ne gelirse söylüyordur. Sonra birden ayağındaki pijamasını da çıkarır ve çırılçıplak kalır… Sonra da



-   Nasıl beğendin mi, çok kullanılmadı merak etme… Az kullanılmış, müstamel bir karıyım ben… Nasıl ama vücudum?

-   Çok güzelsin…

-   Atlamıycan mı üstüme, tecavüz etmeyecek misin bana… Hadi sıra sende, beni odaya götür kucağında ve yatağa yatır, sonra da sen soyun ve bana sen de saldır, bağlamana da gerek yok, istediğini yap, fırsat bu fırsat, iyi kullan…



Cem Aslı’nın dediklerini yapar, kucağına alır, yatak odasına götürür, kendisi de soyunur ve Aslı’ya sarılarak yanına yatar…



Bu çok ciddi bir sınavdır, ya uzun zamandır gördüğü ve tanışmak istediği bu güzel kadınla hemen sevişecek ve onunla, onu olacaktır ya da emanete sahip olacak ve her şeyi erteleyecektir. Aslı, sarhoşluğun verdiği rahatlıkla Cem’in her yerine dokunuyor ve Cem’i tahrik ediyordur. Üzerine çıkıyor, kendince sevişiyor hatta Cem ona karşılık vermedi diye kızıyor, bağırıyor, zaman zamanda tükürüp hakaret ediyor, tokatlıyordur. Bir süre sonra kendinden geçer ve sızar… Cem kalkar, odadaki bütün mumları yakar ve sırtına bir yastık koyup Aslı’nın vücudunu seyretmeye başlar…



Uzun süredir nasıl tanışsam diye düşündüğü ve hoşlandığı kadın şimdi yatağındadır, sarhoştur ve aslında belki de her şeye hazırdır. Nefes kesecek kadar da çekicidir… Ama bir o kadar da masum ve mazlum…



Ne için buradadır, kocasından intikam almak için mi, kendisinden hoşlandığı için mi, kendisini denemek ve güvenmesi halinde birlikte olmak için mi? Kocası kimdir, gerçekten asker midir, görevi nedir…



Cem salona geçer, bir kadeh daha dry martini alır ve odaya döner, hem içkisini yudumlamaya hem de Aslı’yı seyretmeye devam eder. Gecenin saat 4’ünde mumları teker teker söndürür ve Aslı’nın çırılçıplak vücuduna çırılçıplak vücudu ile sarılarak uykuya dalar.

     

Vücudunu en hassas yerlerinde bir elin gezdiğini fark ederek uyandığında o elin Aslı’ya ait olduğunu fark eder, gülümsüyordur, gözleri kanlıdır ve hala çırılçıplaktır:



-   Günaydın

-   Günaydın Aslı, ne yapıyorsun?

-   Uyandım ve anladım ki beni kullanmamışsın, önce “Helal” dedim sonra da “Belki de iktidarsızdır” dedim ve seni test ettim…

-   Eeee

-   İktidarsız değilmişsin, kazandın ve kaybettin… Bu gece ilk ve son gecemizdi, benden yararlansaydın keşke…

-   Bana kendini emanet ettin?

-   Olsunnnnn,  sana ne emanetten, yoksa beni beğenmedin mi?

-   Aslııııı…

-   Ne var? Neden bana dokunmadın, neden benimle sevişmedin, neden ben seni ayartmaya çalışırken karşılık vermedin?

-   Yapamazdım…

-   Kaybettin… Hadi ben kaçtım, sen kal, benim hayalimle yaşa…

-   Sen bilirsin… Hadi sana güle güle…

-   Salak…

-   Kapıyı arkadan kapatıver lütfen…

-   Geri zekâlı, top musun nesin?

-   Aslı, hakaret etme ve tahrik etme, ne yaparsan yap ben sana verdiğim sözü çiğnemeyeceğim. İstersen bir daha gelme, beni de görme ama ben sözümde duracağım… Gerisi senin bileceğin bir şey…



Cem yatağından kalkmaz, Aslı Cem’e aldırış etmeden salona geçer, üzerinden çıkarttıklarını giyip evin kapısını vurarak evden çıkar ve gider. Cem bir süre daha yattıktan sonra banyoya geçer, duş alır ve giyinip dışarı çıkar. Arabasına biner ve sağdaki koltuğun ayakucunda yılan derisi bir cüzdan fark eder. Uzanıp alır, bakar. Cüzdan Aslı’nındır. İçinde kimlik kartları dâhil her şey vardır. Doğruca Maliye Bakanlığı’na gider, çantasından çıkardığı sarı torba zarfa koyduğu cüzdanı, Bilgi İşlem Bölümü’nün girişindeki görevliye zarfın üzerine de Aslı Altınbaş yazarak teslim eder. Sonra da dışarı çıkıp arabasına biner ve görev yerine gider. Akşamüzeri mesaiden erken çıkar ve tekrar Maliye Bakanlığı Bilgi İşlem Bölümü girişine kadar gidip bıraktığı zarfın Aslı’ya teslim edilip edilmediğini öğrenmek ister. Görevliye konuyu sorarken kızıl ve şuh bakışlı bir bayanın kendisiyle ilgilendiğini fark eder. Kadın:



Cem’in ardından basit ve ucuz bir kahkaha atar…



Binbaşı Cem ayrıldıktan 3 ya da 4 dakika sonra Aslı girişe gelmiştir, kız kardeşinin halini görünce:



-   Ne o yine kimi kestin, ağzının suları akıyor…

-   Bir binbaşı geldi, havacı, azdırdı beni ve hiç yüz vermeden gitti… Ama ben onun nerede çalıştığını öğrendim, görevliye telefon numarasını ve görev adresini vermiş ben de aldım…

-   Neden gelmiş?

-   Sana zarfı o bırakmış, sana verilip verilmediğini teyit için gelmiş…

-   Bekle demedin mi?

-   Bekle dedim ama beklemedi, bir de havacılar çapkın derler… Hoş adamdı, belki bir gün yeniden karşılaşırız… Peki, seni nereden tanıyor?

-  

-   Heyyyy, seni nereden tanıyor dedim, yoksa sevgilin mi?

-   Sevgilim olsa çantamı neden buraya getirip de başkasına teslim etsin…



Aslı’nın canı sıkılmıştır, Berna binbaşıya kafayı fena takmıştır, ne yaparsa yapsın onunla en azından bir kez daha görüşmek için mutlaka o adreslere gidecek ve bulacaktır. İçi sıkılmıştır, hatta bunalma derecesinde… Ne yapmalıdır?



Kocası İsrafil’in Erkut’la birlikte yeni bir göreve gittiğini öğrenir Berna’dan. Berna mutludur, Erkut olmadığı için ve rahatça her şeyi yapabileceği için, Aslı da mutludur İsrafil olmadığı için ama aynı zamanda çok da mutsuzdur. Berna ile Aslı iş yerinden birlikte çıkarlar ve Berna’nın arabası ile Atakule’ye giderler. Aslı’nın da arabası vardır ama genellikle hafta sonları kullanmakta, hafta içi taksi ya da dolmuşu tercih etmektedir. Atakule’deki Sevilla’ya geçerler, birlikte bir masaya otururlar, tam mönüye bakarken Aslı, Berna’nın çığlığı ile sıçrar. Berna kendilerinden yaklaşık 40-45 mt ileride oturan Binbaşı Cem’i fark etmiştir. Bu nedenle de sevinç çığlığı atmıştır.



-   Bak senin cüzdanını getiren binbaşı, hadi gidip masamıza davet etsene, hem sen teşekkür etmiş olursun hem de ben onu tanımış olurum.

-   Ne gerek var şimdi…

-   Ama ayıp olmaz mı?

-   Olur, evet gerçekten de ama ben gidip bir teşekkür ederim yeter, masamıza davet etmeye gerek yok…

-   Olur mu hiç, ya sana ne oldu, birden odunlaştın. Ben yapsam söylemediğini bırakmazsın…

-   Peki, ama ne diyeyim?

-   Sen ne diyeceğini bilirsin, ben de bu arada gidip makyajımı tazeleyeyim…

-   Peki…



Aslı istemeden de olsa Cem’in yanına gider ve teşekkür etmek ister, Cem “Gerek yok, herkes için aynısını yapardım” der ve Aslı’nın yüzüne bile bakmaz, Aslı’nın masalarına davetini de geri çevirir ve “Rahatsız etmek istemem” der. Aslı, hiç beklemediği bir muamele ile karşılaşmıştır. Hatta rencide edildiğini düşünür ve Cem’e;



-   Dün gecenin intikamı mı?

-   Hayır, ne alakası var…

-   Ama dün…

-   Dün sabaha kadar yanımda olan bir insandı, sabah ise bir yaratık oluverdi… Benim işim insanlarla, yaratıklarla değil, kendine dalga geçecek akıllı erkekler bul, onları yatağa at, baştan çıkarmaya çalış sonra da sana tecavüz etmelerinin zevkini çıkart…

-   Çok adileştin Cem..

-   Eğer bana emanet edileni korumamın ve emanete ihanet etmememin karşılığı adileşmekse, eyvallah…

-   Salak, sen gerçekten nonoşsun, artık bu kesin…



Cem, Aslı’ya buyur otur bile dememiştir, tam o sırada Berna yanlarında bitiverir ve hemen söze girer;



-   Ben Aslı’nın kardeşi Berna

-   Ben de Cem, tanıştığımıza memnun oldum, buyurmaz mısınız?

-   Memnuniyetle…



Aslı da masaya oturmak zorunda kalır ve Cem, Aslı’nın gözlerinin içine baka baka Berna’nın kendisine olan ilgisine karşı kayıtsız kalmaz ve hatta Aslı’nın yanında onu evine davet eder. Berna kendisini boşanmış olarak tanıtmıştır… Birlikte birkaç kadeh içki içerler ve bir şeyler yerler, sonra da Cem izin isteyerek kalkar, dışarı çıkmadan da hesabın tamamını onlara fark ettirmeden öder. Onlar bir şeyler yiyip içmeye devam ederler, gecenin sonunda hesap istediklerinde, hesabın ödendiğini öğrenirler. Çünkü Cem, Sevilla’nın sürekli müşterilerindendir.



Abla kardeş de oraya birlikte ya da ayrı ayrı sıkça gidip gelmelerine rağmen bugüne kadar Cem’le hiç karşılaşmadıklarını düşünürler. Berna, Sevilla’dan kalkar kalkmaz Aslı’dan ayrılmak ister, gerekçesi de hazırdır, evden alması gerekenleri almadan çıktığından bu gece eşyalarını da ayarlayıp ertesi gün Aslı’nın evine gelecektir. Aslı, bu gerekçeye pek inanmasa da itiraz etmez. Aslıdan ayrılan Berna, hemen Cem’in ev telefonunu arar:



-   Efendim.

-   Ben Berna, rahatsız etmiyorum umarım…

-   Ne demek neden rahatsız edesiniz?

-   Bu gece müsait misiniz, sizi bana davet etsem?

-   Olabilir ama eviniz ne tarafta?

-   Çayyolu’nda…

-   Bu gece bir başka programım var, orası da hayli uzak, bir başka gece olsa…

-   Tabii ki neden olmasın…

-   Anlaştık o zaman, siz müsait olduğunuzda beni ararsınız…

-   Hoşçakalın…



Tam telefonu kapatır ki yanında arkasında Aslı’nın durduğunu fark eder.



-   Kiminle konuşuyordun, yine hangi adamın peşindesin… Evli kadınsın…

-   Sana ne? Ne istersem onu yaparım…

-   Kimdi o?

-   Cem di...

-   Ne dedi peki sana?

-   Bir gece beklerim ya da ben sana gelirim dedi…

-   Şerefsiz…

-   Neden öyle dedin? Bana “hayır” demek kolay mı?

-   Hadi yürü, başımın belası. Bir gün Erkut seni bir yerde basacak ve gebertecek…

-   Tamam, yaaa, ben evime gidecem, herkes yoluna…

-   Bana bak, Cem’i falan da unut tamam mı?

-   Ne o, sen mi hoşlandın heriften? Zaten bütün gece içine düştün adamın…

-   Bana bak, kafamı kızdırma, defol git…

-   Tamam yaaa…



Aslı, allak bullak olmuştur. Kendini eve zor atar ve doğruca jakuziye girer, neredeyse birkaç saat hem jakuzide kalır hem de düşünür ve hatta düşler…



Cem’e karşı yapmaması gereken ne varsa yapmış, sabah ta onuru ile oynamış ve sonra da çekip çıkmıştır. Ve şimdi Cem’i özlediğini fark eder… Acaba ne yapmalıdır? Nasıl düzeltmelidir her şeyi? Bu arada aklına Berna gelir ve Berna ile Cem’i yatakta hayal eder, tiksinir, anlar ki Cem’i kimse ile paylaşmak istememektedir, üvey de olsa kardeşiyle bile…



Banyodan çıkar, defalarca eli telefona gider, hatta son numarayı çevirmeden telefonu defalarca kapatır. Sonunda bütün kararlılığı ile numaraları çevirir ve:



-   Efendim…

-  

-   Efendim!

-  

-   Efendim, kimsiniz!?

-  

-   Sensin, biliyorum Aslı, konuşmaya bile cesaretin yok, çünkü konuşmaya yüzün yok…

-  

-   Merak etme kardeşinle bir şey yaşayacak değilim, sadece birden reddedersem istenmeyen şeyler gelişebilir diye düşündüm… Ben bunları sana neden anlatıyorum ki…

-  

-   Bunu sormak istediğini biliyorum, cevabını da aldın. Hadi iyi geceler…

-  

-   Aslı, sabah sen hayatının rolünü oynadın. Biliyorum ki sen o değilsin… Hem de çok iyi biliyorum… Bir gün umarım karşıma Aslı olarak tekrar gelirsin..

-   Teşekkür ederim Cem, üzgünüm…

-   Ben de…

-   İyi geceler..

-   Sana da…



Aslı karma karışık duygular içindedir. Aslında ne olup bittiğini bile anlayamamaktadır, yaşamında kimse yokmuş gibi davranmaktadır. Ama bu Aslı, çok zalimdir… Çok da bencil… Bir an, evden çıkıp Cem’e gitmeyi düşünür, hazırlanır ama buna cesaret edemez… Sonra tekrar telefona sarılır…



-   Efendim

-   Benim, az önce sana gelmek istedim ama gelemedim,

-   Neden?

-   Korktum?

-   Kimden, benden mi?

-   Hayır kendimden…

-   Çok komik değil mi? Neden korktun kendinden?

-   Bilmiyorum ama korkuyorum. Gelsem, beni kabul eder misin?

-  

-   Etmezsin değil mi?

-   Sen bir dene…

-   Etmeyeceksin değil mi?

-   Dene dedim sana…

-   Cesaret edemem…

-   Peki, ben sana gelsem ne yaparsın?

-   Şimdi mi, dur biraz sonra gel…

-   Hayır, sadece sordum telaşlanma…

-   Kabul ederim…

-   Teşekkür ederim…

-   Özür dilerim…

-   Neden?

-   Dün gece ve bu sabah için…

-   Telafi et, özür dileme…

-   Nasıl?

-   Gel !

-  

-   Gel !

-  

-   Gel !



Aslı birden telefonu kapatır. “Gel !” çağrılarına direnmesi neredeyse imkânsızdır ama ya kadınlık onuru? Düşüncelere dalar ve gözlerinden sicim gibi yaşlar süzülür. Kapı çalınır… Nedense Berna olabilir diye düşünerek olduğu gibi kalkar ve birden kapıyı açar, karşısında Cem durmaktadır. Dona kalır, sesi çıkmaz, hareket edemez…



-   Beni içeri almayacak mısın?

-   Şey…

-   O zaman gideyim…

-   Dur…

-   Müsait değilsin anlaşılan…

-   Gel ! Ne olur gel !



Cem içeri girer girmez Aslı kendini Cem’in kollarına bırakır ve kendisini bütün her şeyiyle ona teslim eder. Cem kapıyı kapar ve Aslı’yı kucağına alarak yatak odasına götürür ve yatırır kendisi de yanına uzanır.



-   Şimdi bana her şeyi anlat, kaç gün sürerse sürsün her şeyi anlat. Seni dinliyorum…

-   Ama sen…

-   Sevişmekten önce seni dinlemek istiyorum, seni öğrenmek, seni anlamak…

-   Ama ne gerek var buna…

-   Eğer böyle söyler ve ısrar edersen, ben çeker giderim, bir daha da ne ararım, ne sorarım ne de telefonlarına cevap veririm.

-   Ama onlar benim sıkıntılarım, neden paylaşayım seninle?

-   Anlatacak mısın, paylaşacak mısın?..

-   Tamam, kızma, anlatacağım…



Aslı bütün yaşamını sabaha kadar anlatır Cem’e ve sonunda uykuya dalarlar öylece, uyandıklarında sabahın altısıdır. İlk uyanan Aslı olmuştur ve çırılçıplak soyunup Cem’i de uyandırmıştır. Sabahın ilk ışıkları ile sevişmeye başlarlar, Cem hoyrat ve hatta sert davranmaktadır Aslı’ya. Önce bu durumu yadırgar gibi olur ama bir süre sonra aslında bilinçaltındakinin de bu olduğunu anlar Aslı. Birlikte banyoya girerler, birlikte yıkanırlar, evden birlikte çıkarlar ve Cem’in evine gidip onun giyinmesi ile birlikte işlerine birlikte giderler. Bir gece önce sabah yaşanan cehennem ertesi sabah yerini cennete bırakır. Günlerce birlikte olurlar, mutludurlar.



Bir süre sonra Aslı hamile olduğunu anlar ki o gün İsrafil görevden dönmüştür. Aslı’ya telefon eder, lojmana çağırır. Aslı gitmez ve kendisinden boşanacağını söyler. İsrafil çıldırır:



-   Bekle beni sana geliyorum, bu kadar kolay mı benden ayrılmak. Tam da Çetin Gir Orgeneral tarafından çok büyük bir teklif aldığım bu en mutlu günümde

-   Bana ne aldığın tekliften, sen umurumda bile değilsin artık, senin aldığın tekliften de bana ne!

-   Geliyorum beni evde bekle…

-   Ne istersen onu yap, ben evden çıkıyorum ve bu evi de artık başkasına kiraya veriyorum…

-   Ben de işyerine gelirim.

-   İstediğini yap, gelsen de eline bir şey geçmez, senin konuşacak ya da görüşecek olan kim?

-   Ben sana gösteririm benim kim olduğumu…



Aslı işyerindedir ve günlük işleri ile uğraşmaktadır, bir anda bir uğultu duyar, ardından da telaşlı koşuşturmalar. Ön tarafta Maliye Bakanı Latif Bey, yanında Orgeneral Çetin Gir ve onun yanında da İsrafil, arkalarında da Maliye Bakanlığı’nın pek çok üst düzey bürokratı odasından içeri girer.



Aslı ayağa kalkar ama İsrafil’e bakmaz bile, sadece Orgeneral Çetin GİR’e “Hoş geldiniz paşam” diyebilir… Ayaktadır… Çetin GİR



-   Evladım benim burada ne için bulunduğumu biliyor musun?

-  

-   Eşin İsrafil artık Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda çok önemli bir makama geldi ve bana en yakın elemanlarımdan biri oldu, bunu kutlamak için sizi bu gece Merkez Orduevi’nde yemeğe davet etmeye geldim. Ben, eşim, Maliye Bakanımız Latif Bey ile eşleri hanımefendi,  sizler benim konuğumsunuz, akşam saat tam 20’de sizi bekliyorum

-   Zahmet etmişsiniz ama…

-   Lütfen itiraz etmeyiniz, sizinle bu mutluluğunuzu paylaşmak istiyorum…



Heyet, geldiği gibi koşuşturma ve telaş içinde odayı terk eder.



Aslı, İsrafil sorununun büyüdüğünü hisseder. O üst düzeyle ne kadar yaklaşırsa, eşi olarak o da o kadar cendere altına girecek ve bütün gözler üzerinde olacaktır. Bu durum Aslı için çok sıkıcıdır ve hatta bunalım demektir… Bir ara yemeğe gitmemeyi düşünür ama vazgeçer…



1997 yılının Haziran’ının başında bir Cuma gecesi Aslı saat 19.45’te Merkez Orduevi girişindedir. Nizamiye’ye ismi bildirilmiştir. Orgeneral Çetin Gir ile yemek yiyecekleri yere kadar kendisine bir nöbetçi astsubay eşlik eder. En üst kata yakın ve özel olarak hazırlanmış bir odanın kapısından içeri girdiklerinde İsrafil’i de sivil giysili olarak orada olduğunu görür. Odada başka kimse yoktur. İsrafil sanki aralarında hiçbir şey olmamış gibi;



-   Hoş geldin Aslı, bu gece bizim…

-   Bu gece bizim değil, senin. Ve bu gece seninle benim son gecemiz, her şey yemeğin bitimi ile sona erecek…

-   Ben senin…

-   Hadi söv, hatta burada da vur sonra da tecavüz et!

-   Ne tecavüzü?

-   Son yaşadıklarımızı ne çabuk unuttun?

-   Ama biz seviştik, sen sadece isteksizdin…

-   Neee!?



Aslı içinden “Aman Allah’ım, bu ne yaptığının bile farkında değil. Sanırım artık iyice psikolojik desteğe ihtiyacı var” diye geçirir.



Tam saat 19.55’te Orgeneral Çetin Gir ile eşi masanın başında belirirler ve Aslı ile İsrafil tartışmayı keserek, bankacı gülümsemesi ile onları karşılarlar. 



Orgeneral Çetin Gir, 28 Şubat süreci nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin neredeyse tek hâkimi gibidir. Maliye Bakanı da yemektedir ama yanında genç kızlığından beri başını örten eşi yoktur…



Yemek için servisler başlar ve söze Orgeneral Çetin Gir;



-   Hanımefendi benim için eşiniz İsrafil çok önemli ve değerlidir, bundan böyle onunla daha yakın çalışacağız. Bu demek değil ki İsrafil artık sürekli Ankara’da kalacak, hayır! Daha çok göreve gidecek… Ama kısa bir süre sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’nde daha üst bir noktaya geldiğimde İsrafil astsubay olmasına rağmen liyakati nedeniyle Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda çok önemli görevlere gelecek.



Orgeneral Çetin GİR’in eşi sadece dinlemektedir. Aslı da sessizce dinlemektedir. İsrafil mutlu ama aynı zamanda heyecanlıdır. Yemek çok sıkıcıdır ama Aslı’nın dikkatini Orgeneral Çetin GİR’in emir subayının bile ortada görünmemesi çeker. Bu bugüne kadar bildiklerini, gördüklerini ve şahit olduklarını düşününce bu hiç de normal bir durum değildir. Hatta İsrafil sona altı ay içinde “Orgeneral Çetin Gir ile aramız iyi ama buradan daha fazla yükselemez, çok farklı gelişmeler yaşanmalı ki önü açılsın ama bu da çok zor” dememiş miydi? Şimdi Orgeneral GİR neden ve hangi makamdan bahsetmektedir? Darbe ile yönetimi ele alacak olsalardı 28 Şubat’ta yaparlardı… Aslı bu düşünceler arasında boğuşurken, zamanın nasıl geçtiği anlamamıştır. Yemek bitmiş kahveler içilmiştir, GİR Orgeneral ve eşi ayağa kalkarlar, onları takiben Maliye Bakanı Latif Şenel de ayağa kalkar ve kısa bir vedalaşma sahnesinden sonra odadan çıkarlar. İsrafil:



-   Hadi biz de çıkalım

-   Tamam

-   Evimize gidiyoruz değil mi?

-   Hayır! Sen evine gidiyorsun ben de kendi evime…

-   Neden? Özlemedin mi beni?

-   Ne özlemesi, boşanacağız diyorum…

-   Ben de boşanmayacağız diyorum…

-   Sen bilirsin, böyle yaşarız öyleyse...

-   Pişman ederim seni, artık daha da güçlüyüm…

-   Bildiğini yap! Elinden geleni ardına koyma!



Tartışa tartışa nizamiye çıkışına gelirler. Aslı hiçbir şey söylemeden bir taksi durdurur ve arka koltuğa oturur, İsrafil de taksiye binmek isteyince kızılca kıyamet kopar. Aslı bağırmaya başlar,



-   Seni istemiyorum, git! Hala neden benim peşimdesin, onursuz musun nesin!

-   Gitmiyorum, seninle geleceğim benimle olacaksın, benden ayrı yaşayamazsın, seni yaşatmam…



Taksi şoförü şaşkındır, müdahale etmek ister ama müşterileri orduevinden çıkmıştır. Başına dert alabileceğini düşünür ancak



-   Nereye gidiyoruz, ya da nereye gitmiyoruz? der.



Bir anlık sessizlik olur ve Aslı arka kapıdan hızla inip sırada bekleyen bir başka taksiye biner, İsrafil de hızla taksiden çıkmıştır ama bu tartışmayı daha fazla uzatmak istemez ve Aslı’nın peşinden taksi ile Aslı’nın Ahmet Rasim’deki evine doğru yola çıkar. Aslı’nın bindiği taksi arayı açmıştır, İsrafil “Nasıl olsa evine gidecek” diyerek telaş etmez. Taksi Aslı’nın evinin önünde durduğunda Aslı’nın ışıklarının yanmadığını fark eder, önce, kasıtlı olarak ışıklarını açmadığını düşünür ve evinin alt kapı zilini çalar. Defalarca zili çalmasına rağmen açan yoktur. Saatlerce evinin karşısındaki apartmanın duvarının üzerinde bekler Aslı’nın evine dönmesini ama ne gelen vardır ne de giden. Aynı saatlerde Aslı, Cem’in evindedir. O gece yaşananları paylaşmakta ve kafasına takılan soruları Cem’e de sormaktadır:



-   Adam yükselmekten söz ediyor, İsrafil önü kapalı diyordu, sen de son kademe burası diyorsun, bu adam neyi kastediyor?

-   Ben de pek anlayamadım ama normal şartlarda Genelkurmay Başkanı da olamaz, kuvvet komutanı da… Ama eğer birileri aniden ölürse ya da istifa ederse veya görevden ayrılırsa o zaman işler değişir…

-   Peki, bir astsubay Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda nerelere kadar yükselebilir? Yani İsrafil ve Orgeneral Gir neden bahsediyorlar?

-   Ben de pek anlayamadım, özel Kuvvetler Komutanlığı’nın çok özel durumları olsa da statü ve roller belirlidir, yani bir astsubayın bir subay makamına oturması mümkün değildir. Ama sanırım GİR ve İsrafil başka bir durumdan bahsetmekteler, ama ne?

-    Cem nedendir bilmiyorum ama bu konuşmalar ve bu durum beni çok rahatsız etti, ediyor da… Belki gereksiz bir kuruntu ama ben huzursuzum.  Bir de boşanmak konusu… Adam razı olmuyor, hamileyim ve ne yapacağımı düşünüyorum.

-   Bana kalırsa davayı aç ve çocuğumuzu da doğur,

-   Ben de çok istiyorum ve bu çocuğu aldırmak istemiyorum ama boşanmadan da doğuramam ki…

-   Ben doğurmandan yanayım, ciddi ve kalıcı bir beraberliğimiz var bugüne kadar hiçbir problem yaşamadık, birlikte yaşayabiliriz ya da evlenebiliriz, sen de istersen…

-   Cem düşünmem lazım, çocuk neredeyse 1,5 aylık oldu, bir an evvel karar vermem gerekiyor…

-   Sen ne istersen ben hazırım ve yanındayım…



Aslı ile Cem birlikte yatak odasına geçerler ve sarılarak uykuya dalmaya çalışırlar, Cem bir süre sonra uykuya dalmasına rağmen Aslı’yı uyku tutmaz ve yattıklarından yaklaşık iki saat sonra Aslı Cem’i uyandırır ve:



-   Sana ihtiyacım var, aklım çok dolu, sev beni…



Aslı ile Cem sevişmeye başlarlar ve oldukça uzun süren bir sevişmeden sonra bu kez Aslı uykuya dalar, Cem uyuyamaz. Kalkar, salona geçer ve Parmaksız Amca’yı arar, uykulu bir sesle telefonu açan Parmaksız Amca:



-   Hayırdır, gecenin bu vaktinde aradığına göre çok önemli bir şey olmalı?

-   Sanırım var ama çözemiyorum, yarın sabah 10 civarı gelsem…

-   Tamam bekliyorum…



Cem huzursuzdur, yemekte İsrafil, Orgeneral Gir ve Aslı arasında geçen konuşmaların bir anlamı olmalıdır, kendince anlamlandırmaya çalışır ama kesin kararını veremez…



Cem kendine bir kadeh dry martini hazırlar ve yatak odasında çırılçıplak yatmakta olan Aslı’yı seyrederek içkisini yudumlamaya başlar… Neler yaşamışlardır ve Allah bilir daha neler yaşayacaklardır? Cem Berna’dan yakasını zor sıyırmıştır ama her karşılaşmalarında “Bu kadın acaba bana ne gün tecavüz edecek” diye düşünmekten kendini alamaz. Kardeştirler ama birbirlerinden çok farklıdırlar. Bunları düşünürken içkisinin bittiğini fark eder, yenisini almaz ve Aslı’ya sarılarak uyumaya çalışır.



Cem, ertesi gün Parmaksız Amca’ya gider. Özel, ritüel tarzı şifreleşme ile evine girer.



-   Hoş geldin evlat..

-   Hoşgördüm, nasılsın usta?

-   İyi diyelim, değilim ama..

-   Hayırdır?

-   Önemli değil, sen şu önemli konudan bahset.

-   Orgeneral Çetin GİR, normal şartlarda nerelere gelebilir? Hangi şartlarla terfi sayılabilecek bir statü ve rolü üstlenebilir?

-   Ne o, senin de mi kulağına geldi?

-   Ne?

-   O tarafta bir hareketlenme var. Ciddi bir hareketlenme. Atatürkçü, Kemalist, Devrimden yana görüntü verip Karşı Devrim’e hizmet içi yapılanan bir gurup bunlar. Başarında da aslında Afet BÖREKÇİ Orgeneral var. Bunlar bir “kolpa” peşinde diyelim, başka bir tabir buraya uymuyor… Çetin GİR de bu gurubun ortada görünen koçbaşı.

-   Biraz karışık…

-   28 Şubat neden yapıldı sence? İrticaya karşı bir hareket mi gerçekten? Daha doğrusu, sence neye karşı bir hareket?

-   Yolundan çıkmış (!) sermaye hareketlerine karşı diye düşünüyorum. Önlenemeyen Anadolu Sermayesi’ne karşı.

-   Başka?

-   Anadolu’ya karşı, saf ve temiz insanlara karşı, ama görüntü çok farklı…

-   Tam adını koymasan da doğru bir yaklaşım…

-   Tam adını koymaya kalkarsak DECCAL’ın piçlerinin tıkanmakta olan önünü açmak için…

-   Ama bunu insanlara anlatmakta zorluk çekiyorum, çekiyoruz. Herkes kendisine ezberletilen ya da algılattırılanla baş başa, gerisindekileri görmeye çalışan yok…

-   Bu işin doğası gereği bu böyle…

-   28 Şubat, 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 24 Ocak’ın, 12 Eylül’ün hatta 11 Kasım’ın farklı bir devamı ama hedef ve strateji aynı… “Tamamlanmayanın bitirilmesi”

-   Bir ABD Doları’nın üzerindeki cümle…

-   Evet… Bunlar bu görev ile ilgili o kadar zıkkımlandılar ki, işlerini bitirmekten başka bir şey düşünemez oldular. Bu durumda, Çetin GİR ve ekibinin nispeten milli sayılabilecek güçleri bir şekilde tasfiye etmesi gerekiyor. Öncelikli hedef de Kara Kuvvetleri Komutanı, yani Genelkurmay Başkanlığı’nın şimdilik tek adayı Hasan TÜRKMENOĞLU ayağının kaydırılması…

-   Nasıl yapabilirler bunu?

-   İftira, karalama, sağlık sorunları yaratarak ya da öldürerek…

-   Öldürmeyi göze alabilirler mi?

-   Onlara kim engel olacak? Ya da onlara kim engel olabilir? Sivilden askere herkes Onuncu Yıl Marşı ile yatıyor, Onuncu Yıl Marşı ile kalkıyor. Herkes esas duruşta. Höt desen, ne istersen al diyorlar… Bu günlerin sorumlularından biri de sen değil misin Cem?

-   Nasıl?

-   Sen yüzbaşıyken Medya ile Türk Silahlı Kuvvetleri İlişkilerinin geliştirilmesi planlamasını yapmamış mıydın? Onlara postal, parka, şapka senin planların gereği giydirilmedi mi? Yalan bilgiler ve senaryolar onlara güya ÇOK GİZLİ brifinglerde doğru ve gerçekmiş gibi aktarılmadı mı? Er kazanından yemek yedirilmedi mi? Aynı merkezden kaleme alınmış binlerce teşekkür, aşk, ilgi mektubu en uygun gazetecilere gönderilmedi mi? Sivil yaşamında jigololuk, kulamparalık yapanlar gazetecilerin başına tebelleş edilmedi mi? Pek çok köşe yazısı ve kurgu haber yataklarda yazılmadı mı?

-   Ama ben…

-   Biliyorum sana sorulan farklıydı ve senin cevabında ona yönelikti ama Afet Börekçi senin projeni 28 Şubat sürecinin her aşamasında uyguladı. Ama dikkat et, ihanete müzahir guruplar için yazdıklarından bir tanesini bile uygulamaya sokmadı. Senin o proje şimdi Atlantik Ötesi’nde…

-   ABD’nin mi?

-   Sayılır da sayılmaz da… Aslında oradaki ÖRGÜT’ün elinde, Fitnetullah Hocabey dedikleri o salya sümüğün ekibinin elinde…

-   Aman Allah’ım… Bunlar olağanüstü bir organizasyon olarak çalışıyorlar…

-   Bak evlat kimler nasıl yükseliyorlar… SÖZAL’ın zarf disketlerinden 26 tanesini o yerde can çekişirken alan emir subayının yükselişini izle… Bir zamanlar Kurmay Albay’ken cephaneliği TİKKO militanlarınca basılanın yükselişini izle… Tekerlekli sandalyede uyuşturucu trafiğini yürüten adamın amcaoğlunun istihbaratçı olarak yükselişini izle… Unutmadan, yakında senin rütbelerini ve diplomalarını elinden alacaklar. Kendine dikkat et. Karşına HAYIR diyemeyeceğin bir cinsi latif çıkarabilirler, belki de çıkarttılar bile… Hem de lojmanlardan, ya da görev yerinden asker eşi ya da askeri memur gibi birini…

-   Nereden biliyorsunuz?

-   Ayaklarına bastın, ayaklarına dolandın, çomak soktun… İşleri geciktiriyorsun.. Söylesene bana sen benim bilmediğim bir işler mi çeviriyorsun?  Bir gurup mu kurdun, bir guruba mı tabi oldun, var mı böyle bir şey? Adamlar şu anda bunu araştırıyorlar. Arkanda kendilerinden de büyük bir güç olduğunu sanıyorlar. Bulamıyorlar, bulamadıkça da sana direkt ilişemiyorlar..

-   Kimse yok, kimseler yok, yalnızım ama madem böyle düşünüyorlar ben de rolümün dozunu daha da arttırarak oynamalıyım ki iyice korksunlar… Bu benim yaşam sigortam gibi…

-   Evet, devam et ve şiddeti arttır. Senin görev yaptığın yerde sekreter Nevin vardır Korgeneral’in sekreteri. Nevin KISKANIR o sizin oradaki Tümgeneral’in metresidir, Pilot Sokak’ta buluşurlar. Nevin önce gider Tümgeneral 45 dakika sonra oraya gelir. O arada git oraya, Nevin’in kanına gir, bir şeyler yap ve Tümgeneral’in de öğrenmesini sağla ve sonra da Tümgeneral’le konuş, bırak onu o benim de… Dayılan.. Ya gönlünle verirsin ya da ben basar alırım de… Çünkü Tümgeneral de Orgeneral Çetin GİR ekibinden…

-   Anladım usta… Başka ne tedbirler alayım?

-   İçtiğin suyu bile analiz edip iç, daha ne diyeyim? Süleyman Usta’nın torununun burnunun bile kanamasına gönlümüz razı olmaz bizim… Bana güvenme ama benim ekipten birileri senin arkanı hem kolluyor hem de topluyor… Son olarak, Aslı onların sana gönderdiği ya da tezgâhladığı biri değil, o kıza sahip çık, kocası İsrafil bizim için çok önemli, Erkut da… Onlar Çetin GİR’in ve ekibinin tetikçileri olacaklar yakında…

-   Usta oturduğun yerden her şeyi biliyorsun, bu nasıl bir iş?

-   Meslek sırrı evlat… Burayı sizlerden birine bırakıp yürüyeceğiz Haak’ka…

-   Bizlerden biri?

-   Bir tek sen misin benim çırağım, kalfam ya da öğrencim? Hadi Allah işini gücünü rast getirsin… Ama sakın ola ki aşkın derinlerine dalma, bütün gardın düşer, lokum gibi olursun, kıl bile sana koşar ve yapışır… Son olarak senin arabayı hafta sonu şu bizim Bulgar Hakkı’ya bırak, ben ona talimat veririm. En azından seni arabanla birlikte havaya uçuramamaları için tedbir aldıralım… Berna’dan da uzak dur, dokuz aydır HIV (+) onda ve taşıyıcı, yani kendisine bir etkisi yok ama ilişkiye girdikleri AIDS oluverirler, bu güne kadar bir şey yapmadın onunla bundan sonra da yapma. Çünkü sana musallat edilmeye çalışılanların başında o geliyor… Bir de bu konuştuklarımızı kapıdan çıkmadan unut, kimse ile de konuşma, paylaşma ve bu konularda yorum yapma.

-   Anladım usta… Şırbörek davetim geçerli, ne zaman istersen…

-   Tamam, evlat, sen fırında kuzu kapama olma da şırböreki ne zaman olsa yeriz…



Aslı işyerinde bütün gün çocuk ile ilgili karar vermeye çalışır, aynı zamanda da defalarca kendisini arayan İsrafil’in telefonlarına cevap vermeden yüzüne kapatır. Zor durumdadır. Cem’le evlilik ya da birlikte yaşamak hiç de umurunda değildir, çünkü Cem’e güvenmektedir. Ancak, hamileliğine son verip vermemek konusunda çok sıkıntılıdır. Derdini kimseye de açamamakta ve yardım da alamamaktadır. Bunaldığını hisseder ve o gece Cem ile bu durumu son kez konuşup karar vermeyi kafasına koyar.



Akşamüzeri Cem arabasıyla Aslı’yı Maliye Bakanlığı önünden alır, birlikte Botanik Bahçesi’ne gitmeye karar verirler. Her ikisi de İsrafil’in kendilerini takip ettiğini ilk önceleri fark etmemişlerdir. Hoşdere yokuşuna tırmanmaya başladıklarında Cem, bir arabanın kendilerini takip ettiğini fark eder, Dikmen sapağına geldiklerinde sarı ışık yanmaktadır ve Cem ışık kırmızıya dönmeden gaza basar ve geçer, kendilerini takip eden araç da onları takiben kırmızı ışıkta geçiverir. Aslı durumun farkında değildir ve dalgındır:



-   İsrafil’in arabası bal rengi Tempra mı?

-   Evet… Neden sordun?

-   Peşimizde de… Ama sen sakın geri bakma, yandaki aynalardan görmeye çalış ve sıkı tutun, şimdi seni kaçırmam lazım…



Aslı aynalardan İsrafil’in aracını görmeye çalışırken Cem bir sokağa dalmıştır bile, hızlı ve seri bir şekilde aracı sürmektedirler, kendilerini bir anda Yıldız da bulurlar

Cem Aslı’ya, sana ne zamandır bir profiterol borcum vardı, şimdi ödeşme zamanı diyerek Turan Güneş Bulvarı’na girip arabasını yoldan geçenlerin pek de fark edemeyeceği bir yere çekiverir. Arabadan iner ve Aslı’nın kapısını açıp elinden tutar, birlikte yürüyerek Angora Pastanesi’ne gelirler, dışarıdan dikkatle bakılmadan görülmeyecekleri bir yere otururlar. Garson geldiğinde de iki profiterol söylerler.



İsrafil’in onları takip etmesi umurlarında bile olmamıştır, ondan uzaklaşmalarının sebebi ağızlarının tatlarının bozulmamasıdır. Konuya Aslı girer:



-   Cem bebeği aldırmaya karar verdim, ne dersin?

-   Sen bilirsin, karar senin… İleride bir daha deneriz…

-   İtiraz etmeyecek misin?

-   Neden edeyim? Anne olan sensin ve sen benden daha çok bu çocuğu istersin. Ama sen aldırmaya karar verdiysen benim sana destek olmam gerekir. Ne zaman ve nerede aldıralım?

-   Bu Cumartesi günü ve senin benim yanımda olmanı istemiyorum, ben seni çocuğu aldırdıktan sonra ararım ve gelip ya beni alırsın ya da o gece orada kalmam gerekiyorsa birlikte orada kalırız..

-   Ama olur mu? Neden beni yanında istemiyorsun?

-   İstemiyorum çünkü sen olursan aldıramam ve çok sıkılırım, her şey zorlaşır, işin içinden çıkılmaz bir hal alır… Ya seni ben ararım ya da hemşireye aratırım, sen geldiğinde her şey bitmiş olur…

-   Ama…

-   İtiraz etme Cem bana yardımcı ol…

-   Peki… Nerede yaptıracaksın?

-   Karar vermedim daha ama yarın arayıp randevu alırım.



Profiterollerini baş başa yerler ama kalkıncaya kadar başkaca tek kelime etmezler, sadece bakışırlar ve zaman zaman birbirlerinin ellerini tutarlar…



Ertesi günü Aslı Cem’in kendisini götürdüğü hastaneyi arar ve doktordan Cumartesi günü için randevu alır. Kürtaj, randevu kaydı hastane kayıtlarına düşer düşmez hastanede hummalı bir faaliyet başlar. Aslı’nın kalmasının planlandığı odaya, ameliyathaneye ve gerekli her yere birden çok gizli kamera ve ses kayıt cihazları yerleştirilir. Sonra da Aslı aranarak bir gün önceden hastaneye gelip bazı tetkikleri yaptırması, muayene olması istenir. Aslı’nın gelişmelerden haberi yoktur ve dediklerine itirazsız uyar. Cuma günü hastaneye gittiğinde, kendisi beklemediği bir ilgi ile karşılanır ve her şey bir hemşirenin refakati ile gerçekleştirilir. Girdiği soyunma odasından idrar tahlili verdiği tuvalete ve o tuvaletin lavabosuna kadar her yerde gizli kamera ve ses kayıt cihazı kaynamaktadır. Doktor muayenehanesinde bile muayene olurken, üç farklı açıdan kameralar Aslı’nın bütün görüntülerini kaydeder. Muayene sonucunda doktor Aslı’ya o müthiş soruyu soruverir:



-   Eşinizin izni var mı?

-   Hayır, onun haberi yok, olmayacak da…

-   Ama yasal olarak onun izni olması gerekir…

-   O zaman ben de başka bir yere ditmek zorunda kalırım…

-   Orada da aynı şeyleri isterler…

-   Sanmıyorum…

-   Peki, o zaman, bir şeyler yapalım…

-   Teşekkür ederim…



Aslı zor olan kısmı atlattığını düşünüyordur ve rahatlamıştır. Ancak en mahrem görüntüleri ile sağlık bilgilerinin tamamı arşivlenmektedir. Fitnetullah Hocabey Örgütü, Aslı’nın bilgilerine ve görüntülerine çok önem veriyordur.



O gece Aslı hastane adını vermeden olan biteni Cem’e anlatır, sabaha kadar uykusuz kalırlar ve yatakta yaşamlarına dair pek çok şeyi konuşup paylaşırlar. Sabah olduğunda Aslı Cem’i öperek evden erken çıkar ve Cem’e:



- Sakın beni takip etme, ben seni çağırtacağım

- Peki, ama bir kez daha düşünsen…

- Hayır, kararım kesin, seni çağıracaklar…

- Bekliyorum, evde olacağım…

- Tamamdır, seni seviyorum…

- Ben de seni seviyorum Aslı…



            Aslı evden çıkar çıkmaz vakit geçirmeden özel hastaneye gider ve girişini yaptırıp odasına çıkar, odasında üzerindeki her şeyi çıkarıp kendisine verilen ameliyat giysilerini giyer. Aslı bütün her şeyin kayda alındığından habersiz, rahattır ancak bir o kadar da düşünceli…



            Kısa süre sonra hemşire ve ameliyata hazırlama ekibi gelir, işlemlerden sonra ameliyathaneye indirirler... Ameliyathaneye inmeden önce Aslı hemşireye, ameliyattan çıkmasına yakın yazdığı telefon numarasını arayıp haber vermesini ve hastanenin adresini vermesini ister. Hemşire “peki” deyip numarayı ve ismi cebine koyar, Aslı’yı ameliyathaneye bırakıp yukarı çıkar ve numara ile ismi hastane müdürüne bildirerek kürtajın başlamasını beklemeye başlar. Kürtaj sorunsuz olur ve Aslı ameliyattan çıkmasına yakın hemşire verilen telefonu arar:



-   Efendim…

-   Ben Fetih Üniversitesi Hastanesi’nden arıyorum, eşinizin operasyonu sorunsuz bitti, oda numarası 233, adresi veriyorum…

-   Gerek yok ben yerini biliyorum, teşekkür ederim…

-   Cem hastaneye gelip doğruca 233 numaralı odaya çıktı ve Aslı’yı beklemeye başladı…

-   Aslı geldiğinde henüz tam olarak ayılmamıştı ve sayıklıyordu…

-   Bebeğim… Bebeğim… Bebeğim…



            Bir saat içinde Aslı kendine gelmeye başladı ve başında Cem’i görünce büyük bir mutlulukla ona sarılmak ister…



-   Elimden tut ve hiç bırakma, bebeğimi verdim mecburen ama sen ve ben birlikte mutlaka çocuğumuz olmalı ve doğurmalıyım…

-   Tamam, Aslı, sıkma canını, geçti; sen ve ben, pek çok çocuğumuz olur umarım…

-   İsrafil’den ayrıldıktan hemen sonra olmalı çocuğumuz annesi ben, babası da sen… Erkek olsun istiyorum adını bile düşündüm; Nazım Deniz…

-   Tamam canım…



            Bütün bu konuşmalar ve görüntüler, kayda alınmaktadır, Cem’den ve Aslı’dan habersiz…



            Örgütün özel ekibi Cem’in görüntüsü, telefon numarası ile kimliği ve görevi konusunda araştırmayı başlatmıştır bile. Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı ve özellikle Emniyet Genel Müdürlüğü’ndeki “copları” vasıtasıyla çok seri yol alınmaktadır. Kısa sürede Cem’in bütün özel bilgileri örgütün elindedir…



            Son olarak alınan bebeğin DNA’sının da dosyaya dâhil edilmesi gerekiyordur. Çocuğun kimden olduğu da çok önemlidir. Örgüt Aslı’nın kocasının Özel Harekât’ta B timi elemanı olduğunu ve diğer bütün özelliklerini, sağlık bilgilerini, çocuğunun olmadığını da öğrenmiştir. Sıra çocuğun kimden olduğunu bulmaya gelmiştir. Hastane müdürü, yanındaki binbaşıdan başlayın der, bir şekilde DNA için doku elde edin binbaşıdan, gerekirse sonra araştırmayı başka alanlara ve kişilere de kaydırırız.             Binbaşıdan örnek almak zor olmaz, çünkü o gece Aslı ile birlikte binbaşı hastanede kalmıştır, ekipler istedikleri örnekleri almış ve DNA’lar çözümleme için Ankara Örgüt istihbarat Merkezi’ne göndermiştir.           



            Aslı ile Cem olan bitenden habersiz kendi dünyalarındadırlar… Sabah hastaneden çıkış işlemleri yapılırken, DNA sonuçları hariç tüm bilgiler örgütün elindedir. DNA sonuçları 6 gün sonra Hastane’ye ulaşır. Çocuğun babası yüzde 99 doğruluk derecesi ile Cem’dir. Örgüt durumdan pek memnun olmuştur ama artık Maliye Bakanlığı Bilgi İşlem Birimi’nde passwordler ve lockwordler konusunda tek yetkili olan Aslı’nın çok mahrem bilgileri ve görüntüleri ellerindedir.



                        İsrafil, Cem’in kimliğini plaka numarasından kısa sürede öğrenmiş ve tanıdığı bütün çevrelerle temasa geçerek Cem’in hayatının çekilmez hale gelmesi için elinden gelen bütün her şeyi yapmaktadır. Cem de son dönemlerde işyerinde derin, anlaşılmaz darbeler alıyor ve buna bir anlam veremiyordur. Sonunda bir gün, Özel Harekât’ta görev yapmakta olduğunu o gün öğrendiği devre arkadaşı onu uyarır.



-   Cem, Orgeneral Çetin GİR’in sağ kolu bir tim elemanının karısıyla birlikte yaşıyormuşsun, senin kuyunu kazıyorlar, kendine ve birlikte olduğun kadına dikkat et, başınıza ummadık şeyler gelebilir.

-   Neler mesela…

-   Her şey Cem, en kötüsü de dâhil…

-   Ne olabilir en kötüsü?

-   Rezil ederler ikinizi, özel anlarınızın kasetleri ortada dolaşmaya başlar…

-   Ya bunlar Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir parçası değil mi? Nasıl bir yapı bu?

-   Cem, devrem. Bilmediğim ve bilmemen de de fayda olan çok garip şeyler dönüyor ortada. Senin Parmaksız Amca bile bilmez neler olup bittiğini…

-   Sen nereden biliyorsun Parmaksız Amca’yı?

-   Cem, sorma. Geçenlerde Aslı’nın senden çocuk aldırdığını da biliyorum. Daha pek çok şeyi de. Kendinize dikkat edin. Seni tanımasam, bilmesem o şerefsizlerin sözlerine kapılıp ben de sana dünyayı dar etmeye çalışırdım ama seni biliyorum…

-   Teşekkürler tertip, uyarın için sağol ama çok ters bir şeyler öğrenirsen beni uyar olur mu?

-   Bir daha uyarma fırsatım olmayabilir, ya da daha doğrusu istesem de uyaramayabilirim. Bilmem anlatabildim mi?

-   Anladım, teşekkürler tertip…



Cem oldukça dolmuştur, hemen her taraftan uyarılar da gelmektedir. Konuyu Aslı’ya da açmalıdır. Ama nasıl?



Ertesi günü Cem komuta katına çıkar, Nevin her zamanki zilliliği ile Cem’e de gülücüklerle yılışmıştır. Kim gelirse gelsin aynı şeyi yapıyordur zaten. Cem, o gün birlik komutanı Korgeneral’in yerinde olmadığını bile bile;



-   Komutana özel bir bilgi iletmek istiyorum bana bir randevu ayarlar mısınız?

-   Bugün mü binbaşım?

-   Evet, hemen lütfen…

-   Ama komutanımız yerinde yok bugün, Genelkurmay’da, SA-300 füzeleri ile ilgili bir görüşmede.

-   Siz ne kadar da çok şey biliyorsunuz Nevin Hanım?



Bu sözler üzerine kıkırdayan Nevin, yerine oturur, otururken de öyle bir eğilir ki neredeyse göğüsleri dışarı fırlayacaktır. Görüntü hoştur ve Cem’in de ilgisini çekmiştir. Nevin ile göz göze geldiklerinde;



-   Komutan yoksa ben sizinle konuşayım, belki de bu kadar bilgi ile daha iyi çare bulursunuz?

-   Çok şakacısınız binbaşım!



Bütün bunlar olurken komutanın sekretaryasında görev yapan bir başçavuşta olan biteni izliyordur.



-   Şaka değil, sizin de bilebileceğiniz bir konu. Hatta sizin tavsiyelerinize de ihtiyacım olabilir…

-   Siz ciddisiniz ama…

-   Evet, ciddiyim…

-   Peki, o zaman, nerede konuşalım?

-   Ben mesaiden çıkarken sizi alırım, birlikte gideriz. Kaçta çıkarsınız, sizinle aynı zamanda…

-   Tamam anlaştık.



Binbaşı dışarı çıktığında Astsubay, Nevin’i komutan odasına çağırır ve kapıyı kapattıktan sonra;



-   Bak bu adam tehlikeli, kurmaylığını falan elinden almak için hazırlık yapılıyor. Sakın ola ki paçayı kaptırma. Hem dikkatli ol, adam tam bir zampara…

-   Bana sökmez zamparalığı, attan inip eşeğe binecek değilim…

-   Bak hafife alıyorsun bu adam çok sıkı diyorum sana. Geçen yıl Gülay’ı bir süre kullandı sonra da sıpıtıp attı, kız hala kendine gelemedi…

-   İyi ya, ben Gülay değilim. Bana bir şey yapamaz…

-   Sen bilirsin ama sonra pişman olacaksın unutma…



Akşamüzeri Cem mesai çıkışı Nevin’i bekliyordur. Aradan 20 dakika geçmesine rağmen Nevin bir türlü görünmez. Ancak kısa bir süre sonra köşeden Nevin görünür. Gündüz ayağında uzun bir etek varken şimdi diz üstü etek vardır ve ayağında da ince fileli çoraplar, üzerinde yine o dekolte siyah buluz ve ayağında da mevsimlik hoş çizmeler. Kırıta kırıta yaklaşır ve kapıyı açıp içeri adım attığında açılan bacakları bütün mahrem yerlerini gözler önüne serer. Oturur ve toparlanmaz bile. Sonra binbaşıya dönüp;



-   Sizin sıkı bir zampara olduğunuzu duymuştum, belki de teklifinizi kabul etmemem gerekirdi ama işte ben…

-   Kim söylediyse abartmış, ben kendi halinde bir insanım. O kadar… Onu söyleyenler kendilerine baksınlar… Hem ben sizin gibi birine ne yapabilirim ki… Zaten son dönemlerde cinsel yaşamımda da pek başarılı değilim…

-   Ha ha ha… Duyalım da inanmayalım. Ya binbaşım, gün olmuyor ki bizim orada sizin adınız geçmesin, gönül maceralarınız anlatılmasın.

-   Onlar roman yazıyorlar, benim hayatım öyküler gibidir, kısa, hoş ve tutkulu…

-   Oooooo, bunlar ne acayip sözler…



Binbaşı yolda giderken birden sere serpe oturan Nevin’in bacaklarına gözlerini diker ve



-   Hiç düşünmemiştim sizin bu kadar muhteşem bacaklarınız olduğunu, düşünseydim zaten…

-   Düşünseydiniz ne?...

-   Düşünseydim, size farklı bir teklifle gelirdim.

-   Diğerlerine de geldiğiniz gibi mi? Ya binbaşım bizim orada kaç hatunla yattınız, biz hesabı tutamadık ta…

-   Haydaaaa siz komutana sekretarya hizmeti mi veriyorsunuz yoksa benim özel yaşamımı mı inceliyorsunuz?

-   Geçen hafta gelen rap…



Nevin birden boş boğazlık yaptığını fark edip susar, acaba binbaşı fark etmiş midir ağzından kaçırmak üzere olduğu kelimeyi… Karabasan çökmüştür sanki üstüne…



-   Ne yazıyordu raporda, zampara olduğum önüme gelen kadını yatağa attığım sonra da kullanıp bir kenara fırlattığım mı? Arabama binen kadınla yatmadan onun peşini bırakmadığım mı? Nevin, bütün bunları okuduysan neden geldin arabama? Bir şey mi ispat etmeye çalışıyorsun yoksa benim de altıma yatmak mı istiyorsun…

-   Terbiyesizleşmeyin binbaşım!



Cem yolun sağına sertçe bir fren yaparak yanaştı ve Nevin’e:



-   İn aşağı, defol git, gözüm görmesin bir daha seni! Yarın arkadaşlarına da anlat arabasına bindim ama bana bir şey yapamadı de!



Ardından da Nevin’i bıraktığı Eskişehir yolu üzerindeki Varan Tesisleri’nin karşısından son sürat ayrılır. Eve vardığında Aslı onu bekliyordur.



-   Hadi hazırlan canım, yemeğe gidelim..

-   Nereye? Evde kalsak, baş başa…

-   Orada da baş başa oluruz…

-   Nereye gidiyoruz?

-   Borç çorbası içmeye Kent Hotel’e…

-   Şu meşhur borç çorbası desene.. Ama bir çorba için oraya gidilir mi?

-   Tadını aldığında bana hak vereceksin. Hem benim de seninle paylaşmak zorunda olduğum şeyler var. Senin yardımına ve desteğine ihtiyacım var…

-   Tamam, o zaman…



Birlikte evden çıktılar, her ikisi de spor giyinmişlerdir. Kent Hotel’in önüne geldiklerinde arabayı kapıda ve üzerinde anahtarı ile bırakıp içeri girerler. Bir üst kata çıkıp kendilerine ayrılan masaya otururlar. Cem Kent Hotel’in çalışanlarını eskilerden tanıdığından gelen, gidenin, selamlayanın haddi hesabı belli değildir. Aslı durumdan rahatsız olmuşçasına…



-   Burada iyi tanınıyorsun, kaç hatunu attın buraya?

-   Hiç hatun Aslı, sadece Yüzbaşılığım döneminde pek çok önemli görüşme ve toplantıyı burada yapmıştık, o kadar…

-   Ehhh inanalım…

-   İyi edersin çünkü söylediklerim doğru…

-   Peki, Cem bakma sen bana, sıradan kadın tepkisi verdim aslında, özür dilerim…

-   Özür dilemene gerek yok canım, keyfine bak.



Az sonra “Borç çorbası” gelmiş ve masaya Bahattin Usta’nın kendi elleriyle hazırladığı çoban salata da getirilmiştir. Çorbalarını içerken Cem konuya girer.



-   Aslı, İsrafil ve Erkut çok önemli bir olayı içindeler, ekipleri de çok kuvvetli ve seninle benim peşimdeler. Bizim peşimizde olmaları önemli değil ama çok önemli bir planlama ile uğraşıyorlar. Kafamda ne ile uğraştıkları netleşmedi ama hiç de basit bir planlama olmadığını hissediyorum. Dostlarımla konuştum, onlar da araştırıyorlar. Geçenlerde benim birliğime özel bir çalışma gelmiş benimle ilgili ve dosyaya Orgeneral Çetin GİR ile samimi olan Tümgeneral nüfuz etmiş, şimdi de dosya ondaymış.

-   Neler oluyor Cem? Bu bir aşk hikâyesinden falan çıktı sanırım, hatta bizim beraberliğimiz arada kayboldu gitti. Ben durumumdan şikâyetçi değilim ama bunlar da can sıkıcı.

-   Evet, ne yazık ki öyle. Bu işi çözebilmemin yolu bunların içine sızamayacağıma göre onlardan birinin sırlarına ulaşmaktan geçiyor. Bizim komutanın sekreteri de bu Tümgeneralle birlikte, bu akşam iş çıkışı onu aldım arabaya ağzını aramak için ama kadın da benim ağzımı aramaya kalkıştı…

-   Ne yapacaksın? Kadınla birlikte mi olacaksın? Bu ne Cem bu neeee!

-   Kızma ve sinirlenme Aslı, biz bu konuda çok basit iki insanız. Bu adamlar çok üst düzeyde ve devletin temellerini sarsacak bir şeyleri tezgâhlıyorlar…

-   Sinirleniyorum Cem, biz birlikte bizi yaşayamıyoruz. Bırak orduyu çekip gidelim bir yerlere…

-   Ben bıraksam da onlar bu aşamada beni de seni de bırakmazlar… Bak sana bir örnek vereyim. Eski bir tanıdığım beni bu konuda uyardı ve bir de kimsenin bilmeyeceği bir sırrı bana verdi.

-   Neymiş o kimsenin bilmediği bilemeyeceği bir sır?

-   Kız kardeşinin bildiğin önemli bir hastalığı falan var mı, ölümcül olabilecek bir hastalığı?

-   Hayır, yok. Yoksa öyle bir şeyi mi var? Neymiş Cem? Kanser mi?

-   Hayır, Aslı, Berna AIDS ve HIV taşıyıcısı. Kendisi taşıyıcı ve kendisine bir şey olmuyormuş ama HIV taşıyıcısıymış, yani birlikte olduğu bütün erkeklere HIV bulaştırıyor… Yani konu bu kadar önemli…

-   Olamaz… İnanamam… Berna hiç söylemedi bana, eminim ki o da bilmiyordur…

-   Sanırım…

-   Peki, Cem, bu işlerden nasıl sıyıracağız?

-   Sabır, inanç, güven ve destek ile… Başka yolu yok… Sen de kendine dikkat et, ben de edeceğim. Bu işi en kısa sürede çözmek zorundayız… Bu arada senin şu Hava Hastanesi’nde mikrobiyolojide çalışan hemşire arkadaşına sana söylediğim bizim komutanın sekreteri Nevin KISKANIR’ın bir rahatsızlığı falan var mıymış bir soruversene?

-   Cinsel hastalık mı? Ne? Yatacak mısın onunla yoksa Cem…

-   Aslı, sana bana inan ve güven diyorum. Lütfen, saçma sapan şeyleri getirme aklına..

-   Peki, yarın kendim uğrar sorarım…

-   Nasıl beğendin mi borç çorbasını?

-   Ya çorba mı içtim, çorba mı beni içti anlayamadım ama değişik ve hoş bir lezzeti var…

-   Öyledir…

-   Gerisini Bahattin Usta’ya bıraktım o bize bir şeyler gönderecek. Bekleyelim bakalım…



Cem’le Aslı o gece birlikte çok güzel yemekler yediler, zaman zaman sinirlenseler de gece tatlı biter. Aslı, Cem’e inanıp güvenmekten başka bir şey yapamayacağını, yapmak istemediğini de anlamıştır. Arabaları kapının önüne getirildiğinde saat 01.00 civarıdır. Cem ile Aslı evlerine doğru yola çıkarlar…



Ertesi günü, Cem işyerine gittiğinde odasında Nevin’in onu beklediğini görür:



-   Günaydın Nevin Hanım, hayırdır paşa sevgilinden sarı zarf mı getirdin bana?

-   Saçmalamayın binbaşım, özür dilemeye geldim, bütün gece uyuyamadım, telefon ettim defalarca ama açan da olmadı…

-   Gerek yok özüre Nevin Hanım, bir daha görüşmeyelim yeter…

-   Binbaşım lütfen yapmayın… Çok zor durumdayım, çok üzgünüm… Hatamı telafi etmek istiyorum bu akşam ne olurrrr…

-   Bekletme o halde, çıkışta arabamda olacağım…

-   Harikasınnnnnn, anlaştıkkk!..



Nevin dışarı çıkar çıkmaz bölüm sekreteri Perihan içeri girer:



-   Binbaşım neydi o öyle yaaa! 

-   Hayırdır deli kız, ne ne?

-   Yaaa dün Nevin’i yol kenarında nasıl da silkeledin öyle!

-   Ne silkelemesi Perihan?

-   Ya, bizim mesai aracı oradan geçiyordu bütün bayan arkadaşlar gördü, sabahtan beri herkes Nevin’le dalga geçiyor. Her kuşun eti yenmez diye…



Cem Nevin’in kendisine neden yalvarıp yılıştığını anlamıştır, demek olanlar onu etkilemiş, bunu değerlendirmeliyim, hem de kesinlikle değerlendirmeliyim diye düşündü. Sonra da Perihan’a;



-   Deli kız, bu hatun bizim Tümgeneral’le değil mi? Başka bir arayışa neden giriyor?

-   Binbaşım siz de bazen çok saf oluyorsunuz, Tümgeneral 60 yaşında Nevin 26, siz de kaçtı yüzbaşım 37. Anlamadınız mı hala…

-   Anladım diyelim de benden başka bir sürü ağzı açıp budala var ortada neden onlar değil?

-   Onları istediğinde ellerinde oynatırlar ama sizi. Dün bir de karıyı silkeleyince… Owwww, otobüsteki bütün hatunlar ki bazıları seni hiç sevmez ama ne dediler biliyor musun? “Helal olsun Cem Binbaşı’ya karıyı piç etti !”

-   Desene namımız yürüdü?

-   Aynen öyle binbaşım, vallaha yakında herkes sana asılmaya başlarsa şaşırma, ben hariç… Herkes bir yana sen bir yana deli kız keşke sen asılsaydın diyecektim ama…

-   Aması ne binbaşım?

-   Biriyle beraberim, sır, çaktırma…

-   Buradan mı binbaşım?

-   Hayır, Maliye Bakanlığı’ndan…

-   Üfff yaaa sanki burasını bitirdin de şimdi elini Maliye Bakanlığı’na attın, bizi pas geçtin demek…

-   Kız, bir duyan olsa seninle benim bir haltlar yediğimizi düşünecekler…

-   Kim ne düşünürse düşünsün, binbaşım seninle adımın çıkması bile benim için şereftir. Ama sen bana kalp ameliyatımda kanlarını verdin, sevgilim yanıma gelmedi sen vardın. Hemşireler ortadan kayboldu altımı bile sen temizledin..

-   Ya deli kız anlatma şunları, bin defa olsa ki inşAllah olmaz senin için aynı şeyleri yaparım. Sen benim için çok önemlisin…

-   Ya binbaşım bu Nevin var ya, ben onun ağzını arattırayım. Seni yatağa atmaya kalkar, yatakta kendini seninle bastırtmaya kalkar… Bu şıllıktan her şey beklenir…

-   Deli kız vallahi sen beni benden çok düşünüyorsun, bu gece yine birlikte çıkacağız zamanın az yani..

-   Sen merak etme binbaşım, öğleye kadar çözerim ben vaziyeti...



Perihan 32 yaşındadır, uzun boylu, gösterişli, elinden dikiş, nakış, makyaj her şey gelen donanımlı bir kızdır. Erkek gibi tavrı vardır. Pek çok erkeğe de erkekliği öğretecek kadar delikanlıdır. Açık kalp ameliyatı olana kadar utangaç ve mahcup bir kız olan Perihan ameliyat sonrası tamamen değişmiştir. Arada sırada Cem’e “Verdiğin kanlardan beni de azdırdın. Bazen karılara bile sulanmaya başladım, günahlarımın sebebi sensin” diye takılmaktadır. Binbaşı Cem ise, Perihan’ı onun için canını verecek kadar sevmektedir. Tam anlamıyla bir dişi olan Perihan ile aralarında yaşananlar pek çok âşık arasında bile kolay kolay yaşanamayacak anlardır…



Öğle tatilinde Perihan binbaşının odasına girer ve:



-   Dediğim gibi binbaşım, bugün o senin arabana binecek arkasından da Bekir Üstçavuş sizleri takip edecek. Yanlışlamaya bir yere girer ve onunla halvet olursanız sizi bastırtacak, ona göre, yani karıyla sana tuzak kurdular…

-   Teşekkürler benim asil sevgilim, deli kız…

-   Offf beeee, binbaşım. Ağzından bal damlıyor… He heeee, sevgilim dedi bana..

-   Ya ne diyeyim sana deli kız, senin bu yaptığını bana kim yapar ki…

-   Sevgilin yapar tabii, heyyyt ulen binbaşının sevgilisi geliyor…



Perihan geldiği gibi odadan adeta uçup gitmiştir. Birden Cem Perihan ile kendisini düşünür, çok hoş bir düşüncedir ama başka bir şey vardı aralarında Perihan’la sevgili olmalarını engelleyen, hem de çok güçlü bir şey… “Deli kız” der, “Keşke aramızda böyle bilinmez bir engel olmasaydı…”



Binbaşı hemen bir sivil arkadaşını arar, Şimşir Otel’in sahibidir. Ankara yakınlarında minik ama çok hoş döşenmiş bir oteldir. O otele genelde gençler balayı için gelirler ve küçük de olsa yemyeşil bahçesinde, evliliklerinin ilk günlerini huzur içinde geçirirlerdi.



-   Kenan nasılsın?

-   İyiyim kumandan, sen nasılsın? Epeydir yoksun ortalarda, yoksa başını dinleyecek birini mi buldun..

-   Oğlum senden de bir şey saklanmıyor…

-   He he heeee, emret abi…

-   Emir değil, sadece bir istek ve senden başka kimseyle paylaşamam. Benim işyerime acilen gelebilir misin?

-   Emrin olur, 45 dakika sonra oradayım…

-   Deliiii, hız yapma, çabuk gel ama hız yapmadan gel…

-   45 dakikaaaaa



Kenan, binbaşı ile nizamiyede buluşur ve sessiz bir köşeye çekilirler.



-   Kemal başım dertte..

-   Ne yapabilirim abi..

-   Beni bir tezgâhla basmak isteyecekler, karı da bu kumpanyanın içinde, basılmamızı sağlayacak da bir astsubay, bu karıyı da benim ele geçirmem gerekiyor, ne yapacağız, senin aklına ihtiyacım var…

-   Abi sen karıyı al getir, ama gelmeden önce bir de şu astsubayın fotoğrafını bul ve resepsiyona bırak gerisini ben hallederim. Sen sadece içeri birkaç çıplak adam girdiğinde odanın arka tarafındaki balkon kapısından çık ben seni oradan alırım.

-   Eyvallah, temiz iş olsun Kenan…

-   Merak etme abi…



Mesai bitimi, komutanlıkta çalışan hemen bütün hatunların bakışları arasında Nevin yine bütün zilliliği ile binbaşının arabasına binmiştir.



Binbaşı söze girer;



-   Bu günün bana ait, kendini bana bırak ve sen de bana kendini affettir,

-   Nasıl affettireceğim…

-   Sen bilirsin nasıl affettireceğini Nevin…



Nevin nizamiyeden çıkar çıkmaz bütün yosmalığını takınmış bir elini binbaşının sağ ayağına atmış tırnakları ile azdırmaya çalışmaktadır.



Binbaşı:



-   Nevin elini korkak alıştırma, yapmam gereğini yap deyince, Nevin binbaşının bacağını ve daha üst taraflarını okşamaya başlar…

-   Ooooo, müthişsin sen. Desene bu gece uzun sürecek…

-   Evetttttt, hem de çok uzun… Gecenin sonunda kendini müthiş hissedeceksin…

-   Yakında bir otel var, oraya gidiyoruz. Bu iş arabada falan olamaz, şehir trafiği de çok yoğun, eve kadar sabredemem…

-   Azgın herif seniiii… Ne kadar zamandır ben de bu anı düşlüyordum. Her beraberliğinle ilgili ayrıntıları duyunca deliriyordum…

-   Demeee…

-   Evetttt…

-   Bak ama ben fantezileri severim, itiraz etmezsin umarım…

-   Ben de bayılırım…



Otele geldiklerinde binbaşı arkadan kendilerini uzak mesafe takip eden araçları fark eder, oralı bile olmaz. Arabadan iner inmez Nevin’in poposuna elini koyarak yürümeye başlar… Resepsiyon’da kayıt yapar ve fotoğrafı resepsiyon görevlisine bırakıp yukarı çıkarlar.



Binbaşı kapıdan içeri girer girmez deliler gibi Nevin’in üzerindeki giysilere saldırır ve parçalamaya başlar… Nevin itiraz edecek gibi olsa da onun da hoşuna gittiğinden binbaşıyı aklınca daha da kamçılamak için rol yapmaya başlar…



-   Vahşi erkek, seni nasıl içime alacağım ben?

-   Binbaşı hiç konuşmamaktadır, elbiselerinin ve iç çamaşırlarının neredeyse tamamı paramparçadır ve yerlere savrulmuştur. Birden Nevin’i yatağa doğru fırlatır ve kendisi soyunmadan dudaklarını hoyratça öpmeye, ellerini vücudunda gezdirmeye başlar…

-   Çok hoyrat olma, yarın oram buram morarmış olarak mesaiye gidemem…



Binbaşı saldırganlığını arttırmaktadır, sonra:



-Dur öyleyse ben de görünmeyen yerlerini morartayım ama seni de dellendirmem lazım. Ellerini bağlayacağım bir de gözlerini ona göre…

-   Nerelerimi morartacaksın?

-   Bekle…

-   Erkeğim ol, vahşi erkeğim, sert sevişmeyeli çok oldu…

-   Bekle, sabret…



Binbaşı Nevin’i sütyeni ve askıları ile elerinden bağladıktan sonra, külotu ile de gözlerini bağlar ve çoraplarını da gözlerinin bulunduğu çukurlara yerleştirir. Elleri ile yavaş ama hoyratça Nevin’i okşarken kapı sessizce açılır ve üç tane iri yarı, çırılçıplak amele tipli adamlar girer. Ellerindeki elbiselerini de odanın değişik taraflarına fırlatıverirler..



Binbaşı Nevin’e:



-   Bak şimdi seni farklı farklı okşayacağım, sakın gözlerini açma sonra da sen benden ne isteyeceksen onu isteyeceksin, sabaha kadar bütün fantezilerin fantezilikten gerçeğe dönüşecek.. Ama benim de soyunmam lazım..

-   Evettt…



Binbaşı üç erkeğe hadi sıra sizde der gibi işaret edip arka tarafa yönelir…



İçeriden gelen sesler şimdiden artmaya başlamıştır, Nevin bütün aşüfteliği ile güya binbaşıyı azdırmaya çalışıyordur. Binbaşı arka kapıdan çıktığında içeriden gelen sesler feryat ile karışmaya başlamıştır ama sanırım adamlar yalvarmalara aldırmıyorlardır. Arka kapı çıkışında bir merdiven dayalıdır, binbaşı ikinci kattan merdivenle inip merdiveni bir hamle de çekip alır ve bahçe tarafına doğru yıkılması için bırakır.



Astsubay Bekir de onlardan sonra otel resepsiyonuna gelmiş ve bir oda ayırtmıştır, resepsiyon görevlisine de “Birilerini bekliyorum, sonra yukarı çıkarım” deyip lobide oturmaya başlamıştır. Resepsiyon görevlisi binbaşının doldurduğu fişi paramparça edip çamaşır deliğinin bulunduğu oluktan aşağı atmış, binbaşının tuttuğu oda numarasını da üstçavuşun doldurduğu formun üzerine yazmıştır. Bir süre sonra Üstçavuş Bekir’in misafirleri lobiye gelmeye başladığında Polis İstihbarat Emeklisi Kenan’ın getirttiği ahlak zabıtası da lobinin ter tarafındaki girintide oturmaktadır. Üstçavuş’un işaretiyle, yanında getirttiği sahte polisler lobiden fırlayıp yukarı çıkmaya başlarlar. Ardlarından da Kenan’ın arkadaşları olan Ahlak Zabıtaları yukarı doğru koşmaya başlarlar. Binbaşı ise olan biteni uzaktan arabasının içinden izlemeye çalışıyordur. Önce içeri üstçavuşun adamları dalar ki Nevin’i iki kişinin arasında çırılçıplak çırpınır vaziyette bulurlar, üçüncüsü ise başlarında sırasını beklemektedir. Sahte polisler bağırıp çağırmaya başladığında Üstçavuş oyuna getirildiğini fark etmiştir ki o anda içeri silahları ile gerçek ahlak zabıtası girmiştir. Nevin, üzerine oteldeki görevli bayanların giydiği giysiler giydirilerek ekip arabasına alınmış, diğerlerinin giyinmeleri beklenirken sahte polislerin elindeki silahlar ile kelepçeler müsadere edilmeye başlanmıştır. Adamlar işin ciddiyetinin farkında değillerdir. Üstçavuşa bas bas bağırıyorlardır..



-   Hani ulan bir şey olmayacaktı, bu sadece bir film çekimi provasıydı?



Nevin’le halvet olan üç amele ise üstçavuşa saldırıyor,



-   Ver ulan paramızı, işimiz yarım kaldı. Paramızı isteriz, adam başı 200 dolarımızı versen ulan pezevenk…



Nevin artık tescilli fahişe, Üstçavuş ise pezevenk muamelesi görüyordur. Nevin arabada olan biteni düşünüyor ama geridekilerin neler yaşadığını bilmediğinden merakla bekliyor ama çok da korkuyordur. Adamların kendisine tecavüz etmesine mi yanmalıdır, verilen görevi yerine getiremediğine mi, polisin eline düştüğüne mi?



Az sonra Üstçavuş’un da elleri kelepçeli olarak Nevin’in yanına getirilip bırakılır ve polisler güya diğerleri ile ilgilenmek için aracın kapılarını kilitleyip giderler.



-   Ne oldu Bekir? Neler oldu?

-   Nevin mahvolduk, biz binbaşıyı tuzağa düşürmeye çalışırken o bizi düşürdü. Şimdi ben pezevenk sen de benim pazarladığım orospu muamelesi göreceğiz.

-   Allah kahretsin, neden gevşek davrandım?

-   Ne yaparsan yap bu binbaşı bizi tuzağa düşürecekti. Şimdi ne yapacağız esas onu düşün. Suçüstü muamelesi yaptıkları için Askeri İnzibatı şimdi çağırdılar. Mahvolduk, bu iş öğrenilirse bittik…

-   Binbaşıyı bulursak bu iş belki biter, ne yapıp edelim onu bulalım…



Aracın içinde bunları konuşurlarken binbaşını aracının önlerinden geçip otelin önünde durduğunu görürler. Binbaşı hiçbir şey olmamış gibi içeri girer onlar ise akıllarından geçen bin bir senaryo ile baş başa kalırlar…



Az sonra onları araca götüren polislerden biri gelip Nevin’i arabadan alır ve otele doğru sürüklercesine götürür. Otelden içeri girdiklerinde lobide binbaşı ve polisler birlikte oturmaktadırlar. Binbaşı söze girer:



-   Nevin içinde bulunduğun durum çok kötü, buradaki olaylar adalete yansırsa sen vesikalanırsın, Bekir de tescilli pezevenklikten içeri girer, her ikiniz de iffetsizlikten memuriyetten de atılırsınız. Baskın anının fotoğrafları medyaya dağıtılır ve ailece bitersiniz. Şimdi sana 15 dakika düşünme payı veriyorum, git arabada düşün. Ya bana gerçekleri anlat ya da tescilli orospu olarak bu yaşama dön…



Nevin’ getiren polis onu alıp arabaya götürür ve bu kez Bekir Astsubay’ı alıp huzura getirir. Binbaşı;



-   Evet, Bekir Astsubayım, artık aslında da olduğu gibi tescilli bir pezevenksin,  Korgeneralin sekreterini pazarlayan bir pezevenk. Şahitler burada, üç gariban amele, adamlar “Bir kez oldu, doymadık,  biz paramızı isteriz” diyorlar. Şimdi açıkça anlatacak mısın yoksa Askeri İnzibatı çağıralım mı? Bugün de aksi gibi sizin ekibi hiç sevmeyenler nöbetçi… Yandın yani… Git düşün… Sana 15 dakika süre...

-   Binbaşım süreye gerek yok, baş başa konuşalım mı? Ne olur binbaşım…

-   Peki, ama biz konurken konuştuklarını bir video banda kaydedeceğiz, size güven olmaz…

-   Ama binbaşım…

-   Götürün o zaman bu pezevengi, getirin tescilli orospuyu…

-   Dur binbaşım tamam, tamam ne isterseniz yapacağım. Zihinsel engelli bir çocuğum var, ne olur yapmayın…

-   Tamamdır, geçelim o zaman içeri… Kenan Abi ekibe bir ziyafet çek, kuş sütü eksik olmasın işimiz biraz uzun.

-   Tamamdır binbaşım, arkadaşlar seni severler bilirsin ziyafete ihtiyaç yok ama aperatif bir şeyler hazırlattım ben onlara sen keyfine bak, otel senin…



Odaya geçtiklerinde Bekir’in ellerindeki kelepçeyi polis çıkartır ve dışarı çıkar. Binbaşı Bekir’i oturttuğu sandalyenin tam karşısına koydurttuğu videonun kayıt düğmesine basar ve soruları sormaya başlar.



-   Bekir sana bu tezgâhı kurman için kim emir verdi?

-   Binbaşım söyleyemem beni yaşatmazlar..

-   Sen bilirsin Bekir, bu odadan ya görevinin başına döner ve bu gün olanlar sadece bende kalır ya da buradan tescilli bir pezevenk olarak çıkar, her şeyin yerle bir olur ve sokaklara düşersin…

-   Binbaşım ne olur, acıyın bana…

-   Lan siz bana acıdınız mı? Neden beni tezgâha getirecektiniz?

-   Binbaşım Özkan Tümgeneralim bu emri verdi bana ve Nevin’e…

-   Ulan pezevenk, Nevin Tümgeneral’in kapatması değil mi, nasıl iş bu? Boynuzlu mu bu Özkan?

-   Hayır, binbaşım iş bildiğiniz gibi değil, Nevin’i herkes kullanır. Tümgeneral Özkan GENÇ’te canı çektiğinde…

-   Demek büyük bir tezgâh var ortada.

-   Evet binbaşım..

-   Peki, başka bayan personel var mı bu tür çalışan ve ekibin içinde?

-   Var binbaşım, 13 bayan daha var. İstersen hepsinin isimlerini teker teker sayayım…

-   Sayacaksın tabii ki, bu ifadeni kâğıda da dökeceğiz ve altını da imzalayacaksın. Ama sana söz, ağzınızı açmaz ve rolünüzü oynarsanız size hiçbir zarar gelmeyecek. Erkek sözü…

-   Binbaşım siz bana söz verdikten sonra gerisi önemli değil, sizi herkes “sözünün eri” olarak tanır… Her şeyi anlatacağım ve her şeyin altına imza da koyacağım…

-   Tamam, Bekir anlat baştan itibaren…

-   Binbaşım, bir yapılanma var. Genelkurmay Başkanlığı savaşı. Bizi o savaşın içine çektiler. Nevin’i şantaj görüntüleri ile beni de zekâ özürlü çocuğumun tedavisini üstlenerek…

-   Genelkurmay Başkanlığı Savaşı mı?

-   Evet,

-   Orgeneral Çetin GİR’i Genelkurmay Başkanı yapmak istiyorlar…

-   Sen nereden öğrendin bunu?

-   Nevin’i yine bir Korgenerale götürdüğümde general ağzından kaçırmış, bizden havacı bir korgeneral…

-   Bak söylediklerinden emin misin? Durum çok karmaşık ve zor hale geldi. İyi düşün.

-   Evet, apaçık ortada, Genelkurmay Başkanlığı’na Çetin GİR’i getirecekler…

-   Tamam, Bekir başka sorum yok… Sen bana bunları anlatmadın, bugün yaşanmadı, bugünü unut kısaca ve görevine devam et ama haftada bir seninle burada buluşacağız. Nevinle de bir başka yerde…

-  

-   Tamam, Bekir şimdi dışarı çık, sana bir oda verecekler. Gir dinlen, yemek ye, sonra da sizi bıraktırayım. Sakın salaklık yapma! Bu arada çocuğunun tedavisini GATA’da yaptıracaksın, yarın sabah yanıma gel seni birine göndereceğim. Kimseye muhtaç olmayacaksın tamam mı?

-   Binbaşım sağ olun, sağ olun, emrinizdeyim, köpeğinizim, ne isterseniz yapacağım..

-   Tamam, Bekir şimdi çık arkadaşlar kapının önünde, onlar seninle ilgilenecek…



Bekir Astsubay dışarı çıktığında mutludur şimdilik kurtulduğu için ama huzursuzdur aynı zamanda bu işi nasıl sürdüreceğini bilemediği için…



Az sonra arabadan Nevin’i getirirler, Nevin dağılmıştır. Binbaşının bulunduğu odaya sokup video kaydedicinin karşısına oturturlar. Ellerindeki kelepçeyi çıkartırlar…



-   Anlat orta orospusu… Tümgeneralin odalığı, ekibin fahişesi anlat, kimlerle yattın, neden, kimin emriyle? Az önce Bekir konuştu, ona da şunu söyledim buradan ya buraya gelmeden önceki hayatına dönmek üzere çıkarsın ya da tescilli pezevenklik başta olmak üzere, Korgeneral sekreteri pazarlamak dâhil birçok konudan zanlı olarak… Yani bir hiç olarak… Sen de ya buradan adli tıbba gider genital muayene sonrası vesikalanırsın ya da buraya gelmeden önceki gibi Korgenerallik sekreterliğine…

-   Ne istiyorsun benden sor…

-   Ben bir şey istemiyorum sen anlatacaksın, benim sormama gerek kalmadan. Burada kayda girecek, sonra da deşifre metinleri imzalayacaksın. Her şeyi unutup görevinin başına döneceksin. Haftada bir gün bana gelip o hafta olan biteni ayrıntılarıyla bana rapor edeceksin. Sana daha sonra geleceğin adresi vereceğim.

-   Beni haftada bir düzmeye mi çağırıyorsun, bilgi almaya mı?

-   Bak Nevin, sen düzülmeye bile değmezsin. Adamların elindeki görüntülerin nedeniyle tam anlamıyla bir fahişe olmuşsun, benim fahişelerle işim yok…

-   Sadece ben değilim ki…

-   Sen diğerlerinin de ismini vereceksin ama dikkat et, kimseye iftira atma, yoksa genelevde bile çalıştırmam seni…

-   Bak salak binbaşı, bana istediğini yapabilirsin ama bana bir şey olmaz; ya beni öldür ya da ben senin hayatını bitireyim…

-   Tamam, sen bilirsin…



Binbaşı kapıyı açar üç ameleyi ve sahte polisleri buraya gönderin, bu karıyı paçavraya çeviren serbest kalacak, akdi takdirde hepsi kodesi boylayacak… Otel görevlileri üç amele ile birlikte 5 sahte polisi odaya getirdiğinde binbaşı video kameranın yerini değiştirir ve yatağı görür vaziyete getirir. Sonra da gelenlere dönüp;



-   Bakın bu karı azgın, öyle normal muameleden zevk almaz. Buradan başınız ağrımadan çıkmak istiyorsanız bu karıyı haşat etmek için cinsel ilişkiye gireceksiniz. Her şey serbest, sadece sabaha nefes alıyor olsun yeter… Burada bu karıya acıyan olursa sabah direk kodese gider ona göre…



Binbaşı kapıya yönelir ve dışarı çıkar çıkmaz Nevin’in feryadı duyulur, adamlar saldırmışlardır üstüne, aradan iki dakika bile geçmeden içeriden Nevin canhıraş bir şekilde binbaşıya seslenir…



-   Ne olur al ellerinden! İstediklerini söyleyeceğim…



Binbaşı içeri girdiğinde birkaç erkeği Nevin’in altında, üstünde, önünde ve arkasında görür, kısa sürede her tarafı adeta dağıtılmaya başlanmıştır…



Binbaşı adamların dışarı çıkmasını söyler, kapıdakilere de “Benden talimat alınca hepsini salın” der…



Nevin’i çırılçıplak video kaydedicinin karşısına oturtur ve sormaya başlar:



-   Kimden emir alıyorsun?

-   Tümgeneral Özkan GENÇ’ten.

-   O mu belirliyor kiminle yatacağını.

-   Evet..

-   Başka kimler var aynı şekilde kullanılan?

-   13 kişi var; Aliye F…, Arzu G…, Zehra K…, Zehra C…, Nursel M…, Gülsüm T…, Zahide U…, Ajda Ç…., Emine E…, Sabriye T…, Perizat K…, Zühre C…, Leyla A…

-   Hepsi de fahişelik mi yapıyor?

-   Bize fahişe denmez binbaşım biz tutsağız, köleyiz…

-   Hepinizi birden nasıl düşürdüler?

-  

-   Sana sordum, nasıl düşürdüler?

-  

-   Cevap ver…

-   Ben düşürdüm onları da onlar istedi ben de düşürdüm..

-   Yani 13 kızın yaşamını sen mahvettin?

-   Evet…

-   Peki, ne yapmaya çalıştığınızı biliyor musun?

-   Evet, bu yüzden seni yaşatmayacaklar binbaşım… Gebertecekler seni de sevgilini de aileni de, kökünü kazıyacaklar… Ellerinde her türlü bilgi ve belge var… Sen bittin… Beni bitirdin ama sen de bittin…

-   Sen beni düşünme kendini düşün… Çetin GİR’i nasıl Genelkurmay Başkanı yapacaklar?

-   Bekir salağı mı anlattı bunları sana…

-   Evet, ne oldu?

-   Ben başka bir şey bilmiyorum…

-   Peki, o zaman az önce isimlerini saydıklarını da buraya getirteyim ve seni onlarla baş başa bırakayım…

-   Şantajcısın binbaşım, şantajcı…

-   Sizden öğrendim orospu? Beni tezgâha getirmek isterken kendiniz tezgâha geldiniz…

-   Sana neden güveneyim?

-   İster güven ister güvenme, benimle ilgili dosya o kadar ayrıntılıysa senin beni tanımam gerekmez mi orta malı?

-   Tanıyorum, tanıyorum da ben de bu duruma mert, delikanlı sandığım biri tarafından düşürüldüm, Erkeklerin hiçbir şeyine güvenmem ben…

-   Yanlış seçiminden be sorumlu değilim, sen dua et Korgeneralin sekreteri olarak fahişelik yapıyorsun bir de geneleve düşsen, ya da kaldırımlara halin ne olur? Burada üstüne sekiz kişi atladı şu haline bak, bir de oraya düşsen üç günde cesedini çöplüğe bırakıverirler senin..

-   Benden ne istiyorsun binbaşım net!

-   Bilgileri istiyorum bütün bildiklerini ve her hafta gelip bana rapor vermeni…

-   Tamam, ulan kabul, ben de susacağım sen de susacaksın. Şartlara uymayanın Allah belasını versin. Kabul ulan. Milleti gönder şimdi, benimle baş başa kal, Bekir de burada olsun, birlikte anlatalım her şeyi sana ama sabah işe düzgün gidelim…



Binbaşı dışarı çıkar, Bekir’i getirmelerini söylerken Nevin’i yıkamaları ve dinlendirmeleri için otelde görevli masöz ile kat görevlisi bayanı odaya davet eder. Polislerin de diğerlerinin gözlerini korkutup salmaları için Kenan’dan rica eder. Nevin önce yıkanmamak ve dinlenmemek için direnir gibi olursa da da ertesi günü düşününce direnci kırılır. Binbaşı, Kenan’dan iyi bir Makyöz’ün sabah otelde hazır bulunmasını ister. Sonra da otelden eve telefon edip o gece eve gelemeyeceğini, kendisini merak etmemesini Aslı’ya iletir… 



Odada tekrar buluştuklarında gecenin 23’üdür. Binbaşı sorar, onlar cevaplandırırlar. Her şey kameraya kaydedilir ve kaydedilenler Kenan’ın ekibi tarafından deşifre edilip kâğıtlara dökülür. Sabah saat 06.00 da her şey bitmiştir. İfadelerini aldıktan sonra Nevin ile Bekir’i uyumaları için odalarına gönderen Cem Binbaşı, makyözün Nevin’e çok iyi makyaj yapmasını ve otel görevlilerinin Bekir ve Nevin için mükemmel giysiler alınmasını Kenan’dan rica eder. Sonra da ben geri gelmem, onlar hazırlanınca adamların bizim birliğin nizamiyesine her ikisini de ayrı ayrı zamanlarda bıraksınlar der ve Orhan Abi dediği eski bir görev arkadaşını arar:



-   Abi merhaba ben Cem,

-   Hayırdır koçum, bu saatte

-   Çok önemli, en kısa sürede buluşalım, bir video transfer yeri olsun yalnız.. 

-   Tamam, sen İvedik Caddesi’ndeki lastikçinin önüne gel ben seni oradan alırım.

-   45 dakika sonra anca orada olurum.

-   Tamam, 45 dakika sonra, yani kargalar konsa çıkmadan… Oğlum senin de her işin acele…

-   Abi çok önemli…

-   Tamamdır, bugüne kadar hiç önemsiz bir konu getirmedin ki…



Telefonu kapattıktan sonra Kenan’la vedalaşıp çıkar. Doğruca randevu noktasına gideri. Oraya vardığında Orhan Bey’in arabası henüz ortada yoktur. Biraz dediği yerde bekledikten sonra Orhan’ın arabasının kendisine selektör yaptığını fark eder, peşine takılıp takip eder. Kaymakamlığın bulunduğu caddeye saparlar ve bir kuruyemişçinin önünde park ederler, aşağı indiklerinde Cem’in elinde bir klasör ifade iki tane de VHS bant vardı. Öndeki kuruyemiş sergi bölümünü geçip imalathaneye girerler, işçiler sabah vakti çalışıyorlardır. Alta kata inerler ve çelik bir kapının arkasına geçtiklerinde Cem teknoloji ile iç içe olduğunu fark eder. Kimse onlara dönüp bakmadan işlerine devam eder. Orhan;



-   Söyle bakalım Cem nedir konu?

-   Abi kara Kuvvetleri Komutanı Hasan TÜRKMENOĞLU’nu ortadan kaldırıp onun yerine Genelkurmay Başkanlığı’na Orgeneral Çetin GİR’i getirecekler..

-   Sen ne dediğinin farkında mısın, elinde delil, bilgi, belge var mı? 

-   Hepsi burada birer nüsha benin için çoğalttır, bunlar senin…

-   Nedir bunlar?

-   Ekipten iki kişinin itirafları..

-   Oğlum, kardeşim bu işlere neden bulaşıyorsun sen?

-   Abi ben bulaşmadım onlar bana bulaştılar…

-   Allah’ım Ya Rabbim… Ya sen bela paratoneri misin oğlum? Ya git adam gibi subaylığını yap sana ne yaaaa…

-   Abi neyin ne zaman olacağı belli değil ama siz bunu çözersiniz, bu arada bana bir de Kara Kuvvetleri Komutanı’dan randevu ayarlar mısın, yüz yüze görüşme için…

-   Tamam, ayarlarım da sen makama gitme, biz seni bir yerde buluşturalım orada söyle söyleyeceklerini…

-   Tamam, abi senden haber bekliyorum.. Ama abi böyle bir tezgâh varsa şirkette de ekipleri olmalı…

-   Var tabii ki, bunlar bizim de kulağımıza çalındı ama nasıl olacağını kestiremiyoruz tabii ki…

-   Abi bunların dışında bir bilgi daha var, bu bilgiyi çok özel kişilerle paylaş..

-   Nedir koçum..

-   Abi Orgeneral Çetin GİR, Özel Kuvvetler Komutanlığı‘nın bir B timinden Astsubay İsrafil ALTINBAŞ ile Astsubay Erkut İNCEK’le özel olarak ilgileniyor. Aralarında bir şey var, bir sır ya da sır olması gerekecek bir şey…

-   Dur Cem isimlerini not alayım…

-   Abi bu bana kötü şeyleri düşündürüyor… Bu iki astsubay bomba konusunda değil atış konusunda çok iyiler, tuzaklamalar konusunda da…

-   Tamam, koçum, seni bir şekilde korumaya aldırmamız lazım. Bana şu olayı tamamıyla anlat bakalım da ne yapabiliriz karar verelim…



Cem iki gün içinde gelişen olayları anlatınca Orhan’ın yüzü gerilir. İşin içinde polis istihbaratından emekli Kenan’ın de olduğunu öğrenince biraz rahatlar ama yine de çok tehlikeli bir durum söz konusudur.



- Cem sen görev yerine git, bugün işyerinde su bile içme, tuvalete bile gitme, sık dişini akşama kadar. Ben akşama kadar gerekli tedbirleri alır sana bildiririm. Hatta senin eve gelirim. Muhtemelen de bu gece seni TÜRKMENOĞLU ile de görüştürürüm.

-   Tamamdır abi, sen şunları birer nüsha çoğalt da…

-   Sen merak etme koçum, çoğaltır senin adına 3 farklı şehirdeki noterde muhafazaya aldırırım. Sen dert etme…



Cem dışarı çıkar, o kadar yorgundur ki. Saat 08.30 olmuştur bile, doğruca iş yerine gider. Aslı’yı arar ve ona iş yerinde olduğunu, merak etmemesini söyler. Kısa bir süre daha yerinde kalıp doğruca komuta katına çıkar. Nevin ve Bekir oradadırlar, her ikisinin de durumları çok iyidir. Hatta Nevin o mükemmel makyajla her zamankinden çok daha güzeldir. Selamlaşırlar ve binbaşı aşağıya iner, masasına oturur.



Az sonra Perihan yanındadır.



-   Ne oldu binbaşım, sen dağılmışsın karı taş gibi…

-   Kız güldürme beni.. Bir şey olmadı..

-   Binbaşım, ben seni bu kadar bitkin hiç görmedim, sabaha kadar karı mıncıkladı mı yoksa seni?

-   Yok be Perihan bir iki öpücük ve dokunma o kadar başka bir şey yok..

-   Bak binbaşım aslında karı acayip makyaj yapmış, sanırım sen de onu çok kötü hırpalamışsın.. Ah ulan ah! Bizi böyle hırpalayacak biri çıkmıyor ki…

-   Ya Perihan vallahi bir şey olmadı, yalnız sen konuşulanlara kulak misafiri ol.. Tamam mı?

-   Tamam, binbaşım, benim kuşlar haberleri getirir bize…



Saat 15 civarı Perihan Binbaşı’nın yanındadır.



-   Ya binbaşım kime inanacağımı şaşırdım. 

-   Karı senin onu evire çevire hallettiğini anlatıyor sen bir şey yapmadım diyorsun.. Herkes porno seyreder gibi karıyı dinliyor sen ise mahalle imamı gibi konuşuyorsun…

-     İyi o zaman, işler yoluna demek. Perihan aramızda kalsın, onlar beni rezil edeceğine ben onları rezil ettim. Bu nağmelerin sebebi o…

-   Deme binbaşım… Karıyla yattın mı bari…

-   Ya Perihan yatağa attım da sonra başkaları ile basıldı…

-   Ya binbaşım bilmece gibisin… Karıyı becerdin mi?

-   Hayır…

-   Yuh sana yaaaa… Neden becermeden bıraktın? Haaaa bu arada buranın azgınları şimdiden seninle düzüşebilmek için plan yapmaya başladılar bile… Aralarında kimler yok ki… Aliye, Zehra, Gülsüm, Ajda, Sabriye, Leyla… Daha sayayım mı?

-   Sayma Perihan, hepsini biliyorum. Sen de onlardan uzak dur onları önüne gelen beceriyor, sen bir şey bilmiyormuş gibi davran olur mu?

-   Binbaşım sen şimdi bunları biliyorum dediğine göre hepsini… Yok, daha neler yaaaa, bu nasıl iş yaaaa, bu ne insafsızlık yaaaa… Yanı başımızdasın ama bizden başka herkes senin tadına bakmış sen de herkesin tadına bakmışsın..

-   Perihan bildiğin gibi değil, çok kötü şeyler oldu, çok şey öğrendim. Lütfen sen de üstüme gelme, bak bu hayat meselesi… Namlunun ucundayım, öğrenmem gereken her şeyi öğrendim istemeyerek. Sen de sus lütfen..

-   Deme yaaa… Desene durum çok ciddi…



Cem mesaiden ayrılmadan Orhan, Cem’i telefonla arar:



-   Cem bu akşam Kenan’ın orada iki tek atalım olur mu, TÜRKMEN rakısı getirmişler..

-   Tamam, abi, işten çıkar çıkmaz oradayım…

-   Yolda karşılaşırız belki…

-   Tamam abi...



Cem arabasıyla otel yolunda ilerlerken ileride otele 5-6 dakikalık mesafede Orhan’ın arabasını görür. Yol kenarında duruyordur. Arabasıyla yanına yaklaştığında Orhan;



-   Arabanı burada bırak benim arabaya, arkaya geç, diye işaret eder.



Orhan’ın arabasının camları simsiyahtır, arabasını stop eder, kapıları kilitler ve arka kapıyı açar açmaz karşısında üniformasız olarak TÜRKMENOĞLU generalin oturduğunu görür. İçeri biner; Orgeneral TÜRKMENOĞLU,



-   Evet, binbaşım sizi dinliyorum, şirketten getirilen deşifreleri ve görüntüleri seyrettim. Özel Kuvvetlerdeki astsubaylarla GİR Paşa’nın ilişkisini de öğrendim. Şimdi siz hem teşekkür etmek istiyorum hem de bundan sonra da bana Orhan Bey vasıtasıyla haber ulaştırmanızı istiyorum. Bir de sizin bu konuda ki düşünceleriniz almak istiyorum.

-   Komutanım, muhtemelen çok organize bir hareket içindeler, sivil ve askeri erkândan pek çok kişi bu işin içinde. Çok fütursuzca hareket ediyorlar. Kendilerine de çok güveniyorlar. Allah’tan da güveniyorlar çünkü çok ciddi hatalar yapıyorlar. Bana kalırsa bunlar sizi öldürmek istiyorlar, ya da sizi bir şekilde istifaya zorlamak. İstifaya nasıl zorlarlar bunu ben değil siz bilebilirsiniz ama sizi öldürmeye kalkarlarsa bunu Özel Harekât personeline yaptıracaklar. Ya bir törende, ya bir resepsiyonda ya da bir tatbikatta…

-   Anladım binbaşım, biz de aynı şeyleri düşünüyoruz bu konuda. Orhan Bey senin ve çevren için bütün tedbirleri aldırdı. Kenan Bey’in dün gece uğradığı ve bir süre devam edecek zararları da tazmin edildi az önce. Benden bir isteğin var mı? İstediğin zaman bana Orhan’la ulaş, istediğini söyle yeter… Kendine de dikkat et. Çok badireden geçmişsin, anne tarafından sülalenin geçmişi ve hizmetleri de malumumuz. Sen bizim evladımızsın…  Bu işleri atlattığımız takdirde ki İnşAllah atlatacağız, bizim evde seni ve Aslı kızımızı ağırlamak isterim. Tabii ki Orhan ve eşi ile birlikte değil mi Orhan?

-   Emredersiniz komutanım…

-   Şimdi sen in, Kenan’a uğra. Bir kez daha selamımı söyle ve sonra da evine dön. Aslı kızımızı yalnız bırakma… Orhan da beni buradan götürür…



Cem arabadan iner, yerinden hareket edemez bile. Orhan Abi’nin şahsi arabasında kara Kuvvetleri Komutanı ve arazide yapayalnızdırlar… Orhan’ın arabası hareket eder etmez etraftan pıtırak gibi kamufle olmuş adamlar çıkarlar, toplanma bölgelerinde toplanıp birden ortaya çıkan Skorsky helikopterlere binip kaybolurlar. Cem artık iyice deşifre olduğunu anlar…

Hiç yorum yok: