DİKKAT ÇOK
ÖNEMLİDİR
BU HİKAYE'NİN BÜTÜN HAKLARI HASAN HÜSEYİN
MEMİŞ'E AİT OLUP KENDİSİNDEN YAZILI İZİN ALINMADIKÇA KISMEN YA DA TAMAMEN,
ALINTI YAPILARAK, MAHREÇ GÖSTERİLSE DAHİ YAYINLANAMAZ.
AÇIKLAMA
GİRDAP
YAKLAŞIK 10 YILDIR İSTANBUL FİLM VE DİZİ SEKTÖRÜNDE ÇALIŞAN NEREDEYSE BÜTÜN
KURULUŞLAR TARAFINDAN BİLİNEN BİR SENARYO HİKAYESİDİR. SEKTÖRDE BEĞENMEYEN VE
YAŞAMA GEÇİRMEK İSTEMEYEN HEMEN HEMEN YOK GİBİDİR. ANCAK, "KUKLACI"NIN
TALİMATLARI BUNA ENGELDİR. BURADA BU HİKAYE BÖLÜM BÖLÜM YAYINLACAKTIR. ÇÜNKÜ BEN
BU HİKAYEYİ BURADA YAYINLAYARAK, OKURLARIMIN VASITASI İLE TARİHE NOT DÜŞMEK
İSTİYORUM. NE OLUR NE OLMAZ... SAÇMA SAPAN BİR KALP KRİZİ YA DA SALAKÇA BİR
İNTİHAR SENARYOSUNUN BU ERİŞİME ENGEL OLMASINI İSTEMİYORUM...
SAYGILARIMLA...
ALTINCI BÖLÜM
TESADÜFLER (!)
Aslı 34 yaşında, simsiyah ve gür
saçlı, 170 cm boyunda, 55 kg ağırlığında, beyaz tenli, kalın ve etli dudaklı,
büyük ağız yapılı, ela gözlü, uzun yıllar voleybol oynamanın mirası olan hafif
kaslı yapısı, pek çok Türk kızına inat uzun bacaklı, makyaj yapmayan, makyaja
da ihtiyacı olmayan, dar, derin yırtmaçlı etekler veya strech pantolonlar
giymeyi seven, orta büyüklükteki göğüslerini sergilemekten çekinmeyen, uzun ve
ince parmaklı bir memuredir. Maliye Bakanlığı Bilgi İşlem biriminde çalışmaktadır.
Maliye Bakanı da dâhil bütün bürokratların ve personelin sistem erişim password
ve lockwordleri ona emanet edilmiştir. Evlidir, çocukları olmamaktadır, ilk
tespitlere göre eşinin sperm sayısı hem yetersiz hem de spermleri güçsüzdür.
Tıbbi müdahalelerle ve destekle çocuklarının olması mümkündür ancak eşi bordo
bereli bir astsubaydır ve görevi gereği uzun sürelerle evini, eşini
görememektedir. Görev dönüşlerinde ise günler, eşinin isteği üzerine genelde
yatakta geçmektedir. Eşi İsrafil’in eve gelişi ile mutlu olan Aslı, onun ters
ve sado mazoşist cinsel ilişki istekleri karşısında adeta işkence üstüne
işkence yaşamaktadır.
Eşi ile bir aile yakınının tavsiyesi
üzerine tanışmışlar; evlilikleri kısa sürede gerçekleşmiştir. Evlendikleri
sırada da Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görevli olan eşi İsrafil ile 5 yıllık
evlilikleri süresince en çok 6 ay kadar birlikte olabilmişlerdi. Aslı, geri
kalan sürede hep tek başınadır. Evleri askeri lojmanlardadır, ancak Aslı
lojmanlardaki yaşamdan sıkıldığından babasından kendisine miras kalan Hoşdere
Ahmet Cevdet’teki küçük giriş dairesinde kalmaktadır. Zamanının büyük bölümünü
Atakule kompleksinde ve Botanik Bahçesi’nde geçirmektedir. Eşi’nin görev
dönüşlerinde ise mecburen lojmanlardaki evine dönmekte ve eşi göreve gidinceye
kadar o yaşantıya katlanmaktadır.
Mevsim baharın sonudur ve İsrafil
görevden dönmüştür. Lojmandaki evlerindedirler, İsrafil akşam yemeği sonrası
yine şiddetli cinsel arzularla karısına yaklaşmış ve evlerinin salonunda
sevişmeye başlamışlardır. Aslında Aslı sevişmiyor, sadece eşinin isteklerine
elinden geldiğince ayak uydurmaya çalışıyordur. İsrafil, yine delirmiş gibidir,
ancak yine de kendini zor da olsa denetleyebilmektedir. İsrafil sevişmeye
başladıklarından 15-20 dakika sonra bütün kontrolünü kaybeder ve eşini
kucakladığı gibi yatak odasına götürür, yatağa fırlatır, gardırobun kapağını açar
ve kendine ait bölümden iki kelepçeyi bir anda kapıp eşinin kollarını, bütün
direnmelerine rağmen yataklarının başındaki metal başlığa çapraz biçimde kelepçeleyiverir.
Sonra da onu yüz üstü çevirip ayaklarını banyolarından getirdiği bornoz
kuşakları ile yataklarının ayakucundaki metal ayaklığın köşelerine bağlar. Aslı
başına geleceklerin az çok farkındadır ve eşine:
- Yapma! İstemiyorum!
Hayır! diye yalvarmaktadır.
Ancak İsrafil’in duracağı yoktur. Aslı’nın
üzerinde kalan iç giysileri eline geçirdiği komando bıçağı ile keserek kadını
çırılçıplak bırakır. Aslı yalvarmakta, ağlamakta ve direnmektedir. Ancak ne
derse desin ne yaparsa yapsın İsrafil karısının üzerinden keserek çıkardığı
bazı giysileri Aslı’nın ağzına tıkıştırır ve:
- Orospu
! Yıllardır yalvardım, sen direndin, şimdi zamanı geldi! diyerek karısının üzerine hamle yapar
ve karısının ağlayışlarına aldırmadan, büyük bir zevk ve coşku ile ters
ilişkiye girmeye başlar...
Karısı acı ve tiksinti ile boğuk boğuk
sesler çıkarttıkça İsrafil’in istekleri daha da kamçılanmaktadır. O gece İsrafil
karısı Aslı’ya defalarca tecavüz eder. Tecavüzden sonra da üzerinde sızıp kalır…
Aradan yaklaşık 20 dakika geçmiştir, Aslı
ağlamaktadır. İsrafil eşinin üzerinden kayarak yanına yatar ve orada uzun süre dalıp
gider. Yaklaşık 2 saat sonra İsrafil uyandığında karısı hala ağlamaktadır. İsrafil
karısının ellerindeki kelepçeleri açtığında karısının bileklerine kan
oturduğunu fark eder, eşinin sırtında, ensesine yakın kısmındaki ısırıklarından
kan sızmış ancak pıhtılaşmıştır. Ayaklarındaki bornoz kuşaklarını söktüğünde
ise eşinin ayak bileklerinden aşağısının morarmış olduklarını fark eder. Aslı ağlamaya
devam etmektedir, ayağa kalkmak bir yana doğrulacak hali bile yoktur. İsrafil
eşinin üzerine bir pike fırlatır ve kalkıp sigarasını yakar, yatağın başına
oturur ve..
-
Sana defalarca söyledim, benim istediğim gibi
davranmanı ama beni dinlemedin!
-
...
-
Sus sen, bir tek kelime bile söyleme, sadece kendi
hayallerinle yaşa!
-
…
-
Orospu dedim sana, ama senden orospu falan olmaz,
bırak orospuyu kadın bile değilsin sen!
-
…
-
Konuşşş! Ağlamaaaaa! Cevap verrrr!
-
…
-
Allah belanı versin sürtük! Sadece giyinmeyi,
teşhiri seversin sen zaten, kaltak!
-
…
İsrafil hiddetle karısının suratına
elinin tersi ile vurur ve yataktan fırlayıp kalkar, odayı terk eder. Aslı’nın
ağzında hala sesi duyulmasın diye tıktığı kesilmiş giysiler durmaktadır.
Darbenin şiddeti ile burnu kanamaya başlar, Aslı’nın artık canı yanmamaktadır…
Sadece sürekli ağlamaktadır, artık gözyaşları bile azalmıştır… Aslı bir süre
sonra ağlaya ağlaya uykuya dalar… Saat 05 civarında uyandığında İsrafil’in
yatakta olmadığı fark eder. Yataktan doğrulmaya kalktığında, her tarafının
ağrıdığını hisseder. Yatak kan kokuyordur. Aslı’nın midesi bulanmaya başlamıştır.
Zorlukla kendini banyoya atabilir, yüzünü yıkamaya çalışır, aynadaki halini
gördüğünde kendisinden korkar, ağlamaktan gözleri şişmiş, sol gözüne aldığı
darbeden burnu hafif şişmiş, sol gözü ise kısmen morarmıştır. Burnundan gelip
pıhtılaşan kanları temizlerken ayakta güçlükle duruyordur, her yeri sızlıyordur…
Üzerine bel bağı alınmış bornozunu takar
ve banyoda kirli çamaşır sepetinin üzerine oturmaya kalkar canı o kadar yanar ki,
oturamaz. Yatak odasına gittiğinde yatağa uzanmak ister ama artık o yataktan da
iğrendiğini fark eder. Sonunda yatağın yanındaki halının üzerine yığılır, orada
uzun süre kalır, kalkmak ister kalkamaz. Ama kalkmalıdır, günlerden Salı’dır ve
işe gitmek zorundadır. Hazırlanmalıdır. Kendini toparlamak ister, olmaz… Sonunda
olduğu yere yeniden yığıır. Bir süre daha orada kaldıktan sonra tekrar dener,
salona kadar gidebilir ve üçlü kırmızı koltuğa uzanır, telsiz telefonu alıp iş
yerinden arkadaşı Bahar’ı arar…
-
Bahar…
-
Günaydın Aslı, hayırdır?
-
Ben bugün mesaiye gelemeyeceğim, çok rahatsızım,
sen üstada söylersin, hastaneye gitmeliyim…
-
Sen iyi değilsin Aslı, geleyim mi?
-
Hayır, teşekkürler, gerek yok…
-
Peki, ama bir şeye ihtiyacın olursa beni ara…
-
Tamam canım…
Telefon kapandığında, İsrafil’in evde
olup olmadığını merak eder, doğrulup bakmak istedi ama başaramaz… Üçlü koltukta
külçe gibi yığılıp kalır… Aradan 2 saat geçmiştir, uyanır, kendini zorlayarak
birden kalkar ve doğruca banyoya gider, yıkanmalıdır, temizlenmelidir,
duşakabine girdiğinde istifra etmeye başlar, her şeyden ve hatta kendinden bile
iğrendiğini fark eder. Uzun süre yıkanır, ya da yıkandığını sanır, defalarca
sabunlanır, defalarca yere çöker ama sonra tekrar doğrulur, her çöküp kalktıkça
bacaklarından aşağı pembe bir kanın süzüldüğünü fark eder… Duşakabinden çıktığında
duşa girmeden önce üzerinden kaydırıp yere bıraktığı bornozunun arka tarafında büyük
kan lekeleri görür… Yine midesi bulanır ve bu kez lavaboya istifra etmek ister,
uzun süre öğürmesine rağmen tek damla bile çıkmaz… Misafir havlularına kurulanır,
saçını gelişigüzel tarar ve lojmandaki gardıropta ne bulabildiyse üzerine giyer
ve salona gidip telefonla bir taksi çağırır. Lojmandan çıkar, yürümekte bile
zorluk çekiyordur, en büyük camlı güneş gözlüklerini takmış olmasına rağmen,
kapıdan çıkarken boy aynasında sol gözündeki morluğu tam gizleyemediğini fark eder.
Yürürken yine her yeri sızlıyordur, taksinin arka koltuğuna oturduğunda
haykıracak gibi olur ama dudaklarını ısıra ısıra hafif yan durarak oturmayı
başarır.
-
Ahmet Cevdet’e gidelim Hoşdere…
-
Peki hanımefendi… Hangi güzergâhtan gidelim…
-
İstediğin yerden ama lütfen bir an evvel gidelim…
Takside çalmakta olan kenar mahalle
üretimi dejenere Ankara Havası bozması müzikten bir anda bunalır ve:
-
Lütfen şu rezilliği kapatın! diye şoföre çıkışır…
Evine yaklaşık 45 dakikada
varabilmiştir. İçeri girdiğinde doğruca banyoya gider ve üzerindeki her şeyi
fırlatıp attıktan sonra jakuziye girer, saatlerce jakuzi içinde kalır, vücut
fırçası ile vücudunu saatlerce fırçalar. Kendini kirlenmiş hissediyordur… Temizlenmek
için ne yaparsa yapsın, kendini bir türlü temizleyemiyordur. Fırçayı o kadar
sert kullanıyordur ki vücudunun pek çok yerinde kırmızı, pembe fırça izleri
kalıyordur…
Sonunda kendini jakuziden dışarı
atabilir. Saat’in 12’ye yaklaştığını fark eder. Telefonların fişlerini
koparırcasına çeker ve kendisini yatağına bırakır. Uyumak ve uyanmamak
istiyordur…
Ertesi gün, yüzündeki izler
hafiflemiştir ama tam kapanmamıştır. Belki de yaşamında ilk kez bu kadar koyu
bir makyaj yapmak zorunda kalmıştır… İşyerine vardığında Bahar heyecanla…
-
Öldürdün bizi meraktan defalarca aradım seni
telefonla neredeydin?
-
Evdeydim…
-
Ne oldu? Neler oldu? Neyin var? Neden güneş
gözlüğünü çıkarmıyorsun?
-
Yok, bir şey, boşver…
-
Ne demek? Ne demek boş ver!?
-
Sonra konuşalım. Üstad bir şey söyledi mi?
-
Hayır, geçmiş olsun dedi o kadar… Ama ben bugünü
bitiremem, mutlaka konuşalım olur mu?
-
Tamam, Bahar, konuşalım. Şimdi sen de işinin başına
dön…
Aslı o gün işyerinde yine sızılar
içinde çalışır, doğru dürüst oturamıyordur bile. Bütün gün boyunca, olanları
hatırladıkça midesi bulanır. Ve o gün, o olaydan sonra İsrafil’in kendisini hiç
aramadığını düşünür… Birden gülümsediğini fark ederi ve “boşverrr” deyiverir…
Bu tavrına kendisi bile hayret etmiştir… Sonra, Allah bilir şimdi hangi pahalı
restoranda kadın kız kesiyordur, kiminle Küba Purosu zıkkımlanıyordur diye
geçirir aklından.
İsrafil’in pahalı zevkleri vardır,
maaşı da bellidir, harcırahları da, her şeyi sınırlıdır. Hepsini üst üste
koysalar İsrafil’in tek başına yaptığı harcamalara bile bu paranın yetmesi imkânsızdır.
İlk kez bunlar gelmiştir aklına, hayret eder kendi kendine. Sonra İsrafil’den
bu güne kadar beş kuruş para almadığını düşünür… Birden çöker kalır… “Ben bunları bu
güne kadar neden hiç düşünmedim?”
der kendi kendine. Babasının kendisine bıraktığı menkuller, gayrimenkuller
sayesinde çok rahat bir hayat sürüyordur, sürüyorlardır. Bugüne kadar hiç hesap
kitap yapmak zorunda da kalmamıştır ama bu gün aklına gelenler, sıradan şeyler
değildir? Eşinin Özel Harekât’ta “B Timi”nde görev yaptığını biliyordur ve
başka bir şeyi de bilmek istemiyordur.
Üvey kardeşi İsrafil’le aynı timde
olan Erkut’la evlidir. Erkut ailesine daha düşkündür, ama üvey kardeşinin de
gözü hep dışarıdadır. Pek çok kereler onu kötü maceraların kapısından çevirmiştir…
Berna, oldukça sapkındır; çok uç fantezileri vardır ve tutkuludur; daha doğrusu
nemafonik bir durumu söz konusudur. Kendisine ilgi gösteren hemen tüm erkeklere
“mavi boncuk” dağıtırcasına davranıyordur, doymuyordur, doyurulamıyordur. Erkut
çoğu zaman sessiz kalmayı tercih ediyor ama zaman zaman da çok sert
müdahalelerde bulunuyordur. İsrafil zaman zaman Aslı’ya “Aslında biz
ters evlenmişiz, Berna ile ben, senle de Erkut evlenmeliymişiz” demitir… Aslı birden, ‘Bunun ne demek
olduğunu ben bu güne kadar neden düşünmedim?’ diye geçirir içinden… Berna, tam anlamıyla İsrafil’in
diline doladığı kadınlardandır, kumraldır ancak saçlarını sarıya boyatır,
çirkindir ama çok bakımlıdır, bir giydiğini bir daha giymez, vücudu ise
akıllara durgunluk verecek kadar güzeldir, hafif kaslı ve şekillidir, Erkut
görevdeyken de gece hayatını serserice yaşar ve çoğunlukla evine sarhoş olarak
döner. Genelde eve tek başına dönmediğinden de lojmanlarda hakkında çeşitli
dedikodular çıkmış, bunun üzerine de lojmandaki evlerinden başka Çayyolu’nda
bir de kiralık bir ev edinmişlerdir. Berna, oturup kalkmasını da bilir ama
nedense hep bilmezden geliri, tam anlamıyla teşhirden hoşlanır. Hem de teşhirin
en bayağısından…
O gün nedense işyerinden hep bunları
düşünür, öğle yemeğine inmez. Odasında kalır, Bahar’ı da “Hafta sonu uzun
uzun konuşalım” diye
atlatır. Saat 17 olduğunda, masasının üzerini kontrol eder ve işyerinden çıkar.
O gün üzerinde kırmızı bir triko, altında siyah ve dökümlü bir pantolon,
ayaklarında siyah süet çizme, üzerinde ise deri siyah bir mont vardır.
Kulaklarına da tek kırmızı tüy küpeler takmıştır. Gözlerinde güneş gözlükleri
ile Maliye Bakanlığı’ndan çıkar, bir an evvel eve gitmek istiyordur. Maliye
Bakanlığı önünden Hoşdere dolmuşlarına biner ve Çankaya Lisesi’nin önünde inene
kadar dalgın dalgın yolculuk yapar. Dolmuştan inince birden canı profiterol
ister ve kendini bir an evvel Turan Güneş Bulvarı’ndaki Angora Pastanesi’ne
atmak ister. Kararsızlık içinde caddenin kenarında dururken birden Çankaya
Lisesi’nin köşesindeki taksi durağına geçmek için hareketlenmesi ile kendini
acılar içinde yerde bulur. Kırmızı Honda Accord çarpmıştır, fren yapmasına ve
hızı düşük olmasına rağmen araç duramamıştır. Birden trafik durur ve yerde acı
içinde kıvranırken karşısında lacivert üniforması içinde bir havacı binbaşıyı
bulur. Koyu kumral, 175 boylarında, çakır gözlü, beyaz tenli…
O anda neler olduğunu unutur Aslı,
sanki birden her şey değişir, her şey farklı hale gelir ve Aslı kendini büyük
bir huzur ve mutluluk içinde yüzüyormuş gibi hisseder. Karşısındaki binbaşı:
-
Hanımefendi, geçmiş olsun, iyi misiniz? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Kımıldamayın lütfen ambulans gelinceye kadar kımıldamayın, belki kırık vardır… gibi sözler söyledikçe sanki bu
seslere yıllardır aşinaymış gibi gelir.
Aslı yaşananlara anlam veremiyordur,
bu ses sanki onlarca yıllık özlenmiş dost sesi gibidir… Sesinin tonu,
kullanılan kelimeler, kelimelerin telaffuzu, her şey ama her şey Aslı’yı bütün
karanlılardan ve kötülüklerden uzaklaştırmış gibidir… Aslı kendini toparlar ve:
- Bir şeyim yok, sadece
çarpma etkisiyle yere yığıldım,
der ama her yerinin sızladığını da fark eder.
Binbaşı:
-
O zaman kalkmayı deneyin ama acı hissederseniz
lütfen zorlamayın der ve Aslı’nın
koltuk altlarından nazikçe kavrar ve kendine çekerek ayağa kaldırır.
Aslı, o an çok şeyler yaşadığını fark
eder, binbaşı kendini yerden kaldırdığında binbaşının o güne kadar hiçbir yerde
kokusunu duymadığı, markasını bilmediği bir tıraş losyonu ya da parfüm
kullandığını fark eder. Pudramsı ama aynı zamanda esrarlı bir kokudur, sanki
arada defne kokusu ya da sedir ağacı kokusu da vardır, koku sanki Ortadoğu’nun
kutsal mekânlarını çağrıştırıyordur. Aslı bunları düşünürken kollarının
binbaşının vücudunu sararcasına kavradığını fark eder.
-
İyiyim, bir şeyim yok, sadece düşmenin etkisi ile
biraz canım yandı o kadar…
-
Geçmiş olsun… Her ihtimale karşı şu aşağıdaki
hastaneye gidip bir röntgen çektirelim, bir süre de dinlenin…
-
Hayır, gerek yok..
-
Ama gözünüz morarmış…
-
Ne!?
Aslı birden gözlüğünün yere düşmüş
olduğunu ve evvelki gecenin morluğunun ortaya çıktığını fark eder, ama hiç
bozuntuya vermez…
-
Öyle mi, tenim hassastır, aslında gözüme herhangi
bir şey çarpmadı…
O sırada toplanan kalabalık
dağılırken, trafik polisi ekibinin olay yerine yaklaştığını ve durduğunu fark ederler.
Polis,
- Geçmiş olsun, bu araba
mı çarptı size?
-
Hayır, o çarpmadı ben dalgınlıkla önüne çıktım.
-
Olsun, ne olursa olsun o da suçlu.
-
Hayır dedim memur bey, suçlu benim ve şikâyetçi de değilim…
Sonunda Aslı, binbaşının arabasına
binerek Hoşdere üzerindeki hastaneye gitmeyi kabul eder. Binbaşı, ellerinden
tutarak Aslı’yı arabaya bindirir kapıyı kapattıktan sonra, kendisi de diğer
taraftan arabaya biner. Arabanın içi de o parfümden kokuyordur, CD çalarda ise
Enigma çalmaktadır… Enigma ve o koku, onu bu dünyadan alıp bilinmeyen bir
yerlere savuruveriyordur sanki… Heyecanlandığını ve ürperdiğini hisseder. Aslı,
ilk kez yaşadığı bir heyecandır bu ve sanki artık yeryüzünde değildir. Binbaşı,
polislerin de yardımı ile U dönüşü yapıp birkaç yüz metre ötedeki hastanenin
yolunu tutar ve o esnada
-
Ben Cem der…
-
Ben de Aslı, tanıştığımıza memnun oldum…
-
Böylesi bir tanışma ve siz memnun oldum diyorsunuz…
-
Evetttt, neden olmasın…
-
Eşinize haber verelim mi?
Aslı birden sol elindeki alyansına ve
yanındaki tek taş yüzüğe bakar, acı acı tebessüm eder…
-
Rahatsız etmeyelim…
Binbaşı birden Aslı’nın gözlerine bakar
yumuşak ama kararlı bir soru sorar gibidir ve sonra,
-
Siz nasıl uygun görürseniz,
Hastane önünde dururlar ve binbaşı:
-
Lütfen siz yerinizden oynamayın ben bir araba
getireyim
-
Gerek yok…
-
Lütfen…
Binbaşı koşar adım hastanenin içine
girer ve bir tekerlekli araba ile gelir, Aslı’nın bulunduğu tarafta durur ve
kapıyı açıp Aslı’ya ellerinden tutarak ve sonra da koltuk altlarından kavrayıp
yardımla arabaya oturtur. Kapıyı kapatmadan, Aslı’nın tekerlekli hasta
arabasını özel hastaneden içeri sokar. Hastanenin ACİL bölümü yoktur ama hemen
bir doktorun yönlendirmesi ile asansörle Radyoloji Bölümü’ne inerler ve Aslı’yı
röntgen masasının üzerine alırlar. Binbaşı Aslı’nın yanındadır…
Teknisyen,
-
Lütfen eşinizin üzerindekileri çıkarmasına yardım
edin der binbaşıya, Aslı
ile binbaşı bir an göz göze gelirler ve tebessüm ederler…
Binbaşı Aslı’nın üzerindeki trikosunu
çıkarmasına yardım eder, bir tek siyah sutyeni kalmıştır Aslı’nın. Aslı üzerine
örtülen beyaz örtüyü üzerine çekerek,
-
Gerisini ben hallederim
-
Hanımefendi, pantolonunuzu da çıkarmalısınız, bir
tek çamaşırınızla kalmalısınız, sutyeninizde metal bir nesne varsa lütfen onu
da çıkarınız…
Binbaşı Aslı’nın ayakucuna geçer ve:
-
Siz sıyırın ben çekeyim
-
Bu Bey eşiniz değil mi?
-
… (Aslı
teknisyenin bu sözleri üzerine öyle bir bakmıştı ki)
-
Peki, peki hanımefendi…
Nihayetinde birkaç bölgenin röntgeni
çekilmiş ve Aslı’da her hangi bir zedelenme olmadığı anlaşılmıştır. Ancak, Aslı’nı
genel muayenesini yapan pratisyen hekim evvelki geceden kalan izleri fark etmiş
ve binbaşıya bir “insan düşmanı”ymış
gibi bakmaya başlamıştır. Aslı durumu fark edince:
-
Düşündüğünüz gibi değil! diyerek hekimi uyarmıştır.
Ancak binbaşı bu tepkileri fark etmiş
ve sözleri duymuş, ancak ses çıkartmamıştır. Hastaneden çıkarken, Aslı Devlet
Memuru olduğunu ve Maliye Bakanlığı’nda çalıştığını, Emekli Sicil Numarası’nı
hastane görevlisine kayıtlar için söylemiştir.
Her şey kısa sürede olup bitmiştir, Aslı
ise o anın bitmesini istemiyordur. Kapıdan çıkacaklar ve Aslı binbaşıdan
ayrılmak zorunda kalacaktır.
Kapıdan çıktıklarında binbaşı,
-
Ne diyeceğimi bilemiyorum, sizi gideceğin yere
kadar bırakayım ve size bir de kartımı vereyim, siz de bana bir telefon
numarası verirseniz en azından nasıl olduğunuzu öğrenebileyim.
-
Kartınızı alayım ama telefon numarasına gerek yok
ben iyiyim, merak etmeyin.
-
Ama…
-
Hem ben sizi daha fazla alıkoymayayım, sizi de
işinizden gücünüzden ettim zaten…
-
Ne demek, olur mu öyle şey… En azından sizi
istediğiniz bir yere bırakayım, evinize götürmemi istemiyorsunuz anladım ama…
-
Neden istemeyeyim?
-
Ama ben sanmıştım ki…
Aslı birden bire durumu toparlamayı
başarmıştır ve aynı zamanda üzerindeki bütün çekingenliği de atmıştır. Kendine
hayret eder ve için için gülümseyip:
- Ben sizi benim evime
davet edeyim, benimle bu kadar ilgilendiniz, en azından bir fincan kahve ile
teşekkür edeyim.
-
Teşekkür ederim.
Binbaşının arabasına binerler ve yine
bir U dönüşü ile Ahmet Rasim’deki Aslı’nın evinin önünde dururlar, binbaşı
pratik ve seri bir şekilde aracını park eder ve hemen araçtan inip Aslı’nın
kapısını açık elinden tutup aşağıya indirir. Aslı ayağını yere attığında her
şeyin normal olduğunu fark eder ama sanki canı yanıyormuş gibi davranır.
Binbaşı bu durumu görünce elini Aslı’nın beline dolar ve adeta ayaklarını
yerden kesercesine Aslı’yı evine doğru taşımaya başlar. Aslı hala gökyüzündedir,
büyük bir haz duyuyordur, birden binbaşının onlarca yıldır özlediği ve bir
türlü kavuşamadığı sevgilisi olduğu hissine kapılır, buluşmuşlardır, hasret
bitmiştir, işte evlerine doğru gidiyorlardır… Aslı, iç dünyasında her şeyin yer
değiştirdiğini ve her şeyin yerli yerine oturmaya başladığını ve her şeyden
önemlisi, kadınlığının güzelliğini hissetmeye başlamıştır.
Evinin kapısına geldiklerinde Aslı
anahtarlarıyla kapıyı açar ve binbaşının içeri girmesi için eliyle işaret eder.
Binbaşı bu teklifi geri çevirmez ve
içeri girerken elini Aslı’nın beline dokundurarak Aslı’yı adeta içeri çeker.
Aslı şaşırmıştır, böyle bir hareket
beklemiyordur ama ses de çıkaramaz.
Aslı ne kadar modern yaşantıyı
benimsemiş olursa olsun evine asla ayakkabılar ile girmiyor, kimseyi de
ayakkabıları ile içeri sokmuyordur. Bu nedenle de terlikler ile ayakkabı giyme
ve çıkarma anında kullanacağı puf kapının yanındadır. Kendisi pufa otururken
binbaşıya da:
-
Kendinize de bir terlik alın lütfen, der.
Binbaşı ayakkabılarını çıkarmadan Aslı’nın
ayaklarının önünde çöker ve Aslı’nın çizmelerini çıkarmaya başlar. Aslı
binbaşının çıplak kalan ayaklarına hayran hayran baktığını ama sonradan ayak
bileklerindeki morarmayı fark edip irkildiğini görünce, içinde bir şeylerin
akmaya başladığını hisseder ve hem ayaklarının beğenilmesinden dolayı mutlu olur
hem de vücudundaki izlerin ortaya çıkmasından dolayı utanç duyar. Ancak her iki duygudan da hoşlandığını da fark
eder. Binbaşı, Aslı’nın ayaklarına onun terliklerini giydirdikten sonra kendisi
de ayakkabılarını çıkarır ve Aslı’nın arkasından terliklerini giyerek evin
içine adımını atar.
Aslı içeri girdiklerinde, vücudunda
büyük bir boşalma hissederek yere yığılıverir. Bütün bir vücudu, battaniye gibi
yere yığılmıştır. Binbaşı endişeli bir şekilde Aslı’yı kucakladığı gibi ilk
bulduğu kapıdan içeri dalar ve Aslı’yı yatağa yatırır. Orası Aslı’nın yatak
odasıdır ve sabah işe giderken hiçbir şeyi toplamadan çıkmıştır. Renk renk iç
çamaşırlarının bulunduğu çekmeceli komodin açıktır, günlük pedlerin paketi orta
yerde, yatak darmadağındır. Bir şey daha vardır dikkat çekici, çarşafın
üzerinde 1 TL büyüklüğünde pembe bir kan izi. Aslı utanır, dünyası sanki başına
yıkılır, ama binbaşının bunları fark edecek hali yoktur, ya da Aslı öyle
sanmaktadır. O Aslı’ya ne olduğunu merak ediyor ve telaşlanıyordur. Aslı
yataktayken binbaşı da yanına yanaşır ve yatağa oturmadan dizlerini yere
koyarak Aslı’nın yanaklarını avuçlarının içine alır…
-
Neyiniz var sizin?
Ne oldu böyle? Neden yığılıp kaldınız?
Der demez, Aslı sarsıla sarsıla
ağlamaya başlar. Binbaşı şaşkındır, yüzü hala binbaşının ellerindedir ve Aslı’nın
elleri de binbaşının ellerinin üzerinde. Aslı’nın ağlaması biraz sonra yerin
utanca bırakır ve binbaşıya:
-
Beni yalnız bırakın
-
Yapamam, sizi bu halde yalnız bırakamam…
-
Lütfen beni yalnız bırakın
-
Benden bunu istemeyin…
-
Lütfen…
-
Aslı, yapma…
Binbaşı kendisine adıyla hitap etmiştir
ve binbaşının da sesi titriyordur.
-
Tamam, yanımda kal ama yerde oturma yatağa otur...
Binbaşı Aslı’nın dediğini yapar ve bir
eli Aslı’nı elini tutarken diğer eli de Aslı’nın yüzünde dolaşmaya başlar. Aslı
hala kendini boş bir çuval gibi hissediyordur ama binbaşı ona dokundukça
vücudunun uyuşmaya ve yanmaya başladığını da hissediyordur. Bir yandan
binbaşının ellerinden kendini kurtarması gerektiğine inanıyor bir yandan da bu
anın hiç bitmemesini istiyordur. Binbaşı bir süre sonra elini Aslı’nın
saçlarında dolaştırmaya başlar. O kadar hoşlanmıştır ki Aslı, birden gözlerini
kapatır... Binbaşı, Aslı gözlerini kapatınca onun saçlarını okşamaya devam eder.
Aslı dakikalarca gözlerini açmaz, sonra birden hala evli olduğunu düşünerek
gözlerini açar ve:
-
Ben iyiyim, kalkalım der.
Kalkar, binbaşı elinden tutar ve yine
belinden kavrayıp dışarı çıkarlar ve bir başka kapıdan salona geçerler. Binbaşı
Aslı’yı en büyük tekli koltuğa oturtur ve o da önünde yere oturur.
- Sen
iyi değilsin Aslı, durumun hiç iyi değil, sanırım yeterli tetkik yaptırmadık,
senin durumun hiç iyi değil. Birlikte daha büyük bir hastaneye gidelim.
- Gerek
yok… Ben iyiyim…
- Değilsin,
lütfen, ben çok endişeliyim…
- Merak
etme bir şeyim yok…
- Ama…
- Bir
şeyim yok dedim Cem, ısrar etme…
Aslı birden kendisinin de ona ismi ile
hitap ettiğini fark eder ve şaşırır.
-
Peki Aslı, ama sen beni kovuncaya kadar ben de
burada kalacağım, endişeliyim, sen ne dersen de…
-
Hayır desem, bir şeye yarayacak mı?
-
…
-
Peki, kal, bu gece burada kal…
Bir süre daha koltukta oturan Aslı,
-
Bu gece bir şey yapamayacağım sanırım, dışarıdan
bir şeyler isteyelim ve üzerimize rahat bir şeyler giyip hem yemek yiyelim hem
de birbirimizi daha iyi tanıyalım…
Dışarıdan ne isteyeceklerini
tartışırken ikisi de Ayvalık Tostu’nda karar kılınca, birbirlerine bakıp
gülümsemeye başlarlar. Tostlar geldiğinde de karşılıklı geçip yerler.
Tostlardan sonra Cem,
-
Bu tostların üzerine çay olmazsa gece suuuuu ! diye
inleriz deyip mutfağa geçer.
Aslı da bir hamlede yerinde doğrulur
ve o da mutfağa Cem’in yanına geçer, çayın, bardakların yerini gösterip:
-
Ben üstümü değişeyim, deyip yatak odasına geçeri ve yatak odasına girip
odasının kapısını kilitler. Kilit de o kadar sesli kapanır ki…
Üzerindekileri çıkarır ve pijamalarını
giyip kısa bir süre sonra dışarı çıkar. Dışarı çıkması ile birlikte adeta
sarsılır. Cem ceketini ve ayakkabılarını giymiş, giriş kapısının arkasında onu
bekliyordur.
-
Ben gidiyorum Aslı Hanım, lütfen bir şey olursa
beni arayın. Sanırım burada haddinden fazla kalmışım…
-
Ama neden?
-
Öyle, maalesef öyle, üzgünüm…
-
Evinize, eşinizin yanına mı gidiyorsunuz?
-
Hayır, ben evli değilim, çocuğum var ama annesi ile
kalıyor, evli değilim…
-
O zaman?
-
Sizi tanımak o kadar güzeldi ki ve bu sevimsiz olay
o kadar farklı bir hal aldı ki, sanırım ben kendimi o dünyaya kaptırdım ve
haddimi aştım…
-
Ne münasebet…
-
İyi geceler, beni masanın üzerine bıraktığım
numaralardan istediğiniz zaman arayabilirsiniz, hepsi tek telefona
yönlendirilmiştir, mutlaka cevap veririm.
-
Peki, size de iyi geceler…
Cem kapıdan çıkar çıkmaz Aslı
pencereye doğru koşar adımlarla gider ve onun apartmandan çıkışını, arabasına
binişini ve arabasını çalıştırıp uzaklaşmasını seyreder. İlk kez bir erkeğin
arkasından bu kadar bakıyordur… Hayret eder… Sonra da mutfağa gider, çayın
demlenmiş olduğunu ve ocağın yanındaki tepsideki iki boş bardağı görür. Birden
hüzünlenir, belki de hayatında ilk kez çayını bir erkekle karşılıklı olarak bu
kadar istekli bir şekilde yudumlamak istemiştir ama olmamıştır… Bardağına
çayını koyar, tam mutfaktan ayrılacaktır ki diğer bardağa da çay koyar ve
elinde tepsi salona geçer, koltuğuna oturmadan önce karşısına da bir koltuk çeker,
önüne de sehpayı getirir ve üzerine diğer çay doldurduğu bardağı bırakır. Sonra
kendisi karşısına geçer ve çayından bir iki yudum alır, sonra ayağa kalkar ve
masanın üzerindeki kartı alır. Üzerinde:
“Cem Müezzinoğlu
Hv. Yer Kurmay
Binbaşı” yazıyordur. Alt
tarafta ise iş ve ev telefonları..
Birden eli telefona gider ve ev
telefonunu çevirir. Kendince oyun oynamak istiyordur. Nasılsa daha evine gitmemiştir,
diyordur. Bir iki çalıştan sonra karşıdaki telefon açılır ve bir ses “Efendim”
der, Aslı fonda Frank Sinatra çaldığını fark eder… Ses ve fondaki müzik, Aslıyı
o kadar etkilemiştir ki adeta donup kalır, karşıdaki ses yine “Efendim” der. Aslı
tek kelime söyleyemiyordur… Birden telefonu kapatıverir, korkmuştur… Peki
neden? Her şeyden ve hiçbir şeyden… Çayını yudumlamaya devam eder ve aynı zamanda
da düşünüyordur. Neden birden bire gitmiştir Cem?
Sonra yine birden büyük bir cesaret
bulur kendisinde ve aynı numarayı bir kez daha arar.
-
Efendim!
-
Benim Cem, Aslı…
-
Az önce de sendin…
-
Nereden anladın?
-
Sen yatak odasındayken Polis FM’i açmıştım, ilk
telefonda da Polis FM çalıyordu şimdi de…
-
Yakalandım desene…
-
Evet…
-
Ama sen, nasıl oldu da o kadar sürede evine vardın?
-
Benim evim, senin evinden 300 mt aşağıdaydı da
ondan…
-
Ne?
-
Evet, aslında ben seni bazı sabahlar evden çıkarken
de görüyordum ve bu gün kendi kendim “Böyle mi tanışacaktık?” dedim…
-
Bak sen… Ne yapıyorsun?
-
Bir büyük mum yaktım, derdime yanıyorum diyelim…
-
Ne derdi?
-
…
-
Bir şeyi merak ettim, cevap verip vermemekte
serbestsin ama çok merak ettim. Neden birden bire gittin?
-
Güven…
-
Ne demek şimdi bu
-
Odana girdin ve kapını kilitledin..
-
Ama…
-
Aması yok, bu güne kadar kaç defa kilitledin o
kapıyı, “hiç”…
-
Ama… Nereden anladın?
-
Kilitlerken çıkan o takıntılı sesten, eğer o kilidi
çok kullansaydın ve hatta kapını her akşam kapatsaydın bu kadar ve o türlü ses
çıkmaması gerekirdi…
-
Ama sen..
-
Ben yabancıydım, tanımadığın biriydim ve her şeyden
önce erkektim…
-
…
-
Neyse boş ver, olan oldu. Bir daha beni evine davet
etmezsin olur biter…
-
Bu ne alınganlık?
-
Evet, belki, ama ben böyleyim…
-
Evin hangi apartmanda..
-
Kelebek Apartmanı, altında Kanarya Sevenler Derneği
vardır, onun çatı katı, 10 numara…
-
Peki, sana iyi geceler… Soruma açıkça cevap
verdiğin için de ayrıca teşekkürler…
-
Ne demek, her soruna mutlaka cevap veririm, eğer
sormak istersen… Bu arada kendini nasıl hissediyorsun?
-
….
-
İyi değil misin?
-
…
-
Aslıııııııı?
-
Efendimmmm…
-
Peki, iyi geceler…
-
Sana da Cem…
Aslı telefonu kapatır kapatmaz doğruca
mutfağa gider ve çaydanlığın altını kapatır, üzerindekileri çıkarmadan, bir
eşofman altı giyer ve üzerine ince bir yağmurluk alarak evden çıkar. Doğruca Kelebek
Apartmanı’na gider ve kapıcı dairesinin zilini çalar. Kapıcı dairesinden bir
şey sorulmadan otomatiğe basılır ve “Kim o ?”
sesi gelir… Aslı kapıdan içeri girmiştir ve soruya cevap bile vermez. Onca katı
bir solukta tırmanır ve kapıyı çalar. Kısa sürede bir karaltı gözleme
deliğinden dışarı bakar ve kapı açılır, Cem karşısında ve şaşkındır, “Sen !” diyebilir… Ama yüzüne yayılan
mutluluk dalgasına da engel olamaz. İçeride Demis Roussos çalmaktadır…
-
Hoş geldin…
-
Hoş buldum, umarım uygunsuz bir zaman değildir ve
umarım başka bir konuğun yoktur…
-
Ne konuğu?
-
Yani bir başkası…
-
Haaa, anladım, bir sevgilim var, bir tek o gelir,
istediği zaman, kapıyı da çalmaz, direk anahtarı ile açar ve içeri dalar…
-
Eeee, o zaman, yani, bu gece de gelebilir mi?
-
Neden olmasın, ona evin kapısı her zaman açık…
-
O zaman ben gideyim, sevgilinle arana girmek
istemem… Sizin muhabbetinize de engel olmak istemem…
-
Merak etme o bir şey söylemez, sormaz…
-
Haydaaa, bu nasıl bir şey? Bu nasıl sevgili? Cem
kahkahalarla gülmeye başlar, ayakta ve hala giriş kapısının arkasındadırlar…
-
O sevgilim benim kızım…
-
Hay Allah iyiliğini vermesin…
-
Gerçekten de kızın sana bir şey sormaz, sana
kızmaz, bir şey söylemez mi?
-
Evet… Niye kaldın burada gel hadi içeri…
İçeri girerler. Evde pek eşya yoktur,
daha doğrusu tek fazla eşya yoktur. Ancak duvarlar kitap doludur. Bilgisayarın
yanında da rengârenk kâğıtlar, duvarlarda rengârenk notçuklar…
-
Evin de çok sadeymiş…
-
Evet… İstersen gel diğer tarafları da dolaştırayım…
-
Peki…
Dipte yatak odası vardır, içeri
girdiklerinde Aslı hayret eder, yatak yerdedir ve yanında onlarca rengârenk ve
boy boy mumlar bulunmaktadır… Oda Cem’in kullandığı parfüm kokmaktadır. Yatak
tam anlamıyla çift kişilik bir köy yatağıdır ve odanın tabanı da ahşaptır.
Tavanda lamba yoktur, yatağın etrafında ise yanıp sönmüş çeşitli boy ve
kalınlıkta mumlar ile doludur. Odanın yanında banyo ve tuvalet vardır. Banyoda
eski büyük bir küvet varır ve ortalık saf sabun kokmaktadır. Onun yanındaki oda
da ise bir başka yatak, bir bilgisayar, bir müzik seti ve minik bir kütüphane. “Burası
sevgilimin yatak odası”
der Cem… Onun yanında ise çamaşır odası gibi bir oda vardır ve gardırop bu
odadadır. Daha sonra mutfak gelmektedir,
onun yanında da salon… Salona geçerler ve çiftli koltuğa oturur Aslı, oturmadan
da üzerindeki pijamanın üstüne giydiği eşofmanını çıkarıp gelişigüzel yere
fırlatır. Sonra da ayağının birini altına alıp oturur, çok rahattır,
pijamasının üstünün düğmelerinden bazılarının kendiliğinden düğme deliklerinden
çıkmış olmasına aldırış etmez. Cem de yanına gelir oturur, onun da üzerinde
uzun bir şort ve tişört vardır, ayakları çıplaktır. Terlik de kullanmamaktadır…
Aslı başlar söze:
-
Kendimi affettirmek için geldim, evliyim, mutluyum,
ben de asker eşiyim ama sana geldim… Sana emanetim yani…
-
Ooooo, bu son cümle çok ağır oldu, kendini bana
emanet ediyorsun, bu çok ağır bir sorumluluk…
-
Öyle…
-
Bu gece seninleyim, ona göre… Beğenirsem, umduğum
gibiysen bu son da olmaz…
-
…
-
Gülme…
-
Desene büyük sınav…
-
Evet, hem de öyle bir sınav ki… Kovmak isteyeceksin
ama gitmeyeceğim… Kapıyı kilitlersen senin gibi kaçıp gitmeyeceğim, kilidi
açıncaya kadar orada bekleyeceğim…
-
Vay vay vayyyy… Peki ya eşin? Evliliğin?
-
Sana kendimi emanet ediyorum dedim anlamadın mı?
Ben eşime bile kendimi emanet etmedim, şimdi ilk kez sana söylüyorum, “Ben sana
emanetim”…
-
Peki…
-
Otur karşımda ve beni dinle…
-
Peki…
-
Kazadan bir gece önce kocam bana tecavüz etti, ters
ilişkiye girdi defalarca, benim ellerim, ayaklarımı bağlayarak… Sabahında artık
ben onun karısı değildim ama o bunun farkında bile değildi. Ne zaman sen bana
arabanla dokundun, her şey o zaman belirginleşti. Bütün zorlamalar geride
kaldı… Senden hoşlandım. Sen bendeki kadını ayaklandırdın, sen benim ayağımı
yerden kestin… Senden hiç ayrılmak istemedim. İlk kez bir erkeğin beni
okşamasının bitmesini istemedim… Ama sonunda her şeyin içine ettim ve yatak
odamın kapısını kilitledim. Hâlbuki ilk kez içime çamaşır giymeden pijamamı
giymiştim, ilk kez terleyen bölgelerime parfüm kullanarak kokulandırdım, ilk
kez senin beni beğenmeni istemiştim… Sen gittin ve gecenin içine ettin. Şimdi
ben buradayım ve seni istiyorum, seni arzuluyorum, seninle yatacağım ama sen
bana hiç dokunmayacaksın, ben sana dokunacağım ve sen bana bir şey
yapmayacaksın. Sabah kalkacağız, karı koca gibi, önce sen giyineceksin, sonra
da beni evime götüreceksin, ben de giyineceğim, karı koca gibi evden çıkacağız
ve sen beni işime bırakacaksın. Akşama da gelip beni alacaksın…
-
Bitti mi?
-
Bitti…
-
Peki, sözünden dönen…
-
Ne istersen öyle olsun… Peki, şimdi sana ne ikram edeyim?
-
Sen ne istersen ama alkollü olsun, bu saatten sonra
ördek gibi su içecek halimiz yok ya…
Cem, salonun köşesindeki küçük bir
dolabı açar, dolap girişi küçük ama fonksiyonel bir yapıdadır. Dry Martini
şişesini alır, içeriden de on martini kadehi. Kadehleri sepete yerleştirir ve
mutfağa gider, elinde buz parçaları ile geri döner ve kadehleri buz parçaları
içine gömer. Sonra tekrar mutfağa gider, bir süre sonra içeriden değişik ama
hoş kokular gelmeye başlar. Odaya döndüğünde bir elinde büyük cam kâse içinde
şerit havuçlar ve içinde limon suyu, diğer elinde ise büyükçe bir kuruyemişlik
ve içinde çifte kavrulmuş iç antep fıstıkları ile gelir. İkili kanepenin değil
de üçlü kanepenin ortasına bir büyük sehpa koyar, üzerine onları yerleştirir.
Sonra da mini bara yönelip soğutulmuş kadehlere sek dry martini koyar ve içine
de cam mini çatallarla yeşil zeytin atar ve onları da getirip birini Aslı’ya
verir, diğerini de kendisi alır:
-
Hoş geldin, can yakıcı da olsa tanışmamıza; önce
bir yudum martini, sonra bir tek havuç şeridi, üzerine birkaç Antep Fıstığı,
ağzında dolaştırarak ye ve ağzındaki o tad kaybolmadan ikinci yudumu alma, der.
Aslı hiç konuşmuyor, sürekli olarak
bütün içtenliği ve kadınlığı ile Cem’in gözlerin içine bakıyordur. Beşer kadeh
dry martiniyi içmeleri yaklaşık üç saat sürmüştür, beş kadehten sonra Aslı
lavaboya gitmek için ayağa kalkar, o ana kadar en ufak bir sarhoşluk emaresi
olmamasına rağmen, vurgun yemiş gibidir, yalpalayarak lavaboya gider ve içeri
girer, kapıyı bile kapatmadan işini görüp tekrar odaya döner ve:
-
Sen beni sarhoş ettin, ama ben de sana kendimi
emanet ettim… Ver bakalım bir kadeh daha, iyice sarhoş olayım ki, senin bana ne
yaptığını fark etmeyeyim…
-
Sen sarhoş oldun da ben olmadım mı?
-
Cin gibisin cinnnn, beni yatağa atacan ya, hepiniz
aynı bokun ocağısınız, ama dikkat et, ters ilişkiye girme, çünkü geçen gece
yırtıldı, üstüne kalır…
-
Aslıııı… Birlikte yatacağız ve baştan bana
anlattıklarını yapacağız…
-
Tamam, ulan, öyleyse başlayalım…
Aslı bu sözleri söyledikten sonra pijamasını
üstünü çıkarır, sütyen yoktur…
-
Nasıl, mal iyi mi?
-
Harikasın…
-
Ayak atma ulan, sen benin gibi kaç karıyı yatağına
atmışsındır, sendeki o karizma varken…
-
Sen öyle san…
Aslı altıncı kadeh bitiğinde iyice sarhoş
olmuştur, aklına ne gelirse söylüyordur. Sonra birden ayağındaki pijamasını da
çıkarır ve çırılçıplak kalır… Sonra da
- Nasıl
beğendin mi, çok kullanılmadı merak etme… Az kullanılmış, müstamel bir karıyım
ben… Nasıl ama vücudum?
- Çok
güzelsin…
- Atlamıycan
mı üstüme, tecavüz etmeyecek misin bana… Hadi sıra sende, beni odaya götür
kucağında ve yatağa yatır, sonra da sen soyun ve bana sen de saldır, bağlamana
da gerek yok, istediğini yap, fırsat bu fırsat, iyi kullan…
Cem Aslı’nın dediklerini yapar,
kucağına alır, yatak odasına götürür, kendisi de soyunur ve Aslı’ya sarılarak
yanına yatar…
Bu çok ciddi bir sınavdır, ya uzun
zamandır gördüğü ve tanışmak istediği bu güzel kadınla hemen sevişecek ve
onunla, onu olacaktır ya da emanete sahip olacak ve her şeyi erteleyecektir. Aslı,
sarhoşluğun verdiği rahatlıkla Cem’in her yerine dokunuyor ve Cem’i tahrik
ediyordur. Üzerine çıkıyor, kendince sevişiyor hatta Cem ona karşılık vermedi
diye kızıyor, bağırıyor, zaman zamanda tükürüp hakaret ediyor, tokatlıyordur.
Bir süre sonra kendinden geçer ve sızar… Cem kalkar, odadaki bütün mumları yakar
ve sırtına bir yastık koyup Aslı’nın vücudunu seyretmeye başlar…
Uzun süredir nasıl tanışsam diye
düşündüğü ve hoşlandığı kadın şimdi yatağındadır, sarhoştur ve aslında belki de
her şeye hazırdır. Nefes kesecek kadar da çekicidir… Ama bir o kadar da masum
ve mazlum…
Ne için buradadır, kocasından intikam
almak için mi, kendisinden hoşlandığı için mi, kendisini denemek ve güvenmesi
halinde birlikte olmak için mi? Kocası kimdir, gerçekten asker midir, görevi
nedir…
Cem salona geçer, bir kadeh daha dry
martini alır ve odaya döner, hem içkisini yudumlamaya hem de Aslı’yı seyretmeye
devam eder. Gecenin saat 4’ünde mumları teker teker söndürür ve Aslı’nın
çırılçıplak vücuduna çırılçıplak vücudu ile sarılarak uykuya dalar.
Vücudunu en hassas yerlerinde bir elin
gezdiğini fark ederek uyandığında o elin Aslı’ya ait olduğunu fark eder,
gülümsüyordur, gözleri kanlıdır ve hala çırılçıplaktır:
-
Günaydın
-
Günaydın Aslı, ne yapıyorsun?
-
Uyandım ve anladım ki beni kullanmamışsın, önce “Helal”
dedim sonra da “Belki de iktidarsızdır” dedim ve seni test ettim…
-
Eeee
-
İktidarsız değilmişsin, kazandın ve kaybettin… Bu
gece ilk ve son gecemizdi, benden yararlansaydın keşke…
-
Bana kendini emanet ettin?
-
Olsunnnnn,
sana ne emanetten, yoksa beni beğenmedin mi?
-
Aslııııı…
-
Ne var? Neden bana dokunmadın, neden benimle sevişmedin,
neden ben seni ayartmaya çalışırken karşılık vermedin?
-
Yapamazdım…
-
Kaybettin… Hadi ben kaçtım, sen kal, benim
hayalimle yaşa…
-
Sen bilirsin… Hadi sana güle güle…
-
Salak…
-
Kapıyı arkadan kapatıver lütfen…
-
Geri zekâlı, top musun nesin?
-
Aslı, hakaret etme ve tahrik etme, ne yaparsan yap
ben sana verdiğim sözü çiğnemeyeceğim. İstersen bir daha gelme, beni de görme
ama ben sözümde duracağım… Gerisi senin bileceğin bir şey…
Cem yatağından kalkmaz, Aslı Cem’e
aldırış etmeden salona geçer, üzerinden çıkarttıklarını giyip evin kapısını
vurarak evden çıkar ve gider. Cem bir süre daha yattıktan sonra banyoya geçer, duş
alır ve giyinip dışarı çıkar. Arabasına biner ve sağdaki koltuğun ayakucunda
yılan derisi bir cüzdan fark eder. Uzanıp alır, bakar. Cüzdan Aslı’nındır.
İçinde kimlik kartları dâhil her şey vardır. Doğruca Maliye Bakanlığı’na gider,
çantasından çıkardığı sarı torba zarfa koyduğu cüzdanı, Bilgi İşlem Bölümü’nün
girişindeki görevliye zarfın üzerine de Aslı Altınbaş yazarak teslim eder.
Sonra da dışarı çıkıp arabasına biner ve görev yerine gider. Akşamüzeri
mesaiden erken çıkar ve tekrar Maliye Bakanlığı Bilgi İşlem Bölümü girişine
kadar gidip bıraktığı zarfın Aslı’ya teslim edilip edilmediğini öğrenmek ister.
Görevliye konuyu sorarken kızıl ve şuh bakışlı bir bayanın kendisiyle
ilgilendiğini fark eder. Kadın:
Cem’in ardından basit ve ucuz bir
kahkaha atar…
Binbaşı Cem ayrıldıktan 3 ya da 4
dakika sonra Aslı girişe gelmiştir, kız kardeşinin halini görünce:
-
Ne o yine kimi kestin, ağzının suları akıyor…
-
Bir binbaşı geldi, havacı, azdırdı beni ve hiç yüz
vermeden gitti… Ama ben onun nerede çalıştığını öğrendim, görevliye telefon
numarasını ve görev adresini vermiş ben de aldım…
-
Neden gelmiş?
-
Sana zarfı o bırakmış, sana verilip verilmediğini teyit
için gelmiş…
-
Bekle demedin mi?
-
Bekle dedim ama beklemedi, bir de havacılar çapkın derler…
Hoş adamdı, belki bir gün yeniden karşılaşırız… Peki, seni nereden tanıyor?
-
…
-
Heyyyy, seni nereden tanıyor dedim, yoksa sevgilin
mi?
-
Sevgilim olsa çantamı neden buraya getirip de
başkasına teslim etsin…
Aslı’nın canı sıkılmıştır, Berna
binbaşıya kafayı fena takmıştır, ne yaparsa yapsın onunla en azından bir kez
daha görüşmek için mutlaka o adreslere gidecek ve bulacaktır. İçi sıkılmıştır,
hatta bunalma derecesinde… Ne yapmalıdır?
Kocası İsrafil’in Erkut’la birlikte
yeni bir göreve gittiğini öğrenir Berna’dan. Berna mutludur, Erkut olmadığı
için ve rahatça her şeyi yapabileceği için, Aslı da mutludur İsrafil olmadığı
için ama aynı zamanda çok da mutsuzdur. Berna ile Aslı iş yerinden birlikte
çıkarlar ve Berna’nın arabası ile Atakule’ye giderler. Aslı’nın da arabası
vardır ama genellikle hafta sonları kullanmakta, hafta içi taksi ya da dolmuşu
tercih etmektedir. Atakule’deki Sevilla’ya geçerler, birlikte bir masaya
otururlar, tam mönüye bakarken Aslı, Berna’nın çığlığı ile sıçrar. Berna
kendilerinden yaklaşık 40-45 mt ileride oturan Binbaşı Cem’i fark etmiştir. Bu
nedenle de sevinç çığlığı atmıştır.
-
Bak senin cüzdanını getiren binbaşı, hadi gidip
masamıza davet etsene, hem sen teşekkür etmiş olursun hem de ben onu tanımış
olurum.
-
Ne gerek var şimdi…
-
Ama ayıp olmaz mı?
-
Olur, evet gerçekten de ama ben gidip bir teşekkür
ederim yeter, masamıza davet etmeye gerek yok…
-
Olur mu hiç, ya sana ne oldu, birden odunlaştın.
Ben yapsam söylemediğini bırakmazsın…
-
Peki, ama ne diyeyim?
-
Sen ne diyeceğini bilirsin, ben de bu arada gidip
makyajımı tazeleyeyim…
-
Peki…
Aslı istemeden de olsa Cem’in yanına
gider ve teşekkür etmek ister, Cem “Gerek yok, herkes için aynısını yapardım” der ve Aslı’nın yüzüne bile bakmaz, Aslı’nın
masalarına davetini de geri çevirir ve “Rahatsız etmek istemem” der. Aslı, hiç beklemediği bir
muamele ile karşılaşmıştır. Hatta rencide edildiğini düşünür ve Cem’e;
-
Dün gecenin intikamı mı?
-
Hayır, ne alakası var…
-
Ama dün…
-
Dün sabaha kadar yanımda olan bir insandı, sabah
ise bir yaratık oluverdi… Benim işim insanlarla, yaratıklarla değil, kendine
dalga geçecek akıllı erkekler bul, onları yatağa at, baştan çıkarmaya çalış
sonra da sana tecavüz etmelerinin zevkini çıkart…
-
Çok adileştin Cem..
-
Eğer bana emanet edileni korumamın ve emanete
ihanet etmememin karşılığı adileşmekse, eyvallah…
-
Salak, sen gerçekten nonoşsun, artık bu kesin…
Cem, Aslı’ya buyur otur bile
dememiştir, tam o sırada Berna yanlarında bitiverir ve hemen söze girer;
-
Ben Aslı’nın kardeşi Berna
-
Ben de Cem, tanıştığımıza memnun oldum, buyurmaz
mısınız?
-
Memnuniyetle…
Aslı da masaya oturmak zorunda kalır
ve Cem, Aslı’nın gözlerinin içine baka baka Berna’nın kendisine olan ilgisine
karşı kayıtsız kalmaz ve hatta Aslı’nın yanında onu evine davet eder. Berna
kendisini boşanmış olarak tanıtmıştır… Birlikte birkaç kadeh içki içerler ve
bir şeyler yerler, sonra da Cem izin isteyerek kalkar, dışarı çıkmadan da
hesabın tamamını onlara fark ettirmeden öder. Onlar bir şeyler yiyip içmeye
devam ederler, gecenin sonunda hesap istediklerinde, hesabın ödendiğini
öğrenirler. Çünkü Cem, Sevilla’nın sürekli müşterilerindendir.
Abla kardeş de oraya birlikte ya da
ayrı ayrı sıkça gidip gelmelerine rağmen bugüne kadar Cem’le hiç karşılaşmadıklarını
düşünürler. Berna, Sevilla’dan kalkar kalkmaz Aslı’dan ayrılmak ister,
gerekçesi de hazırdır, evden alması gerekenleri almadan çıktığından bu gece
eşyalarını da ayarlayıp ertesi gün Aslı’nın evine gelecektir. Aslı, bu
gerekçeye pek inanmasa da itiraz etmez. Aslıdan ayrılan Berna, hemen Cem’in ev
telefonunu arar:
-
Efendim.
-
Ben Berna, rahatsız etmiyorum umarım…
-
Ne demek neden rahatsız edesiniz?
-
Bu gece müsait misiniz, sizi bana davet etsem?
-
Olabilir ama eviniz ne tarafta?
-
Çayyolu’nda…
-
Bu gece bir başka programım var, orası da hayli
uzak, bir başka gece olsa…
-
Tabii ki neden olmasın…
-
Anlaştık o zaman, siz müsait olduğunuzda beni
ararsınız…
-
Hoşçakalın…
Tam telefonu kapatır ki yanında
arkasında Aslı’nın durduğunu fark eder.
-
Kiminle konuşuyordun, yine hangi adamın peşindesin…
Evli kadınsın…
-
Sana ne? Ne istersem onu yaparım…
-
Kimdi o?
-
Cem di...
-
Ne dedi peki sana?
-
Bir gece beklerim ya da ben sana gelirim dedi…
-
Şerefsiz…
-
Neden öyle dedin? Bana “hayır” demek kolay mı?
-
Hadi yürü, başımın belası. Bir gün Erkut seni bir
yerde basacak ve gebertecek…
-
Tamam, yaaa, ben evime gidecem, herkes yoluna…
-
Bana bak, Cem’i falan da unut tamam mı?
-
Ne o, sen mi hoşlandın heriften? Zaten bütün gece
içine düştün adamın…
-
Bana bak, kafamı kızdırma, defol git…
-
Tamam yaaa…
Aslı, allak bullak olmuştur. Kendini
eve zor atar ve doğruca jakuziye girer, neredeyse birkaç saat hem jakuzide
kalır hem de düşünür ve hatta düşler…
Cem’e karşı yapmaması gereken ne varsa
yapmış, sabah ta onuru ile oynamış ve sonra da çekip çıkmıştır. Ve şimdi Cem’i
özlediğini fark eder… Acaba ne yapmalıdır? Nasıl düzeltmelidir her şeyi? Bu
arada aklına Berna gelir ve Berna ile Cem’i yatakta hayal eder, tiksinir, anlar
ki Cem’i kimse ile paylaşmak istememektedir, üvey de olsa kardeşiyle bile…
Banyodan çıkar, defalarca eli telefona
gider, hatta son numarayı çevirmeden telefonu defalarca kapatır. Sonunda bütün
kararlılığı ile numaraları çevirir ve:
-
Efendim…
-
…
-
Efendim!
-
…
-
Efendim, kimsiniz!?
-
…
-
Sensin, biliyorum Aslı, konuşmaya bile cesaretin
yok, çünkü konuşmaya yüzün yok…
-
…
-
Merak etme kardeşinle bir şey yaşayacak değilim,
sadece birden reddedersem istenmeyen şeyler gelişebilir diye düşündüm… Ben
bunları sana neden anlatıyorum ki…
-
…
-
Bunu sormak istediğini biliyorum, cevabını da
aldın. Hadi iyi geceler…
-
…
-
Aslı, sabah sen hayatının rolünü oynadın. Biliyorum
ki sen o değilsin… Hem de çok iyi biliyorum… Bir gün umarım karşıma Aslı olarak
tekrar gelirsin..
-
Teşekkür ederim Cem, üzgünüm…
-
Ben de…
-
İyi geceler..
-
Sana da…
Aslı karma karışık duygular içindedir.
Aslında ne olup bittiğini bile anlayamamaktadır, yaşamında kimse yokmuş gibi
davranmaktadır. Ama bu Aslı, çok zalimdir… Çok da bencil… Bir an, evden çıkıp Cem’e
gitmeyi düşünür, hazırlanır ama buna cesaret edemez… Sonra tekrar telefona
sarılır…
-
Efendim
-
Benim, az önce sana gelmek istedim ama gelemedim,
-
Neden?
-
Korktum?
-
Kimden, benden mi?
-
Hayır kendimden…
-
Çok komik değil mi? Neden korktun kendinden?
-
Bilmiyorum ama korkuyorum. Gelsem, beni kabul eder
misin?
-
…
-
Etmezsin değil mi?
-
Sen bir dene…
-
Etmeyeceksin değil mi?
-
Dene dedim sana…
-
Cesaret edemem…
-
Peki, ben sana gelsem ne yaparsın?
-
Şimdi mi, dur biraz sonra gel…
-
Hayır, sadece sordum telaşlanma…
-
Kabul ederim…
-
Teşekkür ederim…
-
Özür dilerim…
-
Neden?
-
Dün gece ve bu sabah için…
-
Telafi et, özür dileme…
-
Nasıl?
-
Gel !
-
…
-
Gel !
-
…
-
Gel !
Aslı birden telefonu kapatır. “Gel !”
çağrılarına direnmesi neredeyse imkânsızdır ama ya kadınlık onuru? Düşüncelere
dalar ve gözlerinden sicim gibi yaşlar süzülür. Kapı çalınır… Nedense Berna
olabilir diye düşünerek olduğu gibi kalkar ve birden kapıyı açar, karşısında Cem
durmaktadır. Dona kalır, sesi çıkmaz, hareket edemez…
-
Beni içeri almayacak mısın?
-
Şey…
-
O zaman gideyim…
-
Dur…
-
Müsait değilsin anlaşılan…
-
Gel ! Ne olur gel !
Cem içeri girer girmez Aslı kendini Cem’in
kollarına bırakır ve kendisini bütün her şeyiyle ona teslim eder. Cem kapıyı
kapar ve Aslı’yı kucağına alarak yatak odasına götürür ve yatırır kendisi de
yanına uzanır.
-
Şimdi bana her şeyi anlat, kaç gün sürerse sürsün
her şeyi anlat. Seni dinliyorum…
-
Ama sen…
-
Sevişmekten önce seni dinlemek istiyorum, seni
öğrenmek, seni anlamak…
-
Ama ne gerek var buna…
-
Eğer böyle söyler ve ısrar edersen, ben çeker
giderim, bir daha da ne ararım, ne sorarım ne de telefonlarına cevap veririm.
-
Ama onlar benim sıkıntılarım, neden paylaşayım
seninle?
-
Anlatacak mısın, paylaşacak mısın?..
-
Tamam, kızma, anlatacağım…
Aslı bütün yaşamını sabaha kadar
anlatır Cem’e ve sonunda uykuya dalarlar öylece, uyandıklarında sabahın altısıdır.
İlk uyanan Aslı olmuştur ve çırılçıplak soyunup Cem’i de uyandırmıştır. Sabahın
ilk ışıkları ile sevişmeye başlarlar, Cem hoyrat ve hatta sert davranmaktadır Aslı’ya.
Önce bu durumu yadırgar gibi olur ama bir süre sonra aslında bilinçaltındakinin
de bu olduğunu anlar Aslı. Birlikte banyoya girerler, birlikte yıkanırlar,
evden birlikte çıkarlar ve Cem’in evine gidip onun giyinmesi ile birlikte
işlerine birlikte giderler. Bir gece önce sabah yaşanan cehennem ertesi sabah
yerini cennete bırakır. Günlerce birlikte olurlar, mutludurlar.
Bir süre sonra Aslı hamile olduğunu
anlar ki o gün İsrafil görevden dönmüştür. Aslı’ya telefon eder, lojmana
çağırır. Aslı gitmez ve kendisinden boşanacağını söyler. İsrafil çıldırır:
-
Bekle beni sana geliyorum, bu kadar kolay mı benden
ayrılmak. Tam da Çetin Gir Orgeneral tarafından çok büyük bir teklif aldığım bu
en mutlu günümde
-
Bana ne aldığın tekliften, sen umurumda bile
değilsin artık, senin aldığın tekliften de bana ne!
-
Geliyorum beni evde bekle…
-
Ne istersen onu yap, ben evden çıkıyorum ve bu evi
de artık başkasına kiraya veriyorum…
-
Ben de işyerine gelirim.
-
İstediğini yap, gelsen de eline bir şey geçmez,
senin konuşacak ya da görüşecek olan kim?
-
Ben sana gösteririm benim kim olduğumu…
Aslı işyerindedir ve günlük işleri ile
uğraşmaktadır, bir anda bir uğultu duyar, ardından da telaşlı koşuşturmalar. Ön
tarafta Maliye Bakanı Latif Bey, yanında Orgeneral Çetin Gir ve onun yanında da
İsrafil, arkalarında da Maliye Bakanlığı’nın pek çok üst düzey bürokratı
odasından içeri girer.
Aslı ayağa kalkar ama İsrafil’e bakmaz
bile, sadece Orgeneral Çetin GİR’e “Hoş geldiniz paşam” diyebilir… Ayaktadır… Çetin GİR
-
Evladım benim burada ne için bulunduğumu biliyor
musun?
-
…
-
Eşin İsrafil artık Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda
çok önemli bir makama geldi ve bana en yakın elemanlarımdan biri oldu, bunu
kutlamak için sizi bu gece Merkez Orduevi’nde yemeğe davet etmeye geldim. Ben,
eşim, Maliye Bakanımız Latif Bey ile eşleri hanımefendi, sizler benim konuğumsunuz, akşam saat tam
20’de sizi bekliyorum
-
Zahmet etmişsiniz ama…
-
Lütfen itiraz etmeyiniz, sizinle bu mutluluğunuzu
paylaşmak istiyorum…
Heyet, geldiği gibi koşuşturma ve
telaş içinde odayı terk eder.
Aslı, İsrafil sorununun büyüdüğünü
hisseder. O üst düzeyle ne kadar yaklaşırsa, eşi olarak o da o kadar cendere
altına girecek ve bütün gözler üzerinde olacaktır. Bu durum Aslı için çok
sıkıcıdır ve hatta bunalım demektir… Bir ara yemeğe gitmemeyi düşünür ama
vazgeçer…
1997
yılının Haziran’ının başında bir Cuma gecesi Aslı saat 19.45’te Merkez Orduevi
girişindedir. Nizamiye’ye
ismi bildirilmiştir. Orgeneral Çetin Gir ile yemek yiyecekleri yere kadar
kendisine bir nöbetçi astsubay eşlik eder. En üst kata yakın ve özel olarak
hazırlanmış bir odanın kapısından içeri girdiklerinde İsrafil’i de sivil
giysili olarak orada olduğunu görür. Odada başka kimse yoktur. İsrafil sanki
aralarında hiçbir şey olmamış gibi;
-
Hoş geldin Aslı, bu gece bizim…
-
Bu gece bizim değil, senin. Ve bu gece seninle
benim son gecemiz, her şey yemeğin bitimi ile sona erecek…
-
Ben senin…
-
Hadi söv, hatta burada da vur sonra da tecavüz et!
-
Ne tecavüzü?
-
Son yaşadıklarımızı ne çabuk unuttun?
-
Ama biz seviştik, sen sadece isteksizdin…
-
Neee!?
Aslı içinden “Aman Allah’ım,
bu ne yaptığının bile farkında değil. Sanırım artık iyice psikolojik desteğe
ihtiyacı var” diye
geçirir.
Tam saat 19.55’te Orgeneral Çetin Gir
ile eşi masanın başında belirirler ve Aslı ile İsrafil tartışmayı keserek,
bankacı gülümsemesi ile onları karşılarlar.
Orgeneral Çetin Gir, 28 Şubat süreci
nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin neredeyse tek hâkimi gibidir. Maliye Bakanı
da yemektedir ama yanında genç kızlığından beri başını örten eşi yoktur…
Yemek için servisler başlar ve söze Orgeneral
Çetin Gir;
-
Hanımefendi benim için eşiniz İsrafil çok önemli ve
değerlidir, bundan böyle onunla daha yakın çalışacağız. Bu demek değil ki İsrafil
artık sürekli Ankara’da kalacak, hayır! Daha çok göreve gidecek… Ama kısa bir
süre sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’nde daha üst bir noktaya geldiğimde İsrafil
astsubay olmasına rağmen liyakati nedeniyle Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda çok
önemli görevlere gelecek.
Orgeneral Çetin GİR’in eşi sadece
dinlemektedir. Aslı da sessizce dinlemektedir. İsrafil mutlu ama aynı zamanda
heyecanlıdır. Yemek çok sıkıcıdır ama Aslı’nın dikkatini Orgeneral Çetin GİR’in
emir subayının bile ortada görünmemesi çeker. Bu bugüne kadar bildiklerini,
gördüklerini ve şahit olduklarını düşününce bu hiç de normal bir durum
değildir. Hatta İsrafil sona altı ay içinde “Orgeneral Çetin Gir ile aramız iyi
ama buradan daha fazla yükselemez, çok farklı gelişmeler yaşanmalı ki önü
açılsın ama bu da çok zor”
dememiş miydi? Şimdi Orgeneral GİR neden ve hangi makamdan bahsetmektedir?
Darbe ile yönetimi ele alacak olsalardı 28 Şubat’ta yaparlardı… Aslı bu
düşünceler arasında boğuşurken, zamanın nasıl geçtiği anlamamıştır. Yemek bitmiş
kahveler içilmiştir, GİR Orgeneral ve eşi ayağa kalkarlar, onları takiben
Maliye Bakanı Latif Şenel de ayağa kalkar ve kısa bir vedalaşma sahnesinden
sonra odadan çıkarlar. İsrafil:
-
Hadi biz de çıkalım
-
Tamam
-
Evimize gidiyoruz değil mi?
-
Hayır! Sen evine gidiyorsun ben de kendi evime…
-
Neden? Özlemedin mi beni?
-
Ne özlemesi, boşanacağız diyorum…
-
Ben de boşanmayacağız diyorum…
-
Sen bilirsin, böyle yaşarız öyleyse...
-
Pişman ederim seni, artık daha da güçlüyüm…
-
Bildiğini yap! Elinden geleni ardına koyma!
Tartışa tartışa nizamiye çıkışına gelirler.
Aslı hiçbir şey söylemeden bir taksi durdurur ve arka koltuğa oturur, İsrafil
de taksiye binmek isteyince kızılca kıyamet kopar. Aslı bağırmaya başlar,
-
Seni istemiyorum, git! Hala neden benim peşimdesin,
onursuz musun nesin!
-
Gitmiyorum, seninle geleceğim benimle olacaksın,
benden ayrı yaşayamazsın, seni yaşatmam…
Taksi şoförü şaşkındır, müdahale etmek
ister ama müşterileri orduevinden çıkmıştır. Başına dert alabileceğini düşünür
ancak
-
Nereye gidiyoruz, ya da nereye gitmiyoruz? der.
Bir anlık sessizlik olur ve Aslı arka
kapıdan hızla inip sırada bekleyen bir başka taksiye biner, İsrafil de hızla
taksiden çıkmıştır ama bu tartışmayı daha fazla uzatmak istemez ve Aslı’nın
peşinden taksi ile Aslı’nın Ahmet Rasim’deki evine doğru yola çıkar. Aslı’nın
bindiği taksi arayı açmıştır, İsrafil “Nasıl olsa evine gidecek” diyerek telaş etmez. Taksi Aslı’nın
evinin önünde durduğunda Aslı’nın ışıklarının yanmadığını fark eder, önce,
kasıtlı olarak ışıklarını açmadığını düşünür ve evinin alt kapı zilini çalar.
Defalarca zili çalmasına rağmen açan yoktur. Saatlerce evinin karşısındaki
apartmanın duvarının üzerinde bekler Aslı’nın evine dönmesini ama ne gelen
vardır ne de giden. Aynı saatlerde Aslı, Cem’in evindedir. O gece yaşananları
paylaşmakta ve kafasına takılan soruları Cem’e de sormaktadır:
-
Adam yükselmekten söz ediyor, İsrafil önü kapalı
diyordu, sen de son kademe burası diyorsun, bu adam neyi kastediyor?
-
Ben de pek anlayamadım ama normal şartlarda
Genelkurmay Başkanı da olamaz, kuvvet komutanı da… Ama eğer birileri aniden
ölürse ya da istifa ederse veya görevden ayrılırsa o zaman işler değişir…
-
Peki, bir astsubay Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda
nerelere kadar yükselebilir? Yani İsrafil ve Orgeneral Gir neden bahsediyorlar?
-
Ben de pek anlayamadım, özel Kuvvetler
Komutanlığı’nın çok özel durumları olsa da statü ve roller belirlidir, yani bir
astsubayın bir subay makamına oturması mümkün değildir. Ama sanırım GİR ve İsrafil
başka bir durumdan bahsetmekteler, ama ne?
-
Cem nedendir
bilmiyorum ama bu konuşmalar ve bu durum beni çok rahatsız etti, ediyor da…
Belki gereksiz bir kuruntu ama ben huzursuzum. Bir de boşanmak konusu… Adam razı olmuyor,
hamileyim ve ne yapacağımı düşünüyorum.
-
Bana kalırsa davayı aç ve çocuğumuzu da doğur,
-
Ben de çok istiyorum ve bu çocuğu aldırmak
istemiyorum ama boşanmadan da doğuramam ki…
-
Ben doğurmandan yanayım, ciddi ve kalıcı bir
beraberliğimiz var bugüne kadar hiçbir problem yaşamadık, birlikte
yaşayabiliriz ya da evlenebiliriz, sen de istersen…
-
Cem düşünmem lazım, çocuk neredeyse 1,5 aylık oldu,
bir an evvel karar vermem gerekiyor…
-
Sen ne istersen ben hazırım ve yanındayım…
Aslı ile Cem birlikte yatak odasına
geçerler ve sarılarak uykuya dalmaya çalışırlar, Cem bir süre sonra uykuya
dalmasına rağmen Aslı’yı uyku tutmaz ve yattıklarından yaklaşık iki saat sonra Aslı
Cem’i uyandırır ve:
-
Sana ihtiyacım var, aklım çok dolu, sev beni…
Aslı ile Cem sevişmeye başlarlar ve
oldukça uzun süren bir sevişmeden sonra bu kez Aslı uykuya dalar, Cem uyuyamaz.
Kalkar, salona geçer ve Parmaksız Amca’yı arar, uykulu bir sesle telefonu açan Parmaksız
Amca:
-
Hayırdır, gecenin bu vaktinde aradığına göre çok
önemli bir şey olmalı?
-
Sanırım var ama çözemiyorum, yarın sabah 10 civarı
gelsem…
-
Tamam bekliyorum…
Cem huzursuzdur, yemekte İsrafil,
Orgeneral Gir ve Aslı arasında geçen konuşmaların bir anlamı olmalıdır,
kendince anlamlandırmaya çalışır ama kesin kararını veremez…
Cem kendine bir kadeh dry martini
hazırlar ve yatak odasında çırılçıplak yatmakta olan Aslı’yı seyrederek
içkisini yudumlamaya başlar… Neler yaşamışlardır ve Allah bilir daha neler
yaşayacaklardır? Cem Berna’dan yakasını zor sıyırmıştır ama her
karşılaşmalarında “Bu kadın acaba bana ne gün tecavüz edecek” diye düşünmekten kendini alamaz. Kardeştirler ama birbirlerinden
çok farklıdırlar. Bunları düşünürken içkisinin bittiğini fark eder, yenisini
almaz ve Aslı’ya sarılarak uyumaya çalışır.
Cem, ertesi gün Parmaksız Amca’ya
gider. Özel, ritüel tarzı şifreleşme ile evine girer.
-
Hoş geldin evlat..
-
Hoşgördüm, nasılsın usta?
-
İyi diyelim, değilim ama..
-
Hayırdır?
-
Önemli değil, sen şu önemli konudan bahset.
-
Orgeneral Çetin GİR, normal şartlarda nerelere
gelebilir? Hangi şartlarla terfi sayılabilecek bir statü ve rolü üstlenebilir?
-
Ne o, senin de mi kulağına geldi?
-
Ne?
-
O tarafta bir hareketlenme var. Ciddi bir
hareketlenme. Atatürkçü, Kemalist, Devrimden yana görüntü verip Karşı Devrim’e
hizmet içi yapılanan bir gurup bunlar. Başarında da aslında Afet BÖREKÇİ
Orgeneral var. Bunlar bir “kolpa” peşinde diyelim, başka bir tabir buraya
uymuyor… Çetin GİR de bu gurubun ortada görünen koçbaşı.
-
Biraz karışık…
-
28 Şubat neden yapıldı sence? İrticaya karşı bir
hareket mi gerçekten? Daha doğrusu, sence neye karşı bir hareket?
-
Yolundan çıkmış (!) sermaye hareketlerine karşı
diye düşünüyorum. Önlenemeyen Anadolu Sermayesi’ne karşı.
-
Başka?
-
Anadolu’ya karşı, saf ve temiz insanlara karşı, ama
görüntü çok farklı…
-
Tam adını koymasan da doğru bir yaklaşım…
-
Tam adını koymaya kalkarsak DECCAL’ın piçlerinin
tıkanmakta olan önünü açmak için…
-
Ama bunu insanlara anlatmakta zorluk çekiyorum,
çekiyoruz. Herkes kendisine ezberletilen ya da algılattırılanla baş başa,
gerisindekileri görmeye çalışan yok…
-
Bu işin doğası gereği bu böyle…
-
28 Şubat, 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 24 Ocak’ın, 12
Eylül’ün hatta 11 Kasım’ın farklı bir devamı ama hedef ve strateji aynı…
“Tamamlanmayanın bitirilmesi”
-
Bir ABD Doları’nın üzerindeki cümle…
-
Evet… Bunlar bu görev ile ilgili o kadar
zıkkımlandılar ki, işlerini bitirmekten başka bir şey düşünemez oldular. Bu
durumda, Çetin GİR ve ekibinin nispeten milli sayılabilecek güçleri bir şekilde
tasfiye etmesi gerekiyor. Öncelikli hedef de Kara Kuvvetleri Komutanı, yani
Genelkurmay Başkanlığı’nın şimdilik tek adayı Hasan TÜRKMENOĞLU ayağının
kaydırılması…
-
Nasıl yapabilirler bunu?
-
İftira, karalama, sağlık sorunları yaratarak ya da
öldürerek…
-
Öldürmeyi göze alabilirler mi?
-
Onlara kim engel olacak? Ya da onlara kim engel
olabilir? Sivilden askere herkes Onuncu Yıl Marşı ile yatıyor, Onuncu Yıl Marşı
ile kalkıyor. Herkes esas duruşta. Höt desen, ne istersen al diyorlar… Bu
günlerin sorumlularından biri de sen değil misin Cem?
-
Nasıl?
-
Sen yüzbaşıyken Medya ile Türk Silahlı Kuvvetleri
İlişkilerinin geliştirilmesi planlamasını yapmamış mıydın? Onlara postal,
parka, şapka senin planların gereği giydirilmedi mi? Yalan bilgiler ve
senaryolar onlara güya ÇOK GİZLİ brifinglerde doğru ve gerçekmiş gibi
aktarılmadı mı? Er kazanından yemek yedirilmedi mi? Aynı merkezden kaleme
alınmış binlerce teşekkür, aşk, ilgi mektubu en uygun gazetecilere gönderilmedi
mi? Sivil yaşamında jigololuk, kulamparalık yapanlar gazetecilerin başına
tebelleş edilmedi mi? Pek çok köşe yazısı ve kurgu haber yataklarda yazılmadı
mı?
-
Ama ben…
-
Biliyorum sana sorulan farklıydı ve senin cevabında
ona yönelikti ama Afet Börekçi senin projeni 28 Şubat sürecinin her aşamasında
uyguladı. Ama dikkat et, ihanete müzahir guruplar için yazdıklarından bir
tanesini bile uygulamaya sokmadı. Senin o proje şimdi Atlantik Ötesi’nde…
-
ABD’nin mi?
-
Sayılır da sayılmaz da… Aslında oradaki ÖRGÜT’ün elinde,
Fitnetullah Hocabey dedikleri o salya sümüğün ekibinin elinde…
-
Aman Allah’ım… Bunlar olağanüstü bir organizasyon
olarak çalışıyorlar…
-
Bak evlat kimler nasıl yükseliyorlar… SÖZAL’ın zarf
disketlerinden 26 tanesini o yerde can çekişirken alan emir subayının
yükselişini izle… Bir zamanlar Kurmay Albay’ken cephaneliği TİKKO
militanlarınca basılanın yükselişini izle… Tekerlekli sandalyede uyuşturucu
trafiğini yürüten adamın amcaoğlunun istihbaratçı olarak yükselişini izle…
Unutmadan, yakında senin rütbelerini ve diplomalarını elinden alacaklar.
Kendine dikkat et. Karşına HAYIR diyemeyeceğin bir cinsi latif çıkarabilirler,
belki de çıkarttılar bile… Hem de lojmanlardan, ya da görev yerinden asker eşi
ya da askeri memur gibi birini…
-
Nereden biliyorsunuz?
-
Ayaklarına bastın, ayaklarına dolandın, çomak
soktun… İşleri geciktiriyorsun.. Söylesene bana sen benim bilmediğim bir işler
mi çeviriyorsun? Bir gurup mu kurdun,
bir guruba mı tabi oldun, var mı böyle bir şey? Adamlar şu anda bunu
araştırıyorlar. Arkanda kendilerinden de büyük bir güç olduğunu sanıyorlar.
Bulamıyorlar, bulamadıkça da sana direkt ilişemiyorlar..
-
Kimse yok, kimseler yok, yalnızım ama madem böyle
düşünüyorlar ben de rolümün dozunu daha da arttırarak oynamalıyım ki iyice
korksunlar… Bu benim yaşam sigortam gibi…
-
Evet, devam et ve şiddeti arttır. Senin görev
yaptığın yerde sekreter Nevin vardır Korgeneral’in sekreteri. Nevin KISKANIR o
sizin oradaki Tümgeneral’in metresidir, Pilot Sokak’ta buluşurlar. Nevin önce
gider Tümgeneral 45 dakika sonra oraya gelir. O arada git oraya, Nevin’in
kanına gir, bir şeyler yap ve Tümgeneral’in de öğrenmesini sağla ve sonra da
Tümgeneral’le konuş, bırak onu o benim de… Dayılan.. Ya gönlünle verirsin ya da
ben basar alırım de… Çünkü Tümgeneral de Orgeneral Çetin GİR ekibinden…
-
Anladım usta… Başka ne tedbirler alayım?
-
İçtiğin suyu bile analiz edip iç, daha ne diyeyim?
Süleyman Usta’nın torununun burnunun bile kanamasına gönlümüz razı olmaz bizim…
Bana güvenme ama benim ekipten birileri senin arkanı hem kolluyor hem de
topluyor… Son olarak, Aslı onların sana gönderdiği ya da tezgâhladığı biri
değil, o kıza sahip çık, kocası İsrafil bizim için çok önemli, Erkut da… Onlar
Çetin GİR’in ve ekibinin tetikçileri olacaklar yakında…
-
Usta oturduğun yerden her şeyi biliyorsun, bu nasıl
bir iş?
-
Meslek sırrı evlat… Burayı sizlerden birine bırakıp
yürüyeceğiz Haak’ka…
-
Bizlerden biri?
-
Bir tek sen misin benim çırağım, kalfam ya da
öğrencim? Hadi Allah işini gücünü rast getirsin… Ama sakın ola ki aşkın
derinlerine dalma, bütün gardın düşer, lokum gibi olursun, kıl bile sana koşar
ve yapışır… Son olarak senin arabayı hafta sonu şu bizim Bulgar Hakkı’ya bırak,
ben ona talimat veririm. En azından seni arabanla birlikte havaya uçuramamaları
için tedbir aldıralım… Berna’dan da uzak dur, dokuz aydır HIV (+) onda ve
taşıyıcı, yani kendisine bir etkisi yok ama ilişkiye girdikleri AIDS
oluverirler, bu güne kadar bir şey yapmadın onunla bundan sonra da yapma. Çünkü
sana musallat edilmeye çalışılanların başında o geliyor… Bir de bu
konuştuklarımızı kapıdan çıkmadan unut, kimse ile de konuşma, paylaşma ve bu
konularda yorum yapma.
-
Anladım usta… Şırbörek davetim geçerli, ne zaman
istersen…
-
Tamam, evlat, sen fırında kuzu kapama olma da
şırböreki ne zaman olsa yeriz…
Aslı işyerinde bütün gün çocuk ile
ilgili karar vermeye çalışır, aynı zamanda da defalarca kendisini arayan İsrafil’in
telefonlarına cevap vermeden yüzüne kapatır. Zor durumdadır. Cem’le evlilik ya
da birlikte yaşamak hiç de umurunda değildir, çünkü Cem’e güvenmektedir. Ancak,
hamileliğine son verip vermemek konusunda çok sıkıntılıdır. Derdini kimseye de
açamamakta ve yardım da alamamaktadır. Bunaldığını hisseder ve o gece Cem ile
bu durumu son kez konuşup karar vermeyi kafasına koyar.
Akşamüzeri Cem arabasıyla Aslı’yı
Maliye Bakanlığı önünden alır, birlikte Botanik Bahçesi’ne gitmeye karar
verirler. Her ikisi de İsrafil’in kendilerini takip ettiğini ilk önceleri fark
etmemişlerdir. Hoşdere yokuşuna tırmanmaya başladıklarında Cem, bir arabanın
kendilerini takip ettiğini fark eder, Dikmen sapağına geldiklerinde sarı ışık
yanmaktadır ve Cem ışık kırmızıya dönmeden gaza basar ve geçer, kendilerini
takip eden araç da onları takiben kırmızı ışıkta geçiverir. Aslı durumun
farkında değildir ve dalgındır:
-
İsrafil’in arabası bal rengi Tempra mı?
-
Evet… Neden sordun?
-
Peşimizde de… Ama sen sakın geri bakma, yandaki
aynalardan görmeye çalış ve sıkı tutun, şimdi seni kaçırmam lazım…
Aslı aynalardan İsrafil’in aracını
görmeye çalışırken Cem bir sokağa dalmıştır bile, hızlı ve seri bir şekilde
aracı sürmektedirler, kendilerini bir anda Yıldız da bulurlar
Cem
Aslı’ya, sana ne zamandır bir profiterol borcum vardı, şimdi ödeşme zamanı
diyerek Turan Güneş Bulvarı’na girip arabasını yoldan geçenlerin pek de fark
edemeyeceği bir yere çekiverir. Arabadan iner ve Aslı’nın kapısını açıp elinden
tutar, birlikte yürüyerek Angora Pastanesi’ne gelirler, dışarıdan dikkatle
bakılmadan görülmeyecekleri bir yere otururlar. Garson geldiğinde de iki
profiterol söylerler.
İsrafil’in onları takip etmesi
umurlarında bile olmamıştır, ondan uzaklaşmalarının sebebi ağızlarının tatlarının
bozulmamasıdır. Konuya Aslı girer:
-
Cem bebeği aldırmaya karar verdim, ne dersin?
-
Sen bilirsin, karar senin… İleride bir daha
deneriz…
-
İtiraz etmeyecek misin?
-
Neden edeyim? Anne olan sensin ve sen benden daha
çok bu çocuğu istersin. Ama sen aldırmaya karar verdiysen benim sana destek
olmam gerekir. Ne zaman ve nerede aldıralım?
-
Bu Cumartesi günü ve senin benim yanımda olmanı
istemiyorum, ben seni çocuğu aldırdıktan sonra ararım ve gelip ya beni alırsın
ya da o gece orada kalmam gerekiyorsa birlikte orada kalırız..
-
Ama olur mu? Neden beni yanında istemiyorsun?
-
İstemiyorum çünkü sen olursan aldıramam ve çok
sıkılırım, her şey zorlaşır, işin içinden çıkılmaz bir hal alır… Ya seni ben
ararım ya da hemşireye aratırım, sen geldiğinde her şey bitmiş olur…
-
Ama…
-
İtiraz etme Cem bana yardımcı ol…
-
Peki… Nerede yaptıracaksın?
-
Karar vermedim daha ama yarın arayıp randevu
alırım.
Profiterollerini baş başa yerler ama
kalkıncaya kadar başkaca tek kelime etmezler, sadece bakışırlar ve zaman zaman
birbirlerinin ellerini tutarlar…
Ertesi günü Aslı Cem’in kendisini
götürdüğü hastaneyi arar ve doktordan Cumartesi günü için randevu alır. Kürtaj,
randevu kaydı hastane kayıtlarına düşer düşmez hastanede hummalı bir faaliyet
başlar. Aslı’nın kalmasının planlandığı odaya, ameliyathaneye ve gerekli her
yere birden çok gizli kamera ve ses kayıt cihazları yerleştirilir. Sonra da Aslı
aranarak bir gün önceden hastaneye gelip bazı tetkikleri yaptırması, muayene
olması istenir. Aslı’nın gelişmelerden haberi yoktur ve dediklerine itirazsız
uyar. Cuma günü hastaneye gittiğinde, kendisi beklemediği bir ilgi ile
karşılanır ve her şey bir hemşirenin refakati ile gerçekleştirilir. Girdiği
soyunma odasından idrar tahlili verdiği tuvalete ve o tuvaletin lavabosuna
kadar her yerde gizli kamera ve ses kayıt cihazı kaynamaktadır. Doktor
muayenehanesinde bile muayene olurken, üç farklı açıdan kameralar Aslı’nın
bütün görüntülerini kaydeder. Muayene sonucunda doktor Aslı’ya o müthiş soruyu
soruverir:
-
Eşinizin izni var mı?
-
Hayır, onun haberi yok, olmayacak da…
-
Ama yasal olarak onun izni olması gerekir…
-
O zaman ben de başka bir yere ditmek zorunda
kalırım…
-
Orada da aynı şeyleri isterler…
-
Sanmıyorum…
-
Peki, o zaman, bir şeyler yapalım…
-
Teşekkür ederim…
Aslı zor olan kısmı atlattığını
düşünüyordur ve rahatlamıştır. Ancak en mahrem görüntüleri ile sağlık
bilgilerinin tamamı arşivlenmektedir. Fitnetullah Hocabey Örgütü, Aslı’nın
bilgilerine ve görüntülerine çok önem veriyordur.
O gece Aslı hastane adını vermeden
olan biteni Cem’e anlatır, sabaha kadar uykusuz kalırlar ve yatakta yaşamlarına
dair pek çok şeyi konuşup paylaşırlar. Sabah olduğunda Aslı Cem’i öperek evden
erken çıkar ve Cem’e:
- Sakın beni takip etme,
ben seni çağırtacağım
-
Peki, ama bir kez daha düşünsen…
-
Hayır, kararım kesin, seni çağıracaklar…
-
Bekliyorum, evde olacağım…
-
Tamamdır, seni seviyorum…
-
Ben de seni seviyorum Aslı…
Aslı
evden çıkar çıkmaz vakit geçirmeden özel hastaneye gider ve girişini yaptırıp
odasına çıkar, odasında üzerindeki her şeyi çıkarıp kendisine verilen ameliyat
giysilerini giyer. Aslı bütün her şeyin kayda alındığından habersiz, rahattır
ancak bir o kadar da düşünceli…
Kısa
süre sonra hemşire ve ameliyata hazırlama ekibi gelir, işlemlerden sonra
ameliyathaneye indirirler... Ameliyathaneye inmeden önce Aslı hemşireye,
ameliyattan çıkmasına yakın yazdığı telefon numarasını arayıp haber vermesini
ve hastanenin adresini vermesini ister. Hemşire “peki” deyip numarayı ve ismi
cebine koyar, Aslı’yı ameliyathaneye bırakıp yukarı çıkar ve numara ile ismi
hastane müdürüne bildirerek kürtajın başlamasını beklemeye başlar. Kürtaj
sorunsuz olur ve Aslı ameliyattan çıkmasına yakın hemşire verilen telefonu
arar:
-
Efendim…
-
Ben Fetih Üniversitesi Hastanesi’nden arıyorum, eşinizin
operasyonu sorunsuz bitti, oda numarası 233, adresi veriyorum…
-
Gerek yok ben yerini biliyorum, teşekkür ederim…
-
Cem hastaneye gelip doğruca 233 numaralı odaya
çıktı ve Aslı’yı beklemeye başladı…
-
Aslı geldiğinde henüz tam olarak ayılmamıştı ve
sayıklıyordu…
-
Bebeğim… Bebeğim… Bebeğim…
Bir
saat içinde Aslı kendine gelmeye başladı ve başında Cem’i görünce büyük bir
mutlulukla ona sarılmak ister…
-
Elimden tut ve hiç bırakma, bebeğimi verdim
mecburen ama sen ve ben birlikte mutlaka çocuğumuz olmalı ve doğurmalıyım…
-
Tamam, Aslı, sıkma canını, geçti; sen ve ben, pek
çok çocuğumuz olur umarım…
-
İsrafil’den ayrıldıktan hemen sonra olmalı
çocuğumuz annesi ben, babası da sen… Erkek olsun istiyorum adını bile düşündüm;
Nazım Deniz…
-
Tamam canım…
Bütün
bu konuşmalar ve görüntüler, kayda alınmaktadır, Cem’den ve Aslı’dan habersiz…
Örgütün
özel ekibi Cem’in görüntüsü, telefon numarası ile kimliği ve görevi konusunda
araştırmayı başlatmıştır bile. Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel
Komutanlığı ve özellikle Emniyet Genel Müdürlüğü’ndeki “copları” vasıtasıyla
çok seri yol alınmaktadır. Kısa sürede Cem’in bütün özel bilgileri örgütün
elindedir…
Son
olarak alınan bebeğin DNA’sının da dosyaya dâhil edilmesi gerekiyordur. Çocuğun
kimden olduğu da çok önemlidir. Örgüt Aslı’nın kocasının Özel Harekât’ta B timi
elemanı olduğunu ve diğer bütün özelliklerini, sağlık bilgilerini, çocuğunun
olmadığını da öğrenmiştir. Sıra çocuğun kimden olduğunu bulmaya gelmiştir.
Hastane müdürü, yanındaki binbaşıdan başlayın der, bir şekilde DNA için doku
elde edin binbaşıdan, gerekirse sonra araştırmayı başka alanlara ve kişilere de
kaydırırız. Binbaşıdan örnek
almak zor olmaz, çünkü o gece Aslı ile birlikte binbaşı hastanede kalmıştır,
ekipler istedikleri örnekleri almış ve DNA’lar çözümleme için Ankara Örgüt
istihbarat Merkezi’ne göndermiştir.
Aslı
ile Cem olan bitenden habersiz kendi dünyalarındadırlar… Sabah hastaneden çıkış
işlemleri yapılırken, DNA sonuçları hariç tüm bilgiler örgütün elindedir. DNA
sonuçları 6 gün sonra Hastane’ye ulaşır. Çocuğun babası yüzde 99 doğruluk
derecesi ile Cem’dir. Örgüt durumdan pek memnun olmuştur ama artık Maliye Bakanlığı
Bilgi İşlem Birimi’nde passwordler ve lockwordler konusunda tek yetkili olan Aslı’nın
çok mahrem bilgileri ve görüntüleri ellerindedir.
İsrafil,
Cem’in kimliğini plaka numarasından kısa sürede öğrenmiş ve tanıdığı bütün
çevrelerle temasa geçerek Cem’in hayatının çekilmez hale gelmesi için elinden
gelen bütün her şeyi yapmaktadır. Cem de son dönemlerde işyerinde derin, anlaşılmaz
darbeler alıyor ve buna bir anlam veremiyordur. Sonunda bir gün, Özel Harekât’ta
görev yapmakta olduğunu o gün öğrendiği devre arkadaşı onu uyarır.
-
Cem, Orgeneral Çetin GİR’in sağ kolu bir tim
elemanının karısıyla birlikte yaşıyormuşsun, senin kuyunu kazıyorlar, kendine
ve birlikte olduğun kadına dikkat et, başınıza ummadık şeyler gelebilir.
-
Neler mesela…
-
Her şey Cem, en kötüsü de dâhil…
-
Ne olabilir en kötüsü?
-
Rezil ederler ikinizi, özel anlarınızın kasetleri
ortada dolaşmaya başlar…
-
Ya bunlar Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir parçası
değil mi? Nasıl bir yapı bu?
-
Cem, devrem. Bilmediğim ve bilmemen de de fayda
olan çok garip şeyler dönüyor ortada. Senin Parmaksız Amca bile bilmez neler
olup bittiğini…
-
Sen nereden biliyorsun Parmaksız Amca’yı?
-
Cem, sorma. Geçenlerde Aslı’nın senden çocuk
aldırdığını da biliyorum. Daha pek çok şeyi de. Kendinize dikkat edin. Seni
tanımasam, bilmesem o şerefsizlerin sözlerine kapılıp ben de sana dünyayı dar
etmeye çalışırdım ama seni biliyorum…
-
Teşekkürler tertip, uyarın için sağol ama çok ters
bir şeyler öğrenirsen beni uyar olur mu?
-
Bir daha uyarma fırsatım olmayabilir, ya da daha
doğrusu istesem de uyaramayabilirim. Bilmem anlatabildim mi?
-
Anladım, teşekkürler tertip…
Cem oldukça dolmuştur, hemen her
taraftan uyarılar da gelmektedir. Konuyu Aslı’ya da açmalıdır. Ama nasıl?
Ertesi günü Cem komuta katına çıkar, Nevin
her zamanki zilliliği ile Cem’e de gülücüklerle yılışmıştır. Kim gelirse gelsin
aynı şeyi yapıyordur zaten. Cem, o gün birlik komutanı Korgeneral’in yerinde olmadığını
bile bile;
-
Komutana özel bir bilgi iletmek istiyorum bana bir
randevu ayarlar mısınız?
-
Bugün mü binbaşım?
-
Evet, hemen lütfen…
-
Ama komutanımız yerinde yok bugün, Genelkurmay’da,
SA-300 füzeleri ile ilgili bir görüşmede.
-
Siz ne kadar da çok şey biliyorsunuz Nevin Hanım?
Bu sözler üzerine kıkırdayan Nevin,
yerine oturur, otururken de öyle bir eğilir ki neredeyse göğüsleri dışarı
fırlayacaktır. Görüntü hoştur ve Cem’in de ilgisini çekmiştir. Nevin ile göz
göze geldiklerinde;
-
Komutan yoksa ben sizinle konuşayım, belki de bu
kadar bilgi ile daha iyi çare bulursunuz?
-
Çok şakacısınız binbaşım!
Bütün bunlar olurken komutanın sekretaryasında
görev yapan bir başçavuşta olan biteni izliyordur.
-
Şaka değil, sizin de bilebileceğiniz bir konu.
Hatta sizin tavsiyelerinize de ihtiyacım olabilir…
-
Siz ciddisiniz ama…
-
Evet, ciddiyim…
-
Peki, o zaman, nerede konuşalım?
-
Ben mesaiden çıkarken sizi alırım, birlikte
gideriz. Kaçta çıkarsınız, sizinle aynı zamanda…
-
Tamam anlaştık.
Binbaşı dışarı çıktığında Astsubay, Nevin’i
komutan odasına çağırır ve kapıyı kapattıktan sonra;
-
Bak bu adam tehlikeli, kurmaylığını falan elinden
almak için hazırlık yapılıyor. Sakın ola ki paçayı kaptırma. Hem dikkatli ol,
adam tam bir zampara…
-
Bana sökmez zamparalığı, attan inip eşeğe binecek
değilim…
-
Bak hafife alıyorsun bu adam çok sıkı diyorum sana.
Geçen yıl Gülay’ı bir süre kullandı sonra da sıpıtıp attı, kız hala kendine
gelemedi…
-
İyi ya, ben Gülay değilim. Bana bir şey yapamaz…
-
Sen bilirsin ama sonra pişman olacaksın unutma…
Akşamüzeri Cem mesai çıkışı Nevin’i
bekliyordur. Aradan 20 dakika geçmesine rağmen Nevin bir türlü görünmez. Ancak
kısa bir süre sonra köşeden Nevin görünür. Gündüz ayağında uzun bir etek varken
şimdi diz üstü etek vardır ve ayağında da ince fileli çoraplar, üzerinde yine o
dekolte siyah buluz ve ayağında da mevsimlik hoş çizmeler. Kırıta kırıta yaklaşır
ve kapıyı açıp içeri adım attığında açılan bacakları bütün mahrem yerlerini
gözler önüne serer. Oturur ve toparlanmaz bile. Sonra binbaşıya dönüp;
-
Sizin sıkı bir zampara olduğunuzu duymuştum, belki
de teklifinizi kabul etmemem gerekirdi ama işte ben…
-
Kim söylediyse abartmış, ben kendi halinde bir
insanım. O kadar… Onu söyleyenler kendilerine baksınlar… Hem ben sizin gibi
birine ne yapabilirim ki… Zaten son dönemlerde cinsel yaşamımda da pek başarılı
değilim…
-
Ha ha ha… Duyalım da inanmayalım. Ya binbaşım, gün
olmuyor ki bizim orada sizin adınız geçmesin, gönül maceralarınız anlatılmasın.
-
Onlar roman yazıyorlar, benim hayatım öyküler
gibidir, kısa, hoş ve tutkulu…
-
Oooooo, bunlar ne acayip sözler…
Binbaşı yolda giderken birden sere
serpe oturan Nevin’in bacaklarına gözlerini diker ve
-
Hiç düşünmemiştim sizin bu kadar muhteşem
bacaklarınız olduğunu, düşünseydim zaten…
-
Düşünseydiniz ne?...
-
Düşünseydim, size farklı bir teklifle gelirdim.
-
Diğerlerine de geldiğiniz gibi mi? Ya binbaşım
bizim orada kaç hatunla yattınız, biz hesabı tutamadık ta…
-
Haydaaaa siz komutana sekretarya hizmeti mi
veriyorsunuz yoksa benim özel yaşamımı mı inceliyorsunuz?
-
Geçen hafta gelen rap…
Nevin birden boş boğazlık yaptığını
fark edip susar, acaba binbaşı fark etmiş midir ağzından kaçırmak üzere olduğu
kelimeyi… Karabasan çökmüştür sanki üstüne…
-
Ne yazıyordu raporda, zampara olduğum önüme gelen
kadını yatağa attığım sonra da kullanıp bir kenara fırlattığım mı? Arabama
binen kadınla yatmadan onun peşini bırakmadığım mı? Nevin, bütün bunları
okuduysan neden geldin arabama? Bir şey mi ispat etmeye çalışıyorsun yoksa
benim de altıma yatmak mı istiyorsun…
-
Terbiyesizleşmeyin binbaşım!
Cem yolun sağına sertçe bir fren
yaparak yanaştı ve Nevin’e:
-
İn aşağı, defol git, gözüm görmesin bir daha seni! Yarın
arkadaşlarına da anlat arabasına bindim ama bana bir şey yapamadı de!
Ardından da Nevin’i bıraktığı
Eskişehir yolu üzerindeki Varan Tesisleri’nin karşısından son sürat ayrılır. Eve
vardığında Aslı onu bekliyordur.
-
Hadi hazırlan canım, yemeğe gidelim..
-
Nereye? Evde kalsak, baş başa…
-
Orada da baş başa oluruz…
-
Nereye gidiyoruz?
-
Borç çorbası içmeye Kent Hotel’e…
-
Şu meşhur borç çorbası desene.. Ama bir çorba için
oraya gidilir mi?
-
Tadını aldığında bana hak vereceksin. Hem benim de
seninle paylaşmak zorunda olduğum şeyler var. Senin yardımına ve desteğine
ihtiyacım var…
-
Tamam, o zaman…
Birlikte evden çıktılar, her ikisi de
spor giyinmişlerdir. Kent Hotel’in önüne geldiklerinde arabayı kapıda ve
üzerinde anahtarı ile bırakıp içeri girerler. Bir üst kata çıkıp kendilerine
ayrılan masaya otururlar. Cem Kent Hotel’in çalışanlarını eskilerden
tanıdığından gelen, gidenin, selamlayanın haddi hesabı belli değildir. Aslı
durumdan rahatsız olmuşçasına…
-
Burada iyi tanınıyorsun, kaç hatunu attın buraya?
-
Hiç hatun Aslı, sadece Yüzbaşılığım döneminde pek
çok önemli görüşme ve toplantıyı burada yapmıştık, o kadar…
-
Ehhh inanalım…
-
İyi edersin çünkü söylediklerim doğru…
-
Peki, Cem bakma sen bana, sıradan kadın tepkisi
verdim aslında, özür dilerim…
-
Özür dilemene gerek yok canım, keyfine bak.
Az sonra “Borç çorbası” gelmiş ve
masaya Bahattin Usta’nın kendi elleriyle hazırladığı çoban salata da getirilmiştir.
Çorbalarını içerken Cem konuya girer.
-
Aslı, İsrafil ve Erkut çok önemli bir olayı
içindeler, ekipleri de çok kuvvetli ve seninle benim peşimdeler. Bizim
peşimizde olmaları önemli değil ama çok önemli bir planlama ile uğraşıyorlar.
Kafamda ne ile uğraştıkları netleşmedi ama hiç de basit bir planlama olmadığını
hissediyorum. Dostlarımla konuştum, onlar da araştırıyorlar. Geçenlerde benim
birliğime özel bir çalışma gelmiş benimle ilgili ve dosyaya Orgeneral Çetin GİR
ile samimi olan Tümgeneral nüfuz etmiş, şimdi de dosya ondaymış.
-
Neler oluyor Cem? Bu bir aşk hikâyesinden falan
çıktı sanırım, hatta bizim beraberliğimiz arada kayboldu gitti. Ben durumumdan şikâyetçi
değilim ama bunlar da can sıkıcı.
-
Evet, ne yazık ki öyle. Bu işi çözebilmemin yolu
bunların içine sızamayacağıma göre onlardan birinin sırlarına ulaşmaktan
geçiyor. Bizim komutanın sekreteri de bu Tümgeneralle birlikte, bu akşam iş
çıkışı onu aldım arabaya ağzını aramak için ama kadın da benim ağzımı aramaya
kalkıştı…
-
Ne yapacaksın? Kadınla birlikte mi olacaksın? Bu ne
Cem bu neeee!
-
Kızma ve sinirlenme Aslı, biz bu konuda çok basit
iki insanız. Bu adamlar çok üst düzeyde ve devletin temellerini sarsacak bir
şeyleri tezgâhlıyorlar…
-
Sinirleniyorum Cem, biz birlikte bizi
yaşayamıyoruz. Bırak orduyu çekip gidelim bir yerlere…
-
Ben bıraksam da onlar bu aşamada beni de seni de
bırakmazlar… Bak sana bir örnek vereyim. Eski bir tanıdığım beni bu konuda
uyardı ve bir de kimsenin bilmeyeceği bir sırrı bana verdi.
-
Neymiş o kimsenin bilmediği bilemeyeceği bir sır?
-
Kız kardeşinin bildiğin önemli bir hastalığı falan
var mı, ölümcül olabilecek bir hastalığı?
-
Hayır, yok. Yoksa öyle bir şeyi mi var? Neymiş Cem?
Kanser mi?
-
Hayır, Aslı, Berna AIDS ve HIV taşıyıcısı. Kendisi
taşıyıcı ve kendisine bir şey olmuyormuş ama HIV taşıyıcısıymış, yani birlikte
olduğu bütün erkeklere HIV bulaştırıyor… Yani konu bu kadar önemli…
-
Olamaz… İnanamam… Berna hiç söylemedi bana, eminim
ki o da bilmiyordur…
-
Sanırım…
-
Peki, Cem, bu işlerden nasıl sıyıracağız?
-
Sabır, inanç, güven ve destek ile… Başka yolu yok… Sen
de kendine dikkat et, ben de edeceğim. Bu işi en kısa sürede çözmek zorundayız…
Bu arada senin şu Hava Hastanesi’nde mikrobiyolojide çalışan hemşire arkadaşına
sana söylediğim bizim komutanın sekreteri Nevin KISKANIR’ın bir rahatsızlığı
falan var mıymış bir soruversene?
-
Cinsel hastalık mı? Ne? Yatacak mısın onunla yoksa Cem…
-
Aslı, sana bana inan ve güven diyorum. Lütfen,
saçma sapan şeyleri getirme aklına..
-
Peki, yarın kendim uğrar sorarım…
-
Nasıl beğendin mi borç çorbasını?
-
Ya çorba mı içtim, çorba mı beni içti anlayamadım
ama değişik ve hoş bir lezzeti var…
-
Öyledir…
-
Gerisini Bahattin Usta’ya bıraktım o bize bir
şeyler gönderecek. Bekleyelim bakalım…
Cem’le Aslı o gece birlikte çok güzel
yemekler yediler, zaman zaman sinirlenseler de gece tatlı biter. Aslı, Cem’e
inanıp güvenmekten başka bir şey yapamayacağını, yapmak istemediğini de
anlamıştır. Arabaları kapının önüne getirildiğinde saat 01.00 civarıdır. Cem
ile Aslı evlerine doğru yola çıkarlar…
Ertesi günü, Cem işyerine gittiğinde
odasında Nevin’in onu beklediğini görür:
-
Günaydın Nevin Hanım, hayırdır paşa sevgilinden
sarı zarf mı getirdin bana?
-
Saçmalamayın binbaşım, özür dilemeye geldim, bütün
gece uyuyamadım, telefon ettim defalarca ama açan da olmadı…
-
Gerek yok özüre Nevin Hanım, bir daha görüşmeyelim
yeter…
-
Binbaşım lütfen yapmayın… Çok zor durumdayım, çok
üzgünüm… Hatamı telafi etmek istiyorum bu akşam ne olurrrr…
-
Bekletme o halde, çıkışta arabamda olacağım…
-
Harikasınnnnnn, anlaştıkkk!..
Nevin dışarı çıkar çıkmaz bölüm
sekreteri Perihan içeri girer:
-
Binbaşım neydi o öyle yaaa!
-
Hayırdır deli kız, ne ne?
-
Yaaa dün Nevin’i yol kenarında nasıl da silkeledin öyle!
-
Ne silkelemesi Perihan?
-
Ya, bizim mesai aracı oradan geçiyordu bütün bayan
arkadaşlar gördü, sabahtan beri herkes Nevin’le dalga geçiyor. Her kuşun eti
yenmez diye…
Cem Nevin’in kendisine neden yalvarıp
yılıştığını anlamıştır, demek olanlar onu etkilemiş, bunu değerlendirmeliyim,
hem de kesinlikle değerlendirmeliyim diye düşündü. Sonra da Perihan’a;
-
Deli kız, bu hatun bizim Tümgeneral’le değil mi?
Başka bir arayışa neden giriyor?
-
Binbaşım siz de bazen çok saf oluyorsunuz,
Tümgeneral 60 yaşında Nevin 26, siz de kaçtı yüzbaşım 37. Anlamadınız mı hala…
-
Anladım diyelim de benden başka bir sürü ağzı açıp
budala var ortada neden onlar değil?
-
Onları istediğinde ellerinde oynatırlar ama sizi.
Dün bir de karıyı silkeleyince… Owwww, otobüsteki bütün hatunlar ki bazıları
seni hiç sevmez ama ne dediler biliyor musun? “Helal olsun Cem Binbaşı’ya
karıyı piç etti !”
-
Desene namımız yürüdü?
-
Aynen öyle binbaşım, vallaha yakında herkes sana
asılmaya başlarsa şaşırma, ben hariç… Herkes bir yana sen bir yana deli kız
keşke sen asılsaydın diyecektim ama…
-
Aması ne binbaşım?
-
Biriyle beraberim, sır, çaktırma…
-
Buradan mı binbaşım?
-
Hayır, Maliye Bakanlığı’ndan…
-
Üfff yaaa sanki burasını bitirdin de şimdi elini
Maliye Bakanlığı’na attın, bizi pas geçtin demek…
-
Kız, bir duyan olsa seninle benim bir haltlar
yediğimizi düşünecekler…
-
Kim ne düşünürse düşünsün, binbaşım seninle adımın
çıkması bile benim için şereftir. Ama sen bana kalp ameliyatımda kanlarını
verdin, sevgilim yanıma gelmedi sen vardın. Hemşireler ortadan kayboldu altımı
bile sen temizledin..
-
Ya deli kız anlatma şunları, bin defa olsa ki
inşAllah olmaz senin için aynı şeyleri yaparım. Sen benim için çok önemlisin…
-
Ya binbaşım bu Nevin var ya, ben onun ağzını
arattırayım. Seni yatağa atmaya kalkar, yatakta kendini seninle bastırtmaya
kalkar… Bu şıllıktan her şey beklenir…
-
Deli kız vallahi sen beni benden çok düşünüyorsun,
bu gece yine birlikte çıkacağız zamanın az yani..
-
Sen merak etme binbaşım, öğleye kadar çözerim ben
vaziyeti...
Perihan 32 yaşındadır, uzun boylu,
gösterişli, elinden dikiş, nakış, makyaj her şey gelen donanımlı bir kızdır.
Erkek gibi tavrı vardır. Pek çok erkeğe de erkekliği öğretecek kadar delikanlıdır.
Açık kalp ameliyatı olana kadar utangaç ve mahcup bir kız olan Perihan ameliyat
sonrası tamamen değişmiştir. Arada sırada Cem’e “Verdiğin kanlardan beni de
azdırdın. Bazen karılara bile sulanmaya başladım, günahlarımın sebebi sensin” diye takılmaktadır. Binbaşı Cem ise, Perihan’ı
onun için canını verecek kadar sevmektedir. Tam anlamıyla bir dişi olan Perihan
ile aralarında yaşananlar pek çok âşık arasında bile kolay kolay yaşanamayacak
anlardır…
Öğle tatilinde Perihan binbaşının
odasına girer ve:
-
Dediğim gibi binbaşım, bugün o senin arabana
binecek arkasından da Bekir Üstçavuş sizleri takip edecek. Yanlışlamaya bir
yere girer ve onunla halvet olursanız sizi bastırtacak, ona göre, yani karıyla sana
tuzak kurdular…
-
Teşekkürler benim asil sevgilim, deli kız…
-
Offf beeee, binbaşım. Ağzından bal damlıyor… He
heeee, sevgilim dedi bana..
-
Ya ne diyeyim sana deli kız, senin bu yaptığını
bana kim yapar ki…
-
Sevgilin yapar tabii, heyyyt ulen binbaşının
sevgilisi geliyor…
Perihan geldiği gibi odadan adeta uçup
gitmiştir. Birden Cem Perihan ile kendisini düşünür, çok hoş bir düşüncedir ama
başka bir şey vardı aralarında Perihan’la sevgili olmalarını engelleyen, hem de
çok güçlü bir şey… “Deli kız” der, “Keşke aramızda
böyle bilinmez bir engel olmasaydı…”
Binbaşı hemen bir sivil arkadaşını arar,
Şimşir Otel’in sahibidir. Ankara yakınlarında minik ama çok hoş döşenmiş bir
oteldir. O otele genelde gençler balayı için gelirler ve küçük de olsa yemyeşil
bahçesinde, evliliklerinin ilk günlerini huzur içinde geçirirlerdi.
-
Kenan nasılsın?
-
İyiyim kumandan, sen nasılsın? Epeydir yoksun
ortalarda, yoksa başını dinleyecek birini mi buldun..
-
Oğlum senden de bir şey saklanmıyor…
-
He he heeee, emret abi…
-
Emir değil, sadece bir istek ve senden başka
kimseyle paylaşamam. Benim işyerime acilen gelebilir misin?
-
Emrin olur, 45 dakika sonra oradayım…
-
Deliiii, hız yapma, çabuk gel ama hız yapmadan gel…
-
45 dakikaaaaa
Kenan, binbaşı ile nizamiyede buluşur
ve sessiz bir köşeye çekilirler.
-
Kemal başım dertte..
-
Ne yapabilirim abi..
-
Beni bir tezgâhla basmak isteyecekler, karı da bu
kumpanyanın içinde, basılmamızı sağlayacak da bir astsubay, bu karıyı da benim
ele geçirmem gerekiyor, ne yapacağız, senin aklına ihtiyacım var…
-
Abi sen karıyı al getir, ama gelmeden önce bir de
şu astsubayın fotoğrafını bul ve resepsiyona bırak gerisini ben hallederim. Sen
sadece içeri birkaç çıplak adam girdiğinde odanın arka tarafındaki balkon
kapısından çık ben seni oradan alırım.
-
Eyvallah, temiz iş olsun Kenan…
-
Merak etme abi…
Mesai bitimi, komutanlıkta çalışan
hemen bütün hatunların bakışları arasında Nevin yine bütün zilliliği ile
binbaşının arabasına binmiştir.
Binbaşı söze girer;
-
Bu günün bana ait, kendini bana bırak ve sen de
bana kendini affettir,
-
Nasıl affettireceğim…
-
Sen bilirsin nasıl affettireceğini Nevin…
Nevin nizamiyeden çıkar çıkmaz bütün
yosmalığını takınmış bir elini binbaşının sağ ayağına atmış tırnakları ile
azdırmaya çalışmaktadır.
Binbaşı:
-
Nevin elini korkak alıştırma, yapmam gereğini yap
deyince, Nevin binbaşının bacağını ve daha üst taraflarını okşamaya başlar…
-
Ooooo, müthişsin sen. Desene bu gece uzun sürecek…
-
Evetttttt, hem de çok uzun… Gecenin sonunda kendini
müthiş hissedeceksin…
-
Yakında bir otel var, oraya gidiyoruz. Bu iş
arabada falan olamaz, şehir trafiği de çok yoğun, eve kadar sabredemem…
-
Azgın herif seniiii… Ne kadar zamandır ben de bu
anı düşlüyordum. Her beraberliğinle ilgili ayrıntıları duyunca deliriyordum…
-
Demeee…
-
Evetttt…
-
Bak ama ben fantezileri severim, itiraz etmezsin
umarım…
-
Ben de bayılırım…
Otele geldiklerinde binbaşı arkadan
kendilerini uzak mesafe takip eden araçları fark eder, oralı bile olmaz.
Arabadan iner inmez Nevin’in poposuna elini koyarak yürümeye başlar…
Resepsiyon’da kayıt yapar ve fotoğrafı resepsiyon görevlisine bırakıp yukarı
çıkarlar.
Binbaşı kapıdan içeri girer girmez
deliler gibi Nevin’in üzerindeki giysilere saldırır ve parçalamaya başlar… Nevin
itiraz edecek gibi olsa da onun da hoşuna gittiğinden binbaşıyı aklınca daha da
kamçılamak için rol yapmaya başlar…
-
Vahşi erkek, seni nasıl içime alacağım ben?
-
Binbaşı hiç konuşmamaktadır, elbiselerinin ve iç
çamaşırlarının neredeyse tamamı paramparçadır ve yerlere savrulmuştur. Birden Nevin’i
yatağa doğru fırlatır ve kendisi soyunmadan dudaklarını hoyratça öpmeye,
ellerini vücudunda gezdirmeye başlar…
-
Çok hoyrat olma, yarın oram buram morarmış olarak
mesaiye gidemem…
Binbaşı saldırganlığını
arttırmaktadır, sonra:
-Dur öyleyse ben de görünmeyen yerlerini morartayım
ama seni de dellendirmem lazım. Ellerini bağlayacağım bir de gözlerini ona
göre…
-
Nerelerimi morartacaksın?
-
Bekle…
-
Erkeğim ol, vahşi erkeğim, sert sevişmeyeli çok
oldu…
-
Bekle, sabret…
Binbaşı Nevin’i sütyeni ve askıları
ile elerinden bağladıktan sonra, külotu ile de gözlerini bağlar ve çoraplarını
da gözlerinin bulunduğu çukurlara yerleştirir. Elleri ile yavaş ama hoyratça Nevin’i
okşarken kapı sessizce açılır ve üç tane iri yarı, çırılçıplak amele tipli
adamlar girer. Ellerindeki elbiselerini de odanın değişik taraflarına
fırlatıverirler..
Binbaşı Nevin’e:
-
Bak şimdi seni farklı farklı okşayacağım, sakın
gözlerini açma sonra da sen benden ne isteyeceksen onu isteyeceksin, sabaha
kadar bütün fantezilerin fantezilikten gerçeğe dönüşecek.. Ama benim de
soyunmam lazım..
-
Evettt…
Binbaşı üç erkeğe hadi sıra sizde der
gibi işaret edip arka tarafa yönelir…
İçeriden gelen sesler şimdiden artmaya
başlamıştır, Nevin bütün aşüfteliği ile güya binbaşıyı azdırmaya çalışıyordur.
Binbaşı arka kapıdan çıktığında içeriden gelen sesler feryat ile karışmaya
başlamıştır ama sanırım adamlar yalvarmalara aldırmıyorlardır. Arka kapı
çıkışında bir merdiven dayalıdır, binbaşı ikinci kattan merdivenle inip
merdiveni bir hamle de çekip alır ve bahçe tarafına doğru yıkılması için bırakır.
Astsubay Bekir de onlardan sonra otel
resepsiyonuna gelmiş ve bir oda ayırtmıştır, resepsiyon görevlisine de “Birilerini
bekliyorum, sonra yukarı çıkarım”
deyip lobide oturmaya başlamıştır. Resepsiyon görevlisi binbaşının doldurduğu
fişi paramparça edip çamaşır deliğinin bulunduğu oluktan aşağı atmış,
binbaşının tuttuğu oda numarasını da üstçavuşun doldurduğu formun üzerine
yazmıştır. Bir süre sonra Üstçavuş Bekir’in misafirleri lobiye gelmeye
başladığında Polis İstihbarat Emeklisi Kenan’ın getirttiği ahlak zabıtası da
lobinin ter tarafındaki girintide oturmaktadır. Üstçavuş’un işaretiyle, yanında
getirttiği sahte polisler lobiden fırlayıp yukarı çıkmaya başlarlar.
Ardlarından da Kenan’ın arkadaşları olan Ahlak Zabıtaları yukarı doğru koşmaya
başlarlar. Binbaşı ise olan biteni uzaktan arabasının içinden izlemeye
çalışıyordur. Önce içeri üstçavuşun adamları dalar ki Nevin’i iki kişinin
arasında çırılçıplak çırpınır vaziyette bulurlar, üçüncüsü ise başlarında
sırasını beklemektedir. Sahte polisler bağırıp çağırmaya başladığında Üstçavuş
oyuna getirildiğini fark etmiştir ki o anda içeri silahları ile gerçek ahlak
zabıtası girmiştir. Nevin, üzerine oteldeki görevli bayanların giydiği giysiler
giydirilerek ekip arabasına alınmış, diğerlerinin giyinmeleri beklenirken sahte
polislerin elindeki silahlar ile kelepçeler müsadere edilmeye başlanmıştır.
Adamlar işin ciddiyetinin farkında değillerdir. Üstçavuşa bas bas
bağırıyorlardır..
-
Hani ulan bir şey olmayacaktı, bu sadece bir film
çekimi provasıydı?
Nevin’le
halvet olan üç amele ise üstçavuşa saldırıyor,
-
Ver ulan paramızı, işimiz yarım kaldı. Paramızı
isteriz, adam başı 200 dolarımızı versen ulan pezevenk…
Nevin artık tescilli fahişe, Üstçavuş
ise pezevenk muamelesi görüyordur. Nevin arabada olan biteni düşünüyor ama
geridekilerin neler yaşadığını bilmediğinden merakla bekliyor ama çok da
korkuyordur. Adamların kendisine tecavüz etmesine mi yanmalıdır, verilen görevi
yerine getiremediğine mi, polisin eline düştüğüne mi?
Az sonra Üstçavuş’un da elleri
kelepçeli olarak Nevin’in yanına getirilip bırakılır ve polisler güya diğerleri
ile ilgilenmek için aracın kapılarını kilitleyip giderler.
-
Ne oldu Bekir? Neler oldu?
-
Nevin mahvolduk, biz binbaşıyı tuzağa düşürmeye
çalışırken o bizi düşürdü. Şimdi ben pezevenk sen de benim pazarladığım orospu
muamelesi göreceğiz.
-
Allah kahretsin, neden gevşek davrandım?
-
Ne yaparsan yap bu binbaşı bizi tuzağa düşürecekti.
Şimdi ne yapacağız esas onu düşün. Suçüstü muamelesi yaptıkları için Askeri
İnzibatı şimdi çağırdılar. Mahvolduk, bu iş öğrenilirse bittik…
-
Binbaşıyı bulursak bu iş belki biter, ne yapıp
edelim onu bulalım…
Aracın içinde bunları konuşurlarken
binbaşını aracının önlerinden geçip otelin önünde durduğunu görürler. Binbaşı
hiçbir şey olmamış gibi içeri girer onlar ise akıllarından geçen bin bir
senaryo ile baş başa kalırlar…
Az sonra onları araca götüren
polislerden biri gelip Nevin’i arabadan alır ve otele doğru sürüklercesine
götürür. Otelden içeri girdiklerinde lobide binbaşı ve polisler birlikte oturmaktadırlar.
Binbaşı söze girer:
-
Nevin içinde bulunduğun durum çok kötü, buradaki
olaylar adalete yansırsa sen vesikalanırsın, Bekir de tescilli pezevenklikten
içeri girer, her ikiniz de iffetsizlikten memuriyetten de atılırsınız. Baskın
anının fotoğrafları medyaya dağıtılır ve ailece bitersiniz. Şimdi sana 15
dakika düşünme payı veriyorum, git arabada düşün. Ya bana gerçekleri anlat ya
da tescilli orospu olarak bu yaşama dön…
Nevin’ getiren polis onu alıp arabaya
götürür ve bu kez Bekir Astsubay’ı alıp huzura getirir. Binbaşı;
-
Evet, Bekir Astsubayım, artık aslında da olduğu
gibi tescilli bir pezevenksin,
Korgeneralin sekreterini pazarlayan bir pezevenk. Şahitler burada, üç
gariban amele, adamlar “Bir kez oldu, doymadık,
biz paramızı isteriz” diyorlar. Şimdi açıkça anlatacak mısın yoksa
Askeri İnzibatı çağıralım mı? Bugün de aksi gibi sizin ekibi hiç sevmeyenler
nöbetçi… Yandın yani… Git düşün… Sana 15 dakika süre...
-
Binbaşım süreye gerek yok, baş başa konuşalım mı?
Ne olur binbaşım…
-
Peki, ama biz konurken konuştuklarını bir video banda
kaydedeceğiz, size güven olmaz…
-
Ama binbaşım…
-
Götürün o zaman bu pezevengi, getirin tescilli
orospuyu…
-
Dur binbaşım tamam, tamam ne isterseniz yapacağım.
Zihinsel engelli bir çocuğum var, ne olur yapmayın…
-
Tamamdır, geçelim o zaman içeri… Kenan Abi ekibe
bir ziyafet çek, kuş sütü eksik olmasın işimiz biraz uzun.
-
Tamamdır binbaşım, arkadaşlar seni severler
bilirsin ziyafete ihtiyaç yok ama aperatif bir şeyler hazırlattım ben onlara
sen keyfine bak, otel senin…
Odaya geçtiklerinde Bekir’in
ellerindeki kelepçeyi polis çıkartır ve dışarı çıkar. Binbaşı Bekir’i oturttuğu
sandalyenin tam karşısına koydurttuğu videonun kayıt düğmesine basar ve
soruları sormaya başlar.
-
Bekir sana bu tezgâhı kurman için kim emir verdi?
-
Binbaşım söyleyemem beni yaşatmazlar..
-
Sen bilirsin Bekir, bu odadan ya görevinin başına
döner ve bu gün olanlar sadece bende kalır ya da buradan tescilli bir pezevenk
olarak çıkar, her şeyin yerle bir olur ve sokaklara düşersin…
-
Binbaşım ne olur, acıyın bana…
-
Lan siz bana acıdınız mı? Neden beni tezgâha
getirecektiniz?
-
Binbaşım Özkan Tümgeneralim bu emri verdi bana ve Nevin’e…
-
Ulan pezevenk, Nevin Tümgeneral’in kapatması değil
mi, nasıl iş bu? Boynuzlu mu bu Özkan?
-
Hayır, binbaşım iş bildiğiniz gibi değil, Nevin’i
herkes kullanır. Tümgeneral Özkan GENÇ’te canı çektiğinde…
-
Demek büyük bir tezgâh var ortada.
-
Evet binbaşım..
-
Peki, başka bayan personel var mı bu tür çalışan ve
ekibin içinde?
-
Var binbaşım, 13 bayan daha var. İstersen hepsinin
isimlerini teker teker sayayım…
-
Sayacaksın tabii ki, bu ifadeni kâğıda da dökeceğiz
ve altını da imzalayacaksın. Ama sana söz, ağzınızı açmaz ve rolünüzü
oynarsanız size hiçbir zarar gelmeyecek. Erkek sözü…
-
Binbaşım siz bana söz verdikten sonra gerisi önemli
değil, sizi herkes “sözünün eri” olarak tanır… Her şeyi anlatacağım ve her
şeyin altına imza da koyacağım…
-
Tamam, Bekir anlat baştan itibaren…
-
Binbaşım, bir yapılanma var. Genelkurmay Başkanlığı
savaşı. Bizi o savaşın içine çektiler. Nevin’i şantaj görüntüleri ile beni de zekâ
özürlü çocuğumun tedavisini üstlenerek…
-
Genelkurmay Başkanlığı Savaşı mı?
-
Evet,
-
Orgeneral Çetin GİR’i Genelkurmay Başkanı yapmak
istiyorlar…
-
Sen nereden öğrendin bunu?
-
Nevin’i yine bir Korgenerale götürdüğümde general
ağzından kaçırmış, bizden havacı bir korgeneral…
-
Bak söylediklerinden emin misin? Durum çok karmaşık
ve zor hale geldi. İyi düşün.
-
Evet, apaçık ortada, Genelkurmay Başkanlığı’na
Çetin GİR’i getirecekler…
-
Tamam, Bekir başka sorum yok… Sen bana bunları
anlatmadın, bugün yaşanmadı, bugünü unut kısaca ve görevine devam et ama
haftada bir seninle burada buluşacağız. Nevinle de bir başka yerde…
-
…
-
Tamam, Bekir şimdi dışarı çık, sana bir oda
verecekler. Gir dinlen, yemek ye, sonra da sizi bıraktırayım. Sakın salaklık yapma!
Bu arada çocuğunun tedavisini GATA’da yaptıracaksın, yarın sabah yanıma gel
seni birine göndereceğim. Kimseye muhtaç olmayacaksın tamam mı?
-
Binbaşım sağ olun, sağ olun, emrinizdeyim,
köpeğinizim, ne isterseniz yapacağım..
-
Tamam, Bekir şimdi çık arkadaşlar kapının önünde,
onlar seninle ilgilenecek…
Bekir Astsubay dışarı çıktığında
mutludur şimdilik kurtulduğu için ama huzursuzdur aynı zamanda bu işi nasıl
sürdüreceğini bilemediği için…
Az sonra arabadan Nevin’i getirirler, Nevin
dağılmıştır. Binbaşının bulunduğu odaya sokup video kaydedicinin karşısına
oturturlar. Ellerindeki kelepçeyi çıkartırlar…
-
Anlat orta orospusu… Tümgeneralin odalığı, ekibin
fahişesi anlat, kimlerle yattın, neden, kimin emriyle? Az önce Bekir konuştu,
ona da şunu söyledim buradan ya buraya gelmeden önceki hayatına dönmek üzere
çıkarsın ya da tescilli pezevenklik başta olmak üzere, Korgeneral sekreteri pazarlamak
dâhil birçok konudan zanlı olarak… Yani bir hiç olarak… Sen de ya buradan adli
tıbba gider genital muayene sonrası vesikalanırsın ya da buraya gelmeden önceki
gibi Korgenerallik sekreterliğine…
-
Ne istiyorsun benden sor…
-
Ben bir şey istemiyorum sen anlatacaksın, benim
sormama gerek kalmadan. Burada kayda girecek, sonra da deşifre metinleri
imzalayacaksın. Her şeyi unutup görevinin başına döneceksin. Haftada bir gün
bana gelip o hafta olan biteni
ayrıntılarıyla bana rapor edeceksin. Sana daha sonra geleceğin adresi
vereceğim.
-
Beni haftada bir düzmeye mi çağırıyorsun, bilgi
almaya mı?
-
Bak Nevin, sen düzülmeye bile değmezsin. Adamların
elindeki görüntülerin nedeniyle tam anlamıyla bir fahişe olmuşsun, benim
fahişelerle işim yok…
-
Sadece ben değilim ki…
-
Sen diğerlerinin de ismini vereceksin ama dikkat
et, kimseye iftira atma, yoksa genelevde bile çalıştırmam seni…
-
Bak salak binbaşı, bana istediğini yapabilirsin ama
bana bir şey olmaz; ya beni öldür ya da ben senin hayatını bitireyim…
-
Tamam, sen bilirsin…
Binbaşı kapıyı açar üç ameleyi ve
sahte polisleri buraya gönderin, bu karıyı paçavraya çeviren serbest kalacak,
akdi takdirde hepsi kodesi boylayacak… Otel görevlileri üç amele ile birlikte 5
sahte polisi odaya getirdiğinde binbaşı video kameranın yerini değiştirir ve
yatağı görür vaziyete getirir. Sonra da gelenlere dönüp;
-
Bakın bu karı azgın, öyle normal muameleden zevk
almaz. Buradan başınız ağrımadan çıkmak istiyorsanız bu karıyı haşat etmek için
cinsel ilişkiye gireceksiniz. Her şey serbest, sadece sabaha nefes alıyor olsun
yeter… Burada bu karıya acıyan olursa sabah direk kodese gider ona göre…
Binbaşı kapıya yönelir ve dışarı çıkar
çıkmaz Nevin’in feryadı duyulur, adamlar saldırmışlardır üstüne, aradan iki
dakika bile geçmeden içeriden Nevin canhıraş bir şekilde binbaşıya seslenir…
-
Ne olur al ellerinden! İstediklerini söyleyeceğim…
Binbaşı içeri girdiğinde birkaç erkeği
Nevin’in altında, üstünde, önünde ve arkasında görür, kısa sürede her tarafı
adeta dağıtılmaya başlanmıştır…
Binbaşı adamların dışarı çıkmasını
söyler, kapıdakilere de “Benden talimat alınca hepsini salın” der…
Nevin’i çırılçıplak video kaydedicinin
karşısına oturtur ve sormaya başlar:
-
Kimden emir alıyorsun?
-
Tümgeneral
Özkan GENÇ’ten.
-
O mu belirliyor kiminle yatacağını.
-
Evet..
-
Başka kimler var aynı şekilde kullanılan?
-
13 kişi var; Aliye F…, Arzu G…, Zehra K…, Zehra C…,
Nursel M…, Gülsüm T…, Zahide U…, Ajda Ç…., Emine E…, Sabriye T…, Perizat K…,
Zühre C…, Leyla A…
-
Hepsi de fahişelik mi yapıyor?
-
Bize fahişe denmez binbaşım biz tutsağız, köleyiz…
-
Hepinizi birden nasıl düşürdüler?
-
…
-
Sana sordum, nasıl düşürdüler?
-
…
-
Cevap ver…
-
Ben düşürdüm onları da onlar istedi ben de
düşürdüm..
-
Yani 13 kızın yaşamını sen mahvettin?
-
Evet…
-
Peki, ne yapmaya çalıştığınızı biliyor musun?
-
Evet, bu yüzden seni yaşatmayacaklar binbaşım…
Gebertecekler seni de sevgilini de aileni de, kökünü kazıyacaklar… Ellerinde
her türlü bilgi ve belge var… Sen bittin… Beni bitirdin ama sen de bittin…
-
Sen beni düşünme kendini düşün… Çetin GİR’i nasıl
Genelkurmay Başkanı yapacaklar?
-
Bekir salağı mı anlattı bunları sana…
-
Evet, ne oldu?
-
Ben başka bir şey bilmiyorum…
-
Peki, o zaman az önce isimlerini saydıklarını da
buraya getirteyim ve seni onlarla baş başa bırakayım…
-
Şantajcısın binbaşım, şantajcı…
-
Sizden öğrendim orospu? Beni tezgâha getirmek
isterken kendiniz tezgâha geldiniz…
-
Sana neden güveneyim?
-
İster güven ister güvenme, benimle ilgili dosya o
kadar ayrıntılıysa senin beni tanımam gerekmez mi orta malı?
-
Tanıyorum, tanıyorum da ben de bu duruma mert,
delikanlı sandığım biri tarafından düşürüldüm, Erkeklerin hiçbir şeyine
güvenmem ben…
-
Yanlış seçiminden be sorumlu değilim, sen dua et
Korgeneralin sekreteri olarak fahişelik yapıyorsun bir de geneleve düşsen, ya
da kaldırımlara halin ne olur? Burada üstüne sekiz kişi atladı şu haline bak,
bir de oraya düşsen üç günde cesedini çöplüğe bırakıverirler senin..
-
Benden ne istiyorsun binbaşım net!
-
Bilgileri istiyorum bütün bildiklerini ve her hafta
gelip bana rapor vermeni…
-
Tamam, ulan kabul, ben de susacağım sen de
susacaksın. Şartlara uymayanın Allah belasını versin. Kabul ulan. Milleti
gönder şimdi, benimle baş başa kal, Bekir de burada olsun, birlikte anlatalım
her şeyi sana ama sabah işe düzgün gidelim…
Binbaşı dışarı çıkar, Bekir’i
getirmelerini söylerken Nevin’i yıkamaları ve dinlendirmeleri için otelde
görevli masöz ile kat görevlisi bayanı odaya davet eder. Polislerin de
diğerlerinin gözlerini korkutup salmaları için Kenan’dan rica eder. Nevin önce
yıkanmamak ve dinlenmemek için direnir gibi olursa da da ertesi günü düşününce direnci
kırılır. Binbaşı, Kenan’dan iyi bir Makyöz’ün sabah otelde hazır bulunmasını
ister. Sonra da otelden eve telefon edip o gece eve gelemeyeceğini, kendisini
merak etmemesini Aslı’ya iletir…
Odada tekrar buluştuklarında gecenin
23’üdür. Binbaşı sorar, onlar cevaplandırırlar. Her şey kameraya kaydedilir ve
kaydedilenler Kenan’ın ekibi tarafından deşifre edilip kâğıtlara dökülür. Sabah
saat 06.00 da her şey bitmiştir. İfadelerini aldıktan sonra Nevin ile Bekir’i
uyumaları için odalarına gönderen Cem Binbaşı, makyözün Nevin’e çok iyi makyaj
yapmasını ve otel görevlilerinin Bekir ve Nevin için mükemmel giysiler
alınmasını Kenan’dan rica eder. Sonra da ben geri gelmem, onlar hazırlanınca
adamların bizim birliğin nizamiyesine her ikisini de ayrı ayrı zamanlarda
bıraksınlar der ve Orhan Abi dediği eski bir görev arkadaşını arar:
- Abi
merhaba ben Cem,
- Hayırdır
koçum, bu saatte
- Çok
önemli, en kısa sürede buluşalım, bir video transfer yeri olsun yalnız..
- Tamam,
sen İvedik Caddesi’ndeki lastikçinin önüne gel ben seni oradan alırım.
- 45
dakika sonra anca orada olurum.
- Tamam,
45 dakika sonra, yani kargalar konsa çıkmadan… Oğlum senin de her işin acele…
- Abi
çok önemli…
- Tamamdır,
bugüne kadar hiç önemsiz bir konu getirmedin ki…
Telefonu kapattıktan sonra Kenan’la
vedalaşıp çıkar. Doğruca randevu noktasına gideri. Oraya vardığında Orhan
Bey’in arabası henüz ortada yoktur. Biraz dediği yerde bekledikten sonra Orhan’ın
arabasının kendisine selektör yaptığını fark eder, peşine takılıp takip eder.
Kaymakamlığın bulunduğu caddeye saparlar ve bir kuruyemişçinin önünde park
ederler, aşağı indiklerinde Cem’in elinde bir klasör ifade iki tane de VHS bant
vardı. Öndeki kuruyemiş sergi bölümünü geçip imalathaneye girerler, işçiler
sabah vakti çalışıyorlardır. Alta kata inerler ve çelik bir kapının arkasına
geçtiklerinde Cem teknoloji ile iç içe olduğunu fark eder. Kimse onlara dönüp
bakmadan işlerine devam eder. Orhan;
-
Söyle bakalım Cem nedir konu?
-
Abi kara Kuvvetleri Komutanı Hasan TÜRKMENOĞLU’nu
ortadan kaldırıp onun yerine Genelkurmay Başkanlığı’na Orgeneral Çetin GİR’i
getirecekler..
-
Sen ne dediğinin farkında mısın, elinde delil,
bilgi, belge var mı?
-
Hepsi burada birer nüsha benin için çoğalttır,
bunlar senin…
-
Nedir bunlar?
-
Ekipten iki kişinin itirafları..
-
Oğlum, kardeşim bu işlere neden bulaşıyorsun sen?
-
Abi ben bulaşmadım onlar bana bulaştılar…
-
Allah’ım Ya Rabbim… Ya sen bela paratoneri misin
oğlum? Ya git adam gibi subaylığını yap sana ne yaaaa…
-
Abi neyin ne zaman olacağı belli değil ama siz bunu
çözersiniz, bu arada bana bir de Kara Kuvvetleri Komutanı’dan randevu ayarlar
mısın, yüz yüze görüşme için…
-
Tamam, ayarlarım da sen makama gitme, biz seni bir
yerde buluşturalım orada söyle söyleyeceklerini…
-
Tamam, abi senden haber bekliyorum.. Ama abi böyle
bir tezgâh varsa şirkette de ekipleri olmalı…
-
Var tabii ki, bunlar bizim de kulağımıza çalındı
ama nasıl olacağını kestiremiyoruz tabii ki…
-
Abi bunların dışında bir bilgi daha var, bu bilgiyi
çok özel kişilerle paylaş..
-
Nedir koçum..
-
Abi Orgeneral Çetin GİR, Özel Kuvvetler Komutanlığı‘nın
bir B timinden Astsubay İsrafil ALTINBAŞ ile Astsubay Erkut İNCEK’le özel
olarak ilgileniyor. Aralarında bir şey var, bir sır ya da sır olması gerekecek
bir şey…
-
Dur Cem isimlerini not alayım…
-
Abi bu bana kötü şeyleri düşündürüyor… Bu iki astsubay
bomba konusunda değil atış konusunda çok iyiler, tuzaklamalar konusunda da…
-
Tamam, koçum, seni bir şekilde korumaya aldırmamız
lazım. Bana şu olayı tamamıyla anlat bakalım da ne yapabiliriz karar verelim…
Cem iki gün içinde gelişen olayları
anlatınca Orhan’ın yüzü gerilir. İşin içinde polis istihbaratından emekli Kenan’ın
de olduğunu öğrenince biraz rahatlar ama yine de çok tehlikeli bir durum söz
konusudur.
- Cem sen görev yerine
git, bugün işyerinde su bile içme, tuvalete bile gitme, sık dişini akşama
kadar. Ben akşama kadar gerekli tedbirleri alır sana bildiririm. Hatta senin
eve gelirim. Muhtemelen de bu gece seni TÜRKMENOĞLU ile de görüştürürüm.
-
Tamamdır abi, sen şunları birer nüsha çoğalt da…
-
Sen merak etme koçum, çoğaltır senin adına 3 farklı
şehirdeki noterde muhafazaya aldırırım. Sen dert etme…
Cem dışarı çıkar, o kadar yorgundur
ki. Saat 08.30 olmuştur bile, doğruca iş yerine gider. Aslı’yı arar ve ona iş
yerinde olduğunu, merak etmemesini söyler. Kısa bir süre daha yerinde kalıp
doğruca komuta katına çıkar. Nevin ve Bekir oradadırlar, her ikisinin de
durumları çok iyidir. Hatta Nevin o mükemmel makyajla her zamankinden çok daha
güzeldir. Selamlaşırlar ve binbaşı aşağıya iner, masasına oturur.
Az sonra Perihan yanındadır.
- Ne
oldu binbaşım, sen dağılmışsın karı taş gibi…
- Kız
güldürme beni.. Bir şey olmadı..
- Binbaşım,
ben seni bu kadar bitkin hiç görmedim, sabaha kadar karı mıncıkladı mı yoksa
seni?
- Yok
be Perihan bir iki öpücük ve dokunma o kadar başka bir şey yok..
- Bak
binbaşım aslında karı acayip makyaj yapmış, sanırım sen de onu çok kötü
hırpalamışsın.. Ah ulan ah! Bizi böyle hırpalayacak biri çıkmıyor ki…
- Ya Perihan
vallahi bir şey olmadı, yalnız sen konuşulanlara kulak misafiri ol.. Tamam mı?
- Tamam,
binbaşım, benim kuşlar haberleri getirir bize…
Saat 15 civarı Perihan Binbaşı’nın
yanındadır.
-
Ya binbaşım kime inanacağımı şaşırdım.
-
Karı senin onu evire çevire hallettiğini anlatıyor
sen bir şey yapmadım diyorsun.. Herkes porno seyreder gibi karıyı dinliyor sen
ise mahalle imamı gibi konuşuyorsun…
-
İyi o
zaman, işler yoluna demek. Perihan aramızda kalsın, onlar beni rezil edeceğine
ben onları rezil ettim. Bu nağmelerin sebebi o…
-
Deme binbaşım… Karıyla yattın mı bari…
-
Ya Perihan yatağa attım da sonra başkaları ile
basıldı…
-
Ya binbaşım bilmece gibisin… Karıyı becerdin mi?
-
Hayır…
-
Yuh sana yaaaa… Neden becermeden bıraktın? Haaaa bu
arada buranın azgınları şimdiden seninle düzüşebilmek için plan yapmaya
başladılar bile… Aralarında kimler yok ki… Aliye, Zehra, Gülsüm, Ajda, Sabriye,
Leyla… Daha sayayım mı?
-
Sayma Perihan, hepsini biliyorum. Sen de onlardan
uzak dur onları önüne gelen beceriyor, sen bir şey bilmiyormuş gibi davran olur
mu?
-
Binbaşım sen şimdi bunları biliyorum dediğine göre
hepsini… Yok, daha neler yaaaa, bu nasıl iş yaaaa, bu ne insafsızlık yaaaa… Yanı
başımızdasın ama bizden başka herkes senin tadına bakmış sen de herkesin tadına
bakmışsın..
-
Perihan bildiğin gibi değil, çok kötü şeyler oldu,
çok şey öğrendim. Lütfen sen de üstüme gelme, bak bu hayat meselesi… Namlunun
ucundayım, öğrenmem gereken her şeyi öğrendim istemeyerek. Sen de sus lütfen..
-
Deme yaaa… Desene durum çok ciddi…
Cem mesaiden ayrılmadan Orhan, Cem’i
telefonla arar:
-
Cem bu akşam Kenan’ın orada iki tek atalım olur mu,
TÜRKMEN rakısı getirmişler..
-
Tamam, abi, işten çıkar çıkmaz oradayım…
-
Yolda karşılaşırız belki…
-
Tamam abi...
Cem arabasıyla otel yolunda ilerlerken
ileride otele 5-6 dakikalık mesafede Orhan’ın arabasını görür. Yol kenarında
duruyordur. Arabasıyla yanına yaklaştığında Orhan;
-
Arabanı burada bırak benim arabaya, arkaya geç, diye işaret eder.
Orhan’ın arabasının camları simsiyahtır,
arabasını stop eder, kapıları kilitler ve arka kapıyı açar açmaz karşısında
üniformasız olarak TÜRKMENOĞLU generalin oturduğunu görür. İçeri biner; Orgeneral
TÜRKMENOĞLU,
-
Evet, binbaşım sizi dinliyorum, şirketten getirilen
deşifreleri ve görüntüleri seyrettim. Özel Kuvvetlerdeki astsubaylarla GİR
Paşa’nın ilişkisini de öğrendim. Şimdi siz hem teşekkür etmek istiyorum hem de
bundan sonra da bana Orhan Bey vasıtasıyla haber ulaştırmanızı istiyorum. Bir
de sizin bu konuda ki düşünceleriniz almak istiyorum.
-
Komutanım, muhtemelen çok organize bir hareket
içindeler, sivil ve askeri erkândan pek çok kişi bu işin içinde. Çok fütursuzca
hareket ediyorlar. Kendilerine de çok güveniyorlar. Allah’tan da güveniyorlar
çünkü çok ciddi hatalar yapıyorlar. Bana kalırsa bunlar sizi öldürmek
istiyorlar, ya da sizi bir şekilde istifaya zorlamak. İstifaya nasıl zorlarlar
bunu ben değil siz bilebilirsiniz ama sizi öldürmeye kalkarlarsa bunu Özel Harekât
personeline yaptıracaklar. Ya bir törende, ya bir resepsiyonda ya da bir
tatbikatta…
-
Anladım binbaşım, biz de aynı şeyleri düşünüyoruz
bu konuda. Orhan Bey senin ve çevren için bütün tedbirleri aldırdı. Kenan
Bey’in dün gece uğradığı ve bir süre devam edecek zararları da tazmin edildi az
önce. Benden bir isteğin var mı? İstediğin zaman bana Orhan’la ulaş, istediğini
söyle yeter… Kendine de dikkat et. Çok badireden geçmişsin, anne tarafından
sülalenin geçmişi ve hizmetleri de malumumuz. Sen bizim evladımızsın… Bu işleri atlattığımız takdirde ki İnşAllah
atlatacağız, bizim evde seni ve Aslı kızımızı ağırlamak isterim. Tabii ki Orhan
ve eşi ile birlikte değil mi Orhan?
-
Emredersiniz komutanım…
-
Şimdi sen in, Kenan’a uğra. Bir kez daha selamımı
söyle ve sonra da evine dön. Aslı kızımızı yalnız bırakma… Orhan da beni
buradan götürür…
Cem arabadan iner, yerinden hareket
edemez bile. Orhan Abi’nin şahsi arabasında kara Kuvvetleri Komutanı ve arazide
yapayalnızdırlar… Orhan’ın arabası hareket eder etmez etraftan pıtırak gibi
kamufle olmuş adamlar çıkarlar, toplanma bölgelerinde toplanıp birden ortaya
çıkan Skorsky helikopterlere binip kaybolurlar. Cem artık iyice deşifre
olduğunu anlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder