DİKKAT ÇOK
ÖNEMLİDİR
BU HİKAYE'NİN BÜTÜN HAKLARI HASAN HÜSEYİN
MEMİŞ'E AİT OLUP KENDİSİNDEN YAZILI İZİN ALINMADIKÇA KISMEN YA DA TAMAMEN,
ALINTI YAPILARAK, MAHREÇ GÖSTERİLSE DAHİ YAYINLANAMAZ.
AÇIKLAMA
GİRDAP
YAKLAŞIK 10 YILDIR İSTANBUL FİLM VE DİZİ SEKTÖRÜNDE ÇALIŞAN NEREDEYSE BÜTÜN
KURULUŞLAR TARAFINDAN BİLİNEN BİR SENARYO HİKAYESİDİR. SEKTÖRDE BEĞENMEYEN VE
YAŞAMA GEÇİRMEK İSTEMEYEN HEMEN HEMEN YOK GİBİDİR. ANCAK, "KUKLACI"NIN
TALİMATLARI BUNA ENGELDİR. BURADA BU HİKAYE BÖLÜM BÖLÜM YAYINLACAKTIR. ÇÜNKÜ BEN
BU HİKAYEYİ BURADA YAYINLAYARAK, OKURLARIMIN VASITASI İLE TARİHE NOT DÜŞMEK
İSTİYORUM. NE OLUR NE OLMAZ... SAÇMA SAPAN BİR KALP KRİZİ YA DA SALAKÇA BİR
İNTİHAR SENARYOSUNUN BU ERİŞİME ENGEL OLMASINI İSTEMİYORUM...
SAYGILARIMLA...
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
VEKİL
Operatör ve ameliyat ekibi var güçleri
ile çalışmaktadırlar. Hatta onlar bile içlerinden dua etmektedirler. Operatör
yedinci mermi çekirdeğini çıkardığında,
- Sonunda
bitti, bitti ama bizi de bitirdi, ama üsteğmenin direnci hiç bitmedi hatta
arttı…
- Evet,
hocam, sanki siz her çekirdeği çıkardıkça, o size destek olur gibiydi…
- Evet,
bundan önce de bu tip direnenler olmuştu ama Cem Üsteğmen’inki bir başkaydı.
Operasyon
ekibi işini bitirip dışarı çıktığında Üsteğmen Cem’e kan vermek isteyen
yüzlerce insanın beklediğini görür. Kimi dua etmekte, kimi tespih çekmekte,
kimi ise duvar dibine çökmüş ameliyathane kapısına bir mabetmiş gibi
bakmaktadır. Kan vermek isteyenlerin pek çoğunda DDKK bayrağının renklerini
oluşturan sarı-kırmızı-yeşil örtüler, boyunluklar, bandanalar da olmasına
rağmen…
- Durumu
iyi, ameliyat çok iyi geçti. Ailesi burada değil mi?
Üsteğmen
Cem ailesini bir an evvel gönderdiğinden ailesinden kimsesi yoktur. Arkadaşları
atılırlar:
- Buradayız,
eşi ve kızı memleketteler, haber vermedik.
- İyi
yapmışsınız, durumu çok iyi. Şimdilik kan ihtiyacı da yok. Bir süre burada
yatıralım daha sonra gerekirse Diyarbakır’a yollarız.
- Hani
durumu iyiydi !?.
- Durumu
iyi ama biliyorsunuz; burada güvenlik…
- Siz
merak etmeyin biz tedbirleri aldık…
- Eminim
ama ben yine de Askeri Hastane’ye gönderelim derim…
Cem
Üsteğmen, ertesi gün bir helikopter ile Diyarbakır Askeri hastanesi’ne yollanır
ve toparlanma döneminde orada kalır. 17 gün sonra da taburcu olur ve birliğine
döner.
Üsteğmen
Cem’e verilen görev çoktan tamamlanmıştır. Sonunda beklenen olur ve
“unutuldum”diye düşünen APAKAY Ankara’ya çağrılır. Görev, “UFUK ÖTESİ
PROJESİ”nin hazırlanmasıdır. Proje, ülkenin bugünü, yarını ve daha da önemlisi
geleceğinin bütün şifrelerini içermektedir.
Üsteğmen
çağrıyı alır almaz hazırlıklara başlar. Bu tür çağrılar için hazır tuttuğu
valizi ve eşya listesi ile evinin yatak odasındadır. Eşyalarını kontrol ederek
valize yerleştirirken duvar kenarında duran silahlara gözü takılır, sonra
yerdeki mermi sandıklarına ve yüksekçe bir yere koyduğu el bombalarına. Sonra
da minik çocuğu Nur’un sözleri gelir aklına:
- Baba, bunları
DDKK’lıları öldürmek için kullanacağız değil mi?
‘Aman Allah’ım’ der içinden Üsteğmen, ‘Çocuğum
ne kadar da etkilenmiş. Ne olacak bu neslin geleceği?”
Valizi
neredeyse hazırlanmıştır. İçeriden eşi seslenir:
-Yemek
hazır!
Bir
yaz gecesidir. Sıcak ve kuru bir hava.
Eşi,
kızartma yapmıştır, yanında kocasının en çok sevdiği kuru köfteler ve içecek
olarak da Uludağ Gazozu. Uludağ Gazozu, bölgede pek satılmamaktadır. Bunun için
üsteğmen Cem her izin veya görev dönüşü Uludağ Gazozu getirmekte, adeta
stoklamaktadır.
Yemeklerini
balkonda yerler, balkon yola ters tarafta avluya bakmaktadır. Yanlarında bir
çocuk bahçesi, karşılarında bir çay bahçesi vardır.
Her
zaman olduğu gibi Üsteğmen yemeğini hızlı hızlı yer ve uzun Yeni Harman
sigarasını yakar. Subaylığının ilk yıllarında genelde yabancı sigara içmiştir
ancak, buraya atandı atanalı hep yerli malı kullanmaya özen göstermektedir.
Eşi, Cem’deki bu değişiklikleri fark etmekte ve mutlu olmaktadır. Eşi ve çocuğu
daha yemeğin yarısındadır. Birden makineli tüfek sesleri duyulur. Lojmanlara
yakın bir yerden ateş ediliyordur. Lojmanın ilk binası kendilerininkidir. Giriş
katında oturmaktadırlar. Silah sesleri artmaya ve yaklaşmaya başlar. Üsteğmen
bağırır:
- Çabuk
içeri, çocuğun odasına!
Kendisi
yatak odalarına koşar ve yatak odasının camını açarken dışarıya bağırır:
- Silah
başına!
Lojmandaki
bütün subaylar ve astsubaylar Üsteğmen’in penceresinin altına toplanmak üzere
koşarlarken, Üsteğmen sürekli olarak dışarıya biri tüfekte biri yedekte iki
şarjörlü G-3 tüfeklerini vermektedir. Tüfek dağıtımı bir çırpıda biter ve
Üsteğmen kendi tüfeğini de alıp dışarı çıkarken hücum yeleğinin uygun yerlerine
bir kaç savunma el bombası yerleştirir. Belindeki kemere, biri Smith Wesson,
diğeri L Lama tabancalarını yerleştirir, ardından da eşine bir MP-5 makineli
tabanca bırakarak, dışarı fırlar. Kendini dışarı atmadan önce, çocuğu gözüne
ilişmiştir. Mermi sandığı yanında oturmuş, minik parmakları ile MP-5
şarjörlerine mermi sürmeye çalışmaktadır…
Dışarı
çıkar çıkmaz, diğer subay ve astsubay arkadaşları ile bir araya gelir ve kısa
bir durum değerlendirmesi sonunda herkes önceden planlı yerlerini alır.
Birlikleri ile görüşmelerini ellerindeki telsizlerle yapmaktadırlar. Askeri
birliğin olduğu tarafta her hangi bir problem yoktur, ancak silah sesleri MİT
binası tarafından kendilerine doğru yaklaşmaktadır.
Üsteğmen
hemen gazinoya girer ve MİT Bölge Müdürü’nü arar:
- Ahmet Abi !
- Söyle
Apakay!
-
Orada durum nasıl?
-
Bizim binaya saldırıyorlar, ellerinde keleşler var. Az önce ilerdeki köşede
RPG’li birini görür gibi oldum ama görmemle gebermesi bir oldu. Bizim Erkan
avlamış…
-
Abi herhangi bir şeye ihtiyacınız var mı?
-
Yok, yok da belki biraz mermi takviyesi gerekebilir. Aydınlatmalı cinsinden
olursa iyi olur, şenlik gibi…
-
Tamamdır abi, ben gerekeni yapacağım. Size yardıma gelmiyoruz; ola ki
şaşırtmaca yapıp esas güçleri ile bizim lojmana yönelirler…
-
Haklısın, oralarda kalın..
Bir
süre sonra Üsteğmen, şehrin su deposu tarafından kendi arabası ile askeri
birliğin arka nizamiyesine gider ve içeri girer. Cephaneliği açtırır ve dört
sandık mermi ile birlikte dışarı çıkar. Zimmeti kendi üzerine almıştır. Ön
nizamiyeden çıkar, yanında arka koltukta iri yarı ve gözü kara bir çavuş
vardır. MİT binasının önüne yaklaştıklarında, birkaç mermi çekirdeği arabasının
arka tarafına isabet eder. Aldırmaz. Kapıdan mermi sandıklarını teslim edip
aynı yolla askeri birliğe döner ve oradan da arka nizamiyeden çıkarak
lojmanlara ulaşır.
Çatışma
yaklaşık 45 dakika sürmüştür. Olaya Jandarma müdahale etmemiş, ancak durum
değerlendirmesi yaparak şehirdeki bütün önemli bölgeleri takviye etmiştir. Aynı
zamanda teröristlerin geri dönüş yollarını kesmiş ve MİT binasına ateş açan
eşkıyalardan ikisini ölü birini de yaralı olarak ele geçirmiştir. Diğer
teröristler, kaçmış; ancak onlar da dış çemberlere takılarak kimi ölü, kimi de
yaralı olarak ele geçmişlerdir.
Bir
buçuk saat sonra Üsteğmen ve ailesi, hiçbir şey yaşanmamış gibi lojmanın çay
bahçesine gitmiş, subay arkadaşları ve aileleri ile birlikte çaylarını
yudumlamaya başlamışlardır. Çay içerken aynı anda Üsteğmen Cem’e
takılmaktadırlar:
- Yine mi görev?
-
Evet, ne yapalım, çömeziz ya! Ağabeyler yatar, çömezler dolaşır…
-
Kinaye yapma oğlum, sen aranıyorsun, sen kaşınıyorsun…
- …
-
Oğlum bu devletin işini sen mi bitireceksin?
- …
- Ne
işin var Amerikalı hatunların çadırını denetlemede, git zıbar evinde… Sonra da
şikâyet ediyorsun, ‘sövüyorlar bana’ diye…
-
Sen çadırlarına gir, battaniye arkasında sevişen lezbiyenleri rahatsız et…
Tabii ki söverler…
-
Siz kafa yapın bakalım, birilerinin bu işleri yapması lazım… Bak yarın göreve
gideceğim, yerime içinizden kimseyi bırakamıyorum. Dalgacılar ordusu…
- Ya
sen manyak mısın oğlum, onlar bizim müttefikimiz; ne diye adamları takip
ediyorsun, izliyorsun, senin derdin ne!?..
-
Sizin aklınız ermez…
O ana kadar konuşmaları dinleyen ve
hiç söze karışmayan eşler de söze girerler:
- Cem Bey’e yüklenmeyin,
sizin işlerinizi de o yapıyor…
-
Hay Allah razı olsun Aysel Hanım…
-
Burada hadi Cem Bey var, buradan tayin olup gidince ne yapacaksınız?
-
Kafanı yorma sen hatun, orada da buluruz bir Üsteğmen Cem…
- …
Konuşmalar
böyle devam eder ve gecenin ilerleyen saatlerinde herkes evine dağılır. O gece,
yatarlar. Ertesi gün, Üsteğmen Cem sabahın erken saatlerinde eşyalarını özel
aracına yükler ve ailesi ile vedalaşıp yola çıkar. Yolda, her zaman yaptığı
gibi yedi Ayet-el Kürsi okur ve sonra da sigarasını yakar. Son zamanlarda
içtiği sigara sayısı hayli artmıştır, günde en az dört paket sigara içmektedir.
Otomobilin
radyosunu açar, günlerden Cuma’dır. Sabahın o vakitlerinde okunan Kur’an-ı
Kerim’i dinler. Sonra, aklı başında bir başka kanal arar, ama nerde? Arap
kanallarından geçilmemektedir, TRT’yi bulmak ise mesele, Üsteğmen okkalı bir
küfür eder. Ardından da:
- Hem
yapmazlar, hem de yapanlara engel olurlar. Allah’ın belaları! DDKK’nın aslı
Ankara’da… Bu vatana ve millete hizmet etmeyenlerin neredeyse tamamını
Ankara’ya doldurmuşlar… Altlarında makam aracı olanlar da cabası…
Üsteğmen
Diyarbakır’a varmıştır. Aracını Kolordu parkına çeker ve devre arkadaşlarını
arayıp geldiğini söyler. Sonra da karargâha gidip birliğinin hem işlerini takip
eder hem de arkadaşları ile sohbet eder…
Akşam
saat 19.00’da kurye uçağına biner ve Ankara-Etimesgut pistine ininceye kadar
uçakta kestirir. Uçaktan iner inmez, orduevine gider ve yerleşir. Ertesi sabah
Cumhurbaşkanlığı Köşkünde ya da uygun görülecek bir yere gidip projesini
sunacaktır.
Akşam
yemeğini yer, hemen odasına çıkar eline bir kitap alır ve kısa sürede uykuya
dalar. Rüyasında, yanına nur yüzlü biri yaklaşır ve ona;
- Evlat, her gün
en az yedi kere Ayet-el Kürsi okuyup işe, güce ve kahvaltıya başlıyorsun. Devam
et, o senin zırhındır…
der ve ortadan kaybolur.
Uykudan
uyanan Üsteğmeni bir daha uyku tutmaz. Kalkar, giyinir ve orduevinden dışarı
çıkar. Her zaman olduğu gibi Sıhhiye Orduevi’nde kalmıştır. Şehre uzak olmamak
için genelde Sıhhiye’yi tercih etmektedir.
Ankara
caddelerini adımlamaya başlar. Eskiden de takıldığı bir gece kulübüne gider,
bir ufak rakı ve bir iki meze söyleyip oturur. Sırnaşanları asla kabul etmez,
her zaman sadece birinin yanına oturmasına müsaade eder; Arzu’nun…
Arzu,
Cem’in ilkokul arkadaşıdır. Uzun boylu, dalgalana dalgalana yürüyen, kendinden
dalgalı siyah saçları, mavi iri gözleri, keskin yüz, burun ve dudak çizgileri
ile bir afattır. Tanrı onu, sanki
özene-bezene yaratmıştır. Hiç bir yerinde bir tek fazlalık yoktur. Garsona
sorar;
- Arzu yok mu?
- Ne
yapacaksın abi Arzu’yu, sana Gülay’ı verelim?
Üsteğmen
garsona çaktırmadan oldukça yüklü bir bahşiş verir.
-
Şimdi söyle bakalım Arzu nerede?
-
Abi, bu gece izin günü evdedir… Arayıp söyleyeyim mi? Kim geldi diyeyim?..
Üsteğmen;
-
Gerek yok, ben giderim… der demez garson yılışır…
-
Abi, iş üstünde yakalama zilliyi…
Garsonun
sözleri tamamlanmadan Üsteğmen garsonun gırtlağına yapışır ve suratına bir kafa
atar, ardından da şişedeki rakıyı yerdeki garsonun üzerine dökmeye başlar..
Etraf karışmış, müzik susmuş, diğer garsonlar ve kapıdaki yarmalar içeri
gelmiş, üsteğmenin etrafını çevirmişlerdir.
Üsteğmen,
rakının tamamını garsonun üzerine döker ve
- Bana
Feyyaz’ı bulun! der…
Az
sonra Feyyaz, yani kulübün patronu uzaktan görünür, üsteğmeni görür görmez
herkese dağılın diye işaret eder. Feyyaz, üsteğmen Cem’in yanında er olarak
askerlik yapmış ve üsteğmenin postası olmuştur. Esrarcı olduğundan, askerliğini
üç senede bitirebilmiştir. Askerliğini bitirmesinde üsteğmenin rolü çok
büyüktür. Üsteğmenin yanına gelen Feyyaz, üsteğmenin elini öpmek için eğilir.
Müsaade etmez, Feyyaz’a sarılır; sonra da masaya otururlar.
-
Komutanım kusura kalma, hıyar yeni, bilmiyor seni…
-
Feyyazzz, hadi o tanımıyor, diğerleri de mi tanımadı? Yoksa bunları kanlı parayla
mı beslemeye başladın?
-
Hâşâ komutanım, olur mu öyle şey…
-
Feyyaz, bak sana göz bebeğim gibi sevdiğim Arzu’yu emanet ettim. Bu hıyar, bir
şeyler geveledi… Eğer kızı bir şeylere zorluyorsan…
-
Olur mu komutanım. Vallahi ben yapmadım…
Üsteğmen kalkar, masaya kendince
yaptığı bir hesaba göre parayı bırakır ve koşar adımlarla klüpten dışarı
fırlar.
Feyyaz, hemen telefona koşar ve bir
numara çevirir…
-
Sayın vekilime iletin, Arzu’nun arkadaşı sizin oraya geliyor, tedbirli olun!
der ve kapatır…
Üsteğmen
Cem bir taksiye biner, Arzu’nun evinin olduğu Dikmen Vadisi’nde soluğu alır.
Taksiden eve yaklaşmadan iner ve sessizce eve yaklaşır. Vekilin korumaları ile
yalakaları kapıdadır. Sessizce yaklaşır ve cebinden çıkardığı biber gazı
spreyini iki korumanın suratına sıkar. Çam yarması gibi devrilen korumalar, ayı
gibi bağırmaktadır… yalakalar, tabanları yağlamış ve kaçmışlardır… Yerdeki
korumaları, yanından hiç ayırmadığı paraşüt ipleri ile birbirlerine bağlayan
Üsteğmen, onları giriş altındaki kuytuya sürükler ve her birinin ağzına onların
ayaklarından çıkardığı çoraplarını tıkar…
Bir süre sonra, içeriden daha önceden
tanıdığı bir ses duyar…
- Ne
var lan!
Üsteğmen, ses çıkartmadan kapıyı bu
kez daha şiddetli tıklatır… İçeriden biri kapıya doğru yaklaşmaktadır. Sol
elindeki Amerikan yüzüğü sağ eline geçiren Üsteğmen, kapı dürbününü eliyle
kapatır. Kapının arkasındaki, böğürmektedir;
- Kim
o! Nerdesiniz…
Vekil, korumalarının nerede olduğunu
sormaktadır. Üsteğmen seslenir…
- Polis!
-
Siktirin gidin lan, ben vekilim!
-
Polis! Aç kapıyı!
-
Lan ben sizin…
Kapıyı
büyük bir sinirle açan vekil, karşısında Üsteğmen Cem’i görmesi ile burnunun
üzerine yumruk yemesi bir olmuştur. Üsteğmen Cem’i daha önceden de tanıyan
vekil, bir yandan kan boşanan burnunu tutarken bir taraftan da Üsteğmen Cem’e
yılışmaktadır, ayağında kırmızı kalpli boxer donu, kıllı vücudu ama poposu ile
bacaklarının üst tarafı kılsız hali ile yerde yan vaziyette yatarak:
- Hoş gelmişsen komutan,
şerefe vermişsen…
-
Ulan ibne, ne işin var burada?
Üsteğmen
lafını bitirir bitirmez karşısında çırılçıplak bir travesti belirir, önünde
sallanan iri organı, dolgu top göğüsleri ve yeni ağdadan çıkmış vücudu ile
kırıtmaktadır.
- Erkek
geldiiiii…
Üsteğmen
kapıyı kapatır ve vekil ile travestiyi, banyoya doğru sürükler ve onları oraya
kilitler. Sonra da odalara bakmaya başlar, önce yatak odasına bakar, kimseyi
göremez; bütün odaları dolaşır, Arzu evde yoktur. Sonra ince bir inleme sesi
duyar, ses yatak odasından gelmektedir. Tekrar yatak odasına girdiğinde Arzu’yu
yatağının yanında çırılçıplak vaziyette, ellerinde kelepçeler takılı, sırtında
ince ve kanlı çizgilerle yerde bulur. Hemen Arzu’ya yönelir ve onu yatağa
kaldırmaya çalışır, Arzu kendinde değildir. Ağırlığı sanki tonlarcadır. Var
gücüyle Arzu’yu yerden kaldıran Üsteğmen, onu yatağa sırtüstü olarak yatırır ve
gördükleri karşısında çıldırır. Arzu’nun yüzü ve özellikle o güzel burnu kan
içindedir, dudağı patlamış, göğüs uçlarına kan oturmuş, vücudunun her yeri ince
kanlı çizikler içindedir. Kendinde de değildir, sonradan fark eder ki, Arzu’ya
oldukça fazla dozda kokain verilmiştir. Defalarca Arzu’ya seslenmesine rağmen,
olumlu bir cevap alamaz. Arzu ona bakıyor ama sonra sanki hiçbir şey olmamış
gibi gözleri dönmekte ve yine yüz üstü dönmek istemektedir. Üsteğmen önce
kelepçeyi çıkarır, sonra da Arzu’nun üzerine bir pike örter. Oradan da banyoya
yönelir. Kapının kilidini açıp içeri dalar, vekil klozetin üzerinde, travesti
ise küvetin içinde oturmaktadırlar. Her ikisinin de korktuğu bellidir. Vekile
döner ve
-
Önce işim bununla, sonra sıra sana gelecek. Dedikten sonra travestinin saçlarından tuttuğu gibi
dışarı sürükleyerek çeker ve kapının dışına çıkınca kapıyı kilitleyip
travestiyi salona doğru sürükler. Travestiyi hırsla saçlarından çekip savurduktan
sonra birden bırakır. Travesti koltukların üzerine savrulmuştur. Şaşkındır, ne
olduğunu anlayamamıştır.
- Arzu’yu kim bu hale
getirdi?
-
Benim bir şeyden haberim yok, geldiğimde böyleydi. Ben vekili beceriyordum ki
sen geldin…
-
Geldiğinde Arzu neredeydi?
-
Yatak odasındaydı, vekil bana, sen onu arkadan becer ben de seni becereyim
dedi. Dediğini yaptım ama kadın sadece inliyordu, işimizi bitirdik, kadının
yüzünü bile görmedim. Sonra vekil, ‘şimdi sıra sende, sen de beni
becereceksin!’ deyip önümde eğildi, ben de işimi yapıyordum senin gürültünle
vekili becerme işim yarıda kaldı..
-
Buraya evvelce kaç kez geldin?
-
Buraya ilk kez ama vekille pek çok kez birlikte olduk…
-
Arzu’nun bu hali ne böyle?
-
Vallahi onu bilmem. Ama bu adamla her birlikte olduğumda, evdeki kadınların
durumu hep böyle oluyor.
-
Peki, madem bütün kadınlara bu ibne bunu yapıyor, sana neden yapamıyor?
-
Abi, onu benden daha iyi beceren yok ki…
-
Hayatın bu ibneyi becermekle mi geçiyor senin orospu!
- …
-
Sana bir şey yapmayacağım ama sen de benim istediğimi yapacaksın, tamam mı?
-
Hoşuna mı gitti popom?
-
Bana bak! Beni delirtme şimdi evde bulduğum her şeyi o götüne sokarım, aklını
başına al! Kes sesini ve bekle!
Üsteğmen,
yatak odasına gider, Arzu’nun kollarından çıkardığı kelepçeyi travestinin
koluna takar ve diğer halkayı da kalorifer borusuna sabitler. Sonra da evi
dolaşmaya başlar. Mutfakta uzun süredir hiç kullanılmamış bir merdane bulur.
Sonra yatak odasına girer, ışıkları yakar, yerde deri bir kamçı görür onu da
alır. Sonra da salonda gözüne tenis topları takılır. Kutudan en çok kullanılmış
ve kirli olanı seçer. Tamamını oturma odasındaki kanepenin üzerine koyar. Sonra
da banyonun kilidini açıp içeri girer. Vekil aynı yerinde oturmaktadır.
Kolundan tutup dışarı sürükler, oradan da oturma odasına.
Vekile;
- Donunu çıkar ulan ibne!
-
Yoksa beni mi becerecen?…
-
Şimdi sen görürsün…
Vekilin
boxer donunu dürüp büker ve ağzına zorla sokar. Vekilin ağzı adeta yırtılacak
gibi olmuştur. Sonra da onu kanepenin kolçağına doğru uzatır, arkasına geçer ve
vekile;
- Şimdi
bu topu götüne sokacağım, ya benim dediklerimi yaparsın ya da seni buradan
dışarı götünde toplar ile çırılçıplak çıkartır, Kızılay Meydanı’nda da seni
ortalığa bırakırım…
Vekil,
adeta gözleri ile yalvarmakta ve ne istersen yaparım der gibi davranmaktadır.
Üsteğmen mutfağa gider ve boş bir likör şişesi ile geri döner. Şişeyi yere
koyar, vekili kanepeden doğrultur, sonra da poposu tam şişenin üzerine gelecek
gibi, onu şişenin üzerine oturtur. Vekil üsteğmenin sol elini bırakmamakta ve
hatta çırpınmaktadır. Üsteğmen bir anda sağ elindeki merdane ile vekilin sol
omzuna vurur. Vekil can havli ile üsteğmenin elini bırakıp sol omzunu tutmaya
kalkınca olan olur, likör şişesinin yarısından çoğu içine giriverir. Kalkmaya
yeltenir ama dengesini kaybedince, şişe daha da derine girer. Üsteğmen, tekme
ile böğrüne vurmasa, belki de şişenin tamamı bir yerinde kaybolacaktır. Vekilin
acıdan gözlerinden yaşlar gelmektedir, bir ara ağzındaki donunu çıkartır ve
yalvarmaya başlar:
- Ne istersen yapayım, ne
olur işkence etme!
-
Tamam, o zaman, önce kıza yaptıklarını anlatacaksın sonra da gözümün önünde
kendini becerteceksin… Kararımı
değiştirdim, önce becerteceksin sonra anlatacaksın. Üsteğmen vekili tekrar
banyoya kilitler, sonra da travestinin yanına gider.
- Şimdi sıra sende, sen
bu vekili becereceksin, onu nasıl becereceğini sen iyi bilirsin. Ben de sizi
kameraya alacağım.
-
Ama beni yaşatmazlar! deyip, travesti ağlamaya başlar. Üsteğmen;
-
Merak etme, bir şey olmaz. Evin var mı?
- Hayır
yok.
-
Tamam, o zaman; bu ibneyi sana köle
ederim, evin de yatın da katın da olur.
Üsteğmen
ile travesti anlaşmışlardır. Üsteğmen, Arzu’ya görev dönüşü hediye olarak
getirdiği minik kamerayı uzunca bir süre arar ve sonunda bulur. İçinde hala
Arzu ile çektikleri kısa görüntüler durmaktadır.
Üsteğmen,
salonda çek yatı açar, ışıkları ayarlar. Sonra da, travestiye vekilin
elbiselerini giydirir, eline kamçıyı verir. Ardından da vekili tıktığı banyodan
alıp salona getirir.
Dediklerimi
ya aynen yaparsın ya da seni dediğim gibi, kıçında toplarla Kızılay Meydanı’na
salarım… Şimdi, Buket’in önünde onu orospusu olacaksın ve onun her dediğini
yapacaksın…
- Ne
olur yapma… Kıyma bana, istediğini yapayım ama kameraya çekme!
-
Hem istediğimi yapacaksın hem de kameraya çekeceğim…
Vekil
bir anda Üsteğmene saldırmak için ok gibi yerinden fırlayınca, travestini
taktığı çelme ile yere yapışıverir. Sonra da travestinin her dediğini eksiksiz
yapmaya başlar. Vekil sanki yıllardır fahişeliği meslek edinmiştir. Travesti de
durumun tadını çıkartmaktadır, vekile yaptırmadığını bırakmıyordur. Sonunda,
çekim biter ve vekil sex mahmuru olarak Üsteğmen’e neler olduğunu teker teker
anlatır; Feyyaz, uyuşturucu işine girmiş, açık vermiştir. Vekil de ilgi alanı
gereği bu açığı değerlendirip ne zamandan beri göz koyduğu, kendisi ile erkek
rolünde yatanların hayranı olduğu Arzu’yu Feyyaz’ın dükkânından çıkartmış ve
eve hapsetmiştir. Vekil, her şey bir yana bir de Arzu’nun pezevenkliğini de
yapıyor ve işinin düştüğü herkese Arzu’yu sunuyordur.
Sabahın
05.30’u olmuştur. Üsteğmen, vekili atmış, travestiye de evde kalmasını
söylemiştir. Travestiye bir miktar para bırakmış, akşam gelinceye kadar
telefonlara cevap vermemesini, kapıyı kimseye açmamasını söylemiştir. Travesti
Arzu’ya bakacak, ona arkadaşlık edecektir. Travesti, kabul eder. Çünkü gideceği
kendi evinin yanında Arzu’nun evi saray gibidir. Üsteğmen evden çıkar ve
taksiye binip orduevine yönelir.
Bir
kaç saat sonra Cumhurbaşkanlığı Köşküne gidecektir, hazırlanması gerekmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder